Kültürler arası yolculuk

YASEMİN KIRANOĞLU

Hangimiz, orta şekerli Türk kahvesi içtiğimizde şöyle bir ortamda göz gezdirip acaba bakacak olan var mı diye içimizden geçirmeyiz? Fala inanma falsız da kalma! Kimi zaman sırf eğlencesine yaptığımız, hatrımız için yalvar yakar baktırdığımız kahve falına, bizi gülümseten şeyler söylendiğinde hangimiz inanmayız? İnanmayız belki ama inanmak isteriz. İşte bu kitapta, inancın kültürler üzerinde nasıl etkisi olduğunu gözler önüne seriyor.

Paris Yayınları’ndan çıkan ‘Deliliğin Coğrafyası: Penis Hırsızları, Vudu Ölümleri ve Dünyanın En Tuhaf Sendromlarını Anlama Arayışı’ Frank Bures’in yayımlanmış ilk kitabı. Yazarın, Amerika’daki dergilerde yayımlanmış gezi yazıları da mevcut.

‘Penis hırsızları’

Evet, yanlış okumadınız, kitabın adı ‘Deliliğin Coğrafyası: Penis Hırsızları’. İnsan ilk bakışta inanamıyor, ancak yazar, bizi imkansız dediğimiz bu olayın peşinden bir nevi coğrafi gezintiye çıkartıyor, hem de kıtaları aşarak. Nijerya’dan başlayan yolculuk Tayland’a, Borneo’ya, Singapur’a, Hong Kong’a ve Çin’e uzanıyor. Yazar, özellikle karşılaştığı olayların ve kişilerin gerçek olduğuna dikkat çekiyor. Dipnotlarda görüştüğü kişilerin isimlerini veriyor, gazete sayfalarından kesitler ve bilimsel veriler sunuyor, ‘büyüyle penis hırsızlığı’ vakasını ve dünyanın diğer tuhaf sendromlarını aydınlatabilmek için. 

Yazar, coğrafyaların değişmesine karşın ‘penis hırsızlığı’ vakasına olan inancın değişmediğini bize gösteriyor. Değişen yalnızca isim değişikliği. ‘Penis hırsızlığı’ kimi yerde ‘koro’, kimi yerde ‘amok’ ve ‘latah’ isimleriyle anılıyor. Ancak Batılı doktorlar bu durumu ‘kültüre bağlı sendrom’ olarak açıklıyor. Ve yazarımız bu kültürel inancın arkasından araştırmalara başlıyor. Batılı doktorların geçiştirdiği ancak şifacı kadınların çeşitli otları kaynatarak kullandığı ve sihirli kelimeler söyleyerek geri çekilmiş cinsel organın tekrar yerine geldiği rahatsızlık.

Kitapta garip olan sadece ‘penis hırsızlığı’ değil, bizim coğrafyamızın da aşina olduğu değişik inançlar mevcut. Kitabın ilerleyen sayfalarında, yeni doğum yapmış kadınların maruz kaldığı rahatsızlıklara da değiniyor. Çok tanıdık geldi değil mi? Bizim kültürümüzde de yeni doğum yapmış kadına ve bebeğine musallat olan ‘olağanüstü varlıklar’ var. Adına ‘alkarısı’ ya da ‘albastı’ dediğimiz, yeni doğmuş bebeğin ciğerini yiyen olağanüstü varlık! Bu ve benzeri inançların farklı kıtalarda dahi bu denli benzerlik göstermesi benim de garibime gitti ve kitaba daha da çok bağlandım. Dünyanın aslında ne kadar da küçük olduğunu ve yazarın neden bu işin peşini bırakmadığını anladım. 

Afrika’daki bazı kabilelerde, Güneydoğu Asya’da, Hindistan’da karşımıza çıkan kadın sünnetini biliyoruz. Ancak yazar bize ilginç bir biçimde Papua Yeni Gine’de tıpkı bir kadın gibi regl olan erkeklerden bahsediyor. Ve günahlarından nasıl arındığını… ‘Penis hırsızlığı’ndan sonra dünyada görülen garip sendromlar devam ediyor.

Uykularında hiçbir sebep yokken ölen insanlar... Amerika’nın göç alan bölgelerinde özellikle 1980’lerin başında genç, göçmen erkeklerde görülen ani ölüm. Amerikalı doktorlar olayın nedenini anlamaya çalıştılar ancak kurbanların genlerinde, kalbinde ve beyninde hiçbir rahatsızlık tespit edemediler. Ancak daha sonra ortaya çıkan bir neden bunların hepsini açıklamaya yetti. Bu genç erkeklerin uykularında, geceleri gelip üstünüze oturan ve hareket etmeyi engelleyen ‘dab tsog’ adında kötü bir ruh tarafından saldırıya uğradığı ortaya çıktı. 

Tanıdık geldi değil mi? Bizim ‘Karabasan’ olarak adlandırdığımız, Newfoundland’daysa ‘yaşlı cadı’ diye bilinen, İtalyanlar’ın ‘incubo’ dediği, Almanlar’ın ise ‘Alpdruck’ veya ‘elf basıncı’ dedikleri, Batı tıbbındaysa ‘uyku felci’ olarak bilinen rahatsızlık. Çok sayıda kişinin hayatı boyunca en az bir kere karabasan hissini uykusunda yaşadığını düşünelim. Peki bu insanlar neden ölüyordu? Amerika’da kayıtlara geçmiş 117 ölüm vardı. Bu genç erkekleri öldüren kültürel inançlarıydı. Her ne kadar Amerika’ya göçüp gelmiş olsalar da var olan inançları devam ediyordu. 

Yazar burada Hmong kültüründeki inanca atıfta bulunuyor. Eğer atalarının mezarlarına iyi bakılıyor ve gerekli dualar, ritüeller yerine getiriliyorsa atalarının ruhları onları ‘dab tsog’ gibi kötü ruhlardan korur. Ancak göçmenlerin atalarının mezarları artık çok uzaktadır ve kötü ruhlar aman vermez! Bizim kültürümüzde de buna yakın bir inanış mevcut. Eğer haneden biri ölürse onun mutlaka 7’si ve 40’ı okutulur. Yoksa mezarında rahatsız olacağı inancı yaygındır küçük şehirlerde. 

Coğrafyalar farklı olsa da inançlar birbirine ne kadar da benziyor. Yazar, bizi bu gerçekle yüzleştiriyor ‘Deliliğin Coğrafyası’nda. Neden kara kediyi uğursuzlukla bağdaştırırız? Yeni doğum yapmış kadını neden 40 gün boyunca bekleriz ve kırk gün dolduğunda birbirini takip eden ritüelleri gerçekleştiririz? Ya da penislerinin kaybolmadığına insanları nasıl inandırırız? 

Kültür ancak insanlar zihinlerini değiştirdiğinde değişir. Ama bunu değiştirmek zordur. İşte bu kitap, teknoloji çağında dahi insanların hâlâ bu hikayelere neden inandığının cevabını arıyor. 

Deliliğin Coğrafyası Frank Bures
Çeviri: Baysan Bayar
Paris Yayınları
207 sayfa.