YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Kelimeler, olaylar...

Bu hafta Kahramanmaraş Katliamı’nın yıl dönümü idi. Katliamın 39. yıldönümünde yine etkili bir anma yapılamadığı gibi TBMM’ye verilen bir önerge de içinde “katliam” kelimesi geçtiği için reddedildi. Olay şöyle gerçekleşiyor. HDP  Antep Milletvekili Mahmut Toğrul’un ilk imzasıyla Maraş, Sivas ve Gazi katliamları hatırlatılarak, benzeri provokasyonların önüne geçilmesi amacıyla Meclis bünyesinde bir araştırma komisyonunun kurulması talebiyle önerge veriliyor.  Ancak TBMM Başkanı İsmail Kahraman tarafından önerge şu gerekçeyle iade ediliyor: 

"İlgi önergenizin takdim kısmının birinci ve ikinci cümleleri; gerekçe kısmındaki ilk paragrafın ikinci cümlesi, ikinci paragrafın ilk cümlesi, üçüncü paragrafın dördüncü cümlesi TBMM İçtüzüğü'nün 67'nci maddesi kapsamında görüldüğünden ilgi önergeniz ekte iade edilmiştir."

Önergenin ilgili bölümlerde neler mi var? Şunlar: "Türkiye nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan Aleviler, Cumhuriyet tarihi boyunca katliam ve baskılarla karşı karşıya kaldı. Sivas ve Maraş, Çorum, Gazi ve Malatya katliamları, Türkiye tarihinin utanç verici katliamları olmaya devam etmektedir."

Yani TBMM “katliam diyemezsin” diyor. Peki ne demeli? 120’ye yakın kişinin Alevi oldukları için öldürüldükleri bir kitlesel cana kıymaya ne denir? Eğer buna katliam denmezse neye katliam denir?

Şunu biliyoruz. Devlet böyle şeyler içen “Olaylar” demeyi tercih eder. Esasen Türkiye’de devletin bu tür alışkanlıklarını takip eden birinin şu sonuca varması çok da uzun sürmez: Devletin şu ya da bu oranda işin içinde olduğu, bilhassa Kürtlerin, Alevilerin, Ermenilerin öldürüldüğü kıyımlara “olaylar” denir. Bunda ısrar edilir. Yani şunu anlarız: Bir meseleye ‘olaylar’ denmesinde ısrar ediliyorsa devletin şu ya da bu unsurunun ya da tamamının bu işte bir kabahati olmalıdır. ‘Olaylar’ bu manaya gelir. Bunun sağlamasını Türkiye’de neye ‘olaylar’ dendiğine bakar anlayabiliriz. Kahramanmaraş olayları, Sivas olayları, Çorum olayları, Gazi olayları vd.

İşte bu mesele üzerine düşünürken Dışişleri Bakanlığı’nın Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbahdyan’a verdiği yazılı yanıtı okuduk. Hatırlanacağı gibi Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvard Nalbandyan geçtiğimiz hafta Agos’ta da yer verdiğimiz açıklamasında Türkiye-Ermenistan arasındaki protokollerin önümüzdeki baharda artık hükümsüz kalacağını söylemekteydi. Şöyle demişti Nalbandyan:

"Şimdiye kadar protokoller onaylanmadı. Zira Türkiye protokollerin ruhuna aykırı ön koşullar sundu. Ermenistan Devlet Başkanı Eylül ayında Erivan'ın protokolleri geçersiz sayacağını söyledi. O zamandan beri yürürlüğe girmeleri yönünde olumlu bir adım olmadı. Bu nedenle 2018 baharını bu protokoller olmadan karşılayacağız.”

Protokoller üzerine geniş bir tartışma yürütülebilir elbette. İşte bu açıklama üzerine Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde de uzunca bir açıklama yayınlandı. Detaylarını ilgili haberde okuyacaksınız ancak son paragraftaki bölüm gelip yine aklıma takıldı. Şöyle deniyordu açıklamanın son bölümünde:

“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarıyla da tespit edildiği üzere, 1915 olayları ifade özgürlüğü bağlamında meşru bir tartışma konusudur. Kötü niyetli çevrelerin sözkonusu tarihi olaylara ilişkin tek taraflı anlatılarını dayatma ve uluslararası kamuoyu nezdinde baskı kurma arayışları hukuken ve ahlaken yanlış olup, bölgemizde barış ve istikrara katkı yapmamaktadır. Ermenistan’dan beklentimiz, tartışmalı tarihi konuları bırakıp, yakın tarihin en önemli insanlık suçlarından biri olan Hocalı Katliamı’nın hesabını vermesidir.”

1915 gibi, o zamanki rejimin tasarrufuyla yüzbinlerce insanın öldürüldüğü, yaşadığı yerlerden sürüldüğü, mallarına el konduğu  20. yüzyılın en büyük trajedilerinden biri için “olaylar” diyor Dışişleri Bakanlığı. Ve ‘bunları bırakalım’ diyor. Buna karşılık Hocalı için “katliam” terimini (doğal olarak) kullanıyor. Hocalı elbette ki yüzleşilmesi gereken bir katliam, bir trajedidir. Ancak 1915’te olup bitenler, ‘olaylar’ mıdır? Bu konuda biraz daha hakkaniyetli bir tutum göremeyecek miyiz? En önemlisi  1915’in karşısına her seferinde Hocalı’yı koymak ne tür bir bağdaştırmadır?

Diplomaside bütün hüner kelimelerdedir. Bunu biliyoruz. Bildiğimiz bir şey daha var. Bütün bu trajediler, katliamlar, sürgünler, sönen hayatlar işte böyle bir kelimenin içinde boğulmak istenebilir. Gerçek hayatta, hafızalarda, zihinlerde boğulamasa da. Maraş’ta ya da 1915’te bütün Anadolu coğrafyasında olduğu gibi.

Kelimeler, kelimeler.. Olaylar, olaylar.

Ne diyordu Oğuz Atay Tehlikeli Oyunlar’da: “Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor”