LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Pardayanların evi ya da Heybeliada Kütüphanesi

Heybeliada Refah Şehitleri (eski adıyla Panayia) Caddesi’nden büyük tura doğru giderken sağa kıvrılan ve ucu ta Papaz Okulu’na çıkan sokağın adı Ümit Sokak’tır. Üzerinde caminin de bulunması ve bir de adamızın ilk lüks sitesinin yolunun buradan geçmesi nedeniyle, önemli bir sokaktır. Gerçi biz “Ümit Sokak’ta oturuyoruz” demezdik. Evimiz, 1950’li yıllarda Mevhibe İnönü tarafından bağışlanan bir arazi üzerinde yapılmış olan, adamızın tek camisinin tam karşısındaydı. Ondan çok önce yapılmış olan bizim evimizde önceden oturanlar o zamanlar ne derlermiş evlerini tarif ederlerken bilmiyorum ama biz evimizin yerini tarif ederken “caminin karşısı” derdik. Benim çocukluğum o sokakta geçti. Abbas Paşa’nın prefabrik evinden artakalan duvarların arasında top oynardık. Bahçelere dalardık. Başka mahallelerdeki çocuklarla kıyasıya kavga ederdik. Deli gibi bisiklete biner, toplanıp bir köşede gazoz- çekirdek partileri verirdik. İlk defa bir kızı oralarda bir kuytuda öpmüştüm. İlk yumruğu da aynı sokakta yemiştim. O yumruğa karşılık vermemiş olmam hâlâ içimde ukdedir.

Aptalca, büyümeyi beklediğimiz, hayatın en tasasız zamanlarının geçtiği o sokağın tam karşısında, meşhur Refah Şehitleri Caddesi’nin üzerinde, geniş bahçeli, ahşap bir köşkte Heybeliada Halk Kütüphanesi vardı. Köşk olarak inşa edilmiş, sonrasında ilkokul olmuş, daha sonra ömrünü kütüphane olarak sürdürmüş, çok güzel bir binaydı. İlk adıyla, Triandafilidis Köşkü... Evimize epey yakındı ama pek kimsenin girip çıktığını görmezdim kütüphaneye.

Adada hava bozduğunda çocukların da bütün planları bozulurdu. Denize girmek üzerine kurulan planlar yerini alternatif eğlencelere bırakırdı. Ormanda bisiklet turu ya da topluca başka adalara gitmek gibi planlar yapılırdı. Yine kim bilir ne yaptığımdan harçlık cezalısı olduğumdan herkes Büyükada’ya gittiğinde yapacak daha iyi bir şey bulamayıp tek başıma gitmiştim kütüphaneye ilk defa.

Şimdi de bayıldığım, eski kitap, ahşap ve biraz toz karışımı koku hâlâ burnuma gelir, orayı her düşündüğümde.

Bir sorun vardı kütüphanede. Babamın kitaplarıyla haşır neşir olduğumdan, bana tanıdık kitaplar çarpmamıştı gözüme. Seksen darbesinin kitaplarda yaptığı temizliğin yerinin, o dönemde henüz doldurulmadığını anlıyorum, şimdi düşündüğümde. Raflarda, evdeki kütüphanede sıkça gördüğüm Rusça isimlerden, babamın kitaplarındaki bol sakallı adamlardan pek bir iz yoktu.

‘Pardayanlar’ı ilk defa o gün gördüm. Karıştırmak için açtığım kitaptan başımı ancak kütüphane kapatılırken kaldırmıştım.

İnanılmaz bir şeydi okuduğum. ‘Üç Silahşorlar’ gibiydi ama daha şiirseldi. Şövalye ruhunun ne olduğunu anlatıyordu. Hile yaparak kazanmaktansa haklı olduğu halde kaybetmeye razı gelmeyi anlatıyordu. Utanılacak bir şey yapmayı ölümden beter sayıyorlardı. Baba, dede, torun, üç nesil asaletin kitabını yazıyordu.

Kitaba bakarsanız, Pardayan bir macerasında Cervantes’le tanışmıştı ve Pardayan’ı tanıyan Cervantes ondan feyz alarak yaratmıştı ‘Don Kişot’u.

Saray entrikaları da vardı kitapta, tarihsel gerçekler de. ‘Saint Barthelemy katliamı’nda Protestanların yanında yer alıyor, silahsız olduğu için, en azılı düşmanın canını almıyorlardı.

Çetin Altan “Bizde düello olmaz, pusu kurulur’’ derdi. İşte tam tersini anlatıyordu Pardayanlar. Rakibe bile saygı duymayı öğretiyordu. O yaz tatilim kütüphanenin şahane bahçesinde geçti. Tam on cilt ‘Pardayanlar’ı deli bir iştahla okudum. İlk defa kendi başıma bir yere üye olmuştum. Üyelik kartımla kitapları alıp okuyordum. Biraz düzgün bir adam olabildimse eğer, ‘Pardayanlar’ın çok hakkı vardır üzerimde. Ve tabii, Heybeliada Kütüphanesi’nin de...

Hayalimde Pardayanlar o kütüphanede otururlar hâlâ. O güzel binada. Triandafilidis Köşkü’nde, Heybeliada İlkokulu’nda, Halk Kütüphanesi’nde.

60’lı yılların sonlarından 2000’lere kadar o bina kütüphane olarak kaldı. 2013 yılında adalıların imzalarıyla onarımına girişildi. Heybeliada Kütüphane Derneği bu binanın tekrar kütüphane olması için çaba sarf ediyor. Change.org’daki kampanyalarına bir bakın derim. Belki destek veririsiniz.

Heybeliada kütüphanesine tekrar kavuşursa belki yine yolunu kaybetmiş bir çocuk ‘Pardayanlar’la tanışır. Belki o çocuğa pusu kurmamayı, düşmanına bile saygı duymayı öğretirler. Belki bir gün benim oğlum da bahçesinde ‘Pardayanlar’ı okuyabilir...