OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

AİHM Türkiye’yi kurtaramaz

Türkiye’nin demokraside geriye gidişi hızlandıkça, hak ihlalleri arttıkça Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) beklentiler de artıyor. AİHM’i Türkiye’deki kötü gidişi durduracak bir yapı veya mekanizma olarak değerlendirme eğilimi var. Böyle bir umut olması çok anlaşılır ama AİHM, acaba bu beklentileri karşılayabilir, bu derde deva olabilir mi? En kısa şekilde söylemek gerekirse, kanımca bu, AİHM’den boyunu aşan bir iş beklemektir. Böyle bir beklenti olunca, AİHM’in, geçen Haziran ayında, OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’nu ‘iç hukuk yolu’ addedip, bir KHK mağdurunun başvurusunu adres göstererek reddetme gibi kararları da hayal kırıklığına yol açıyor. 

AİHM, hukukun binlerce yıldan süzülüp gelen temel ilkelerine riayet eden asgari standartlarda bir hukuk düzeni varsayıyor ve o hukuk düzeni içinde bireylerin başvurusu üzerine belli durumlarda bireyin hak ve özgürlüklerinin çiğnenip çiğnenmediğine bakıyor. Tabiri caizse, işleyen bir makinanın arızalarına bakıyor; fakat makine darmadağın olmuşsa, yani ortada hukuk falan kalmamış, bir ülkeden gelen başvurular bireysel olmaktan çıkıp kitlesellleşmişse, AİHM’in yapabileceklerinin sınırı daralıyor. Türkiye’de durum tam olarak budur. Ortada, ağır aksak da olsa işleyen bir hukuk düzeni falan yoktur. Masumiyet karinesinden tutun da kanunsuz suç olmaza, kanunlar geriye işletilemezden tutun da cezanın şahsiliğine, iddianamelerin somut illiyet bağlarına bağlanması gerektiğine kadar birçok hukuk ilkesi paçavra mertebesinde bile değil. Bunlar, halbuki, hukuk fakültelerinde abece olarak öğretiliyor. İşkence yapmak, bırakın yasak olmayı, muteber ve aleni bir iş haline geldi. Müptezeller, televizyonlardan işkence yöntemleri tarif ediyor, suikast çağrıları yapıyorlar, buna rağmen savcılığın şerefini kurtaracak bir savcı çıkmıyor. İşi işkence yöntemi tarif ettirmeye vardırmayanlar da, işkence ve kötü muamelenin hangi şartlarda ‘makul ve anlaşılır’ olabileceğinin açıklamasını yapıyorlar (bkz. iyilik güzellik partisinin asker kökenli bir kurucusu). Allah aşkına, bu memlekete AİHM ne yapsın?

Yukarıda değindiğim karar, işine KHK’yla son verilen öğretmen Gökhan Köksal’ın başvurusu üzerine alınıyor. AİHM, Kökal’a OHAL Komisyonu’nu adres göstermiş. Bu, binlerce başvuru için emsal teşkil etti. Peki, tam olarak kaç başvuru? Adalet Bakanlığı’nın internet sitesindeki rakamlara dayanarak konuşacak olursak, 31 Mayıs 2017 itibariyle, yani mezkur karar alındığı sırada AİHM’e Türkiye’den başvuru sayısı 24 bin 600. Bir fikir vermesi açısından, AİHM’in 2016’da, daha evvel kabul ettiği başvurulardan 1926’sı hakkında bir hüküm verdiğini söyleyelim. Varın siz hesaplayın, bu dosyaların hepsi kabul edilse, karara bağlamanın kaç yıl alacağını. Kendinizi AİHM yargıçlarının yerine koyun. Gece yatağa yattıklarında “Ne yapacağız bu Türkiye’yi?” diye düşünerek saatlerce tavana bakıyorlardır herhalde. Zira, bu sayıda başvuru,mahkemenin fiilen kitlenmesi, iş göremez hale gelmesi, bitmesi demektir. Ya da AİHM’in yanına, Türkiye’ye özel ikinci bir AİHM açmaları gerekir! Başvuruların bu sayılara ulaşması AİHM’in ontolojisini bozar, varlığını anlamsızlaştırır. Bu şartlar altında, AİHM yargıçları OHAL Komisyonu’na can havliyle sarılmışlardır diye düşünüyorum. Yani, komisyon KHK mağdurlarından çok, AİHM yargıç ve bürokratlarının derdine deva oldu. Yoksa, onlar bilmiyor mu bu komisyonun bir oyalama, aldatma vs. olduğunu, bal gibi biliyorlar. Ama, bu onlar açısından başvuruları azaltmak için pratik bir çare, zevahiri kurtarmak için de “iç hukuk yolu” falan diyorlar. Nitekim, bir ay içinde başvurular 24 bin 600’den 12 bine düşmüş. Hâlâ inanılmaz bir sayı ama bir ayda yarı yarıya azalmış. Gerçi Ağustos sonu itibariyle tekrar 19 bine çıkmış, Ekim sonu itibariyle 8 bin 300’e düşmüş. Mübarek, borsa endeksi bu kadar oynak değil! Kısa zamanda başvuru sayısındaki bu büyük oynamalar bile durumun absürtlüğünü ve siyasiliğini göstermek için yeterli. Evet, Türkiye’den mahkemeye başvurular hep yüksekti ama iş artık zıvanadan çıkmış. Sanırım hiçbir şey, hukuk bile, hayat pratiğinin üzerinde değil. Hayatta olabilecek şeyler var, olamayacak şeyler var. Kısaca söylemek gerekirse, tahminim odur ki AİHM’den ‘bir öyle bir böyle’ kararlar görmeye devam edeceğiz. İmkânları dahilinde, Türkiye’de insan haklarını, demokrasiyi korumaya çalışacaklar, boylarını aşan noktada görüntüyü kurtarmaya, kuyruğu dik tutmaya bakacaklar.   

E peki ne yapalım, AİHM yoluna gitmeyelim mi? Oradan umudumuzu keselim mi? Tabii ki hayır. Şüphesiz, bu yol kullanılmaya devam edecektir. Bir nebze rahatlama için AİHM’e başvurular hâlâ önemlidir fakat, içinde bulunduğumuz durumun nihai veya kapsamlı çözümünün AİHM’i aştığını fark edelim, çünkü ülkede hukuksuzluk almış yürümüştür ama esasen sorun siyasidir. Yani, Türkiye’yi yönetenlerin (ve bir ölçüde de yönetilenlerin) tercihleri, öncelikleri, yöntemleri, siyasi kültürleriyle ilgili bir sorundur. Hukuk düzenindeki sorunlar esasen bunlardan kaynaklanıyor. AİHM’in bunlara etki etmesi veya değiştirmesi zor. Velhasıl, sorun siyasidir, çözümü de siyasi olmalıdır. Şu veya bu hukuk organı veya teşkilat, velev ki AİHM olsun, bu sorunu çözemez. Ama biz, Avrupa’nın hukuk organından siyasi çözüm bekliyoruz. Siyasi çözüm veya hamleler, Avrupa’nın, gerek devletler, gerek AB düzeyinde siyasi organlarından gelir, gelirse. Ama o da zor. Niye zor olduğu ayrı bir konu ama şu kadarını söyleyelim ki, yalnız bugün değil, Avrupa, Osmanlı-Türk devletiyle ilişkilerinde 200 senedir ikilemler, paradokslar, kendi arasında fikir ayrılıkları, dolayısıyla kararsızlıklar içinde sıkışmış durumda.