VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

İran sürprizi

İran’da gösterilerin aniden patlaması bizi bir paradoksla karşı karşıya bıraktı: İran otoriteleri 2017’de bir dizi zaferi ve yurtdışındaki gücünün emsalsiz izdüşümünü kutlarken, ansızın içerde yaşanan kırılganlığı keşfettik. Bu tezat bizi en azından, bilgimizin sınırlarına dair bilinçli bir tevazu anlamına gelebilecek bir Sokrat dilemmasıyla karşı karşıya getiriyor. En iyisi, yerel politikaların önemini iyice belleyelim ve bundan ders alalım. Bu sürpriz elementi, eğer İran olaylarından bazı dersler almak istersek çalışmamızın merkezinde olmalı. 

2017 yılı İran gücünün ülke dışına yayılmasına şahitlik etti; bu trend zaten vardı fakat Irak ve Suriye’de ‘İslam Devleti’ne (ya da IŞİD) karşı savaşla iyice pekişti. İran, IŞİD’e karşı savaşan tüm devletlerden daha çok, ABD ve Rusya gibi süper güçlerden daha fazla bu savaşanı kazananıydı. ABD, IŞİD’e karşı savaşmak için Suriye ve Irak’ta hava kuvvetlerini ve ‘özel kuvvetlerini’, Rusya da kitlesel bombardıman ve birkaç bin kontraktniki (sözleşmeyle çalışan kara birlikleri) kullanırken, Irak’ta Gönüllü Halk Güçleri (Haşdi Şabi), ya da Suriye’de çeşitli Şii militanlar gibi binlerce İranlı milisi sahaya süren İran’dı. Eylemlerini İran devrim muhafızlarının liderliğiyle koordine edecek ve sahada kalmaya devam ederek İran devletinin etkisini Ortadoğu sathında sürdürecek olanlar bu paramiliter güçler olacak.

İran’da şiddetli sosyoekonomik gerginlikler olduğu ve nüfusun büyük bölümünün bu durumu açıkça eleştirdiği, bilinen bir durumdu. 2015’te Barack Obama yönetimi ve lider güçlerle yapılan ‘nükleer anlaşma’, ülkenin dışa açılacağı, yatırımların geleceği ve ekonominin taze oksijen alacağına dair umutları epey yükseltmişti. Bunların hiçbiri olmadı. Yine de İran otoriteleri yeni Amerika yönetimini suçlayarak onun İran’a yönelik düşmanca tutumunu ve yeni savaş tehditlerini neden olarak gösterdi. Amerikan başkanının sonu gelmeyen tweet’leri, İran içindeki tüm eksikliklerin yabancı karşıtlığı yüzünden olduğuna dair medya materyalini de sunmuş oldu.

Geçtiğimiz Perşembe, 28 Aralık’ta başlayan ve yayılan halk gösterileri çifte sürprizin kaynağıydı. Yine de, temel malların fiyatlarının tırmanması, yangın gibi yayılan protestoları ateşledi. Sloganlar hızlıca siyasileşti: “Gazze’ye değil, Lübnan’a değil, hayatımı İran’a veriyorum” sloganı İran otoritelerinin başarılarını eleştiri malzemesine çevirdi. Bugün yaşananları tarihi bir bağlama oturtmaya çalıştığımızda, 2009’daki ‘Yeşil Devrim’ dalgasını değil, 2011’deki Arap infilakını takip etmek daha doğru olur. 2009’da İran’daki kitlesel protestolar, birkaç Sovyet sonrası ülkesinde görülen ve ‘renkli devrimler’ olarak bilinen eylemlere benziyordu. Bu protestolar, muhalefet adaylarının otoriteleri sahtekârlıkla suçladığı tartışmalı seçimlerin sonrasında yapıldı. Protesto yasal sınırlar içinde kalsa da nedeni bir kısım elit grubun muhafazakârları seçimde hile yaptıkları hususunda suçlamasıydı. 2009’daki eylemler baskının zaferiyle sonuçlandı: muhalefet adayları Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi ev hapsiyle cezalandırıldı, pek çok aktivist tutuklandı ve hüküm giydi. Sonuçta toplumsal hareket öldü ama nedenleri buharlaşmadı.

Bugünkü eylemlerin farklı bir doğası var: Bu sefer ortada tartışmalı seçimler yerine protestoları ateşleyen fiyat artışları var. Protestoların İran’a 48 saat içinde yayılması halkın memnuniyetsizliğinin derinliğini gösteriyor. Son olarak, eylemlerde kullanılan sloganlar radikal gibi görünüyor, çünkü sadece sosyal ve ekonomik politikaların değişimini değil, rejimin değişimini talep eden sloganlar göze çarpıyor. İran sokaklarında dışavurulan halk öfkesinin önderliğinin, koordinasyon merkezinin ya da tanımlanabilir bir şeklinin olmaması onunla müzakerede bulunmayı zorlaştırıyor. Öte yandan, kimse İran rejiminin sahip olduğu desteği küçümsememeli. Bugünün İran’ı Pehlevilerin İran’ı değil: 1979 Devrimi’nden bu yana büyük bir dönüşüm yaşanarak ekonomide önemli bir pay sahibi olan modern ve bürokratik bir devlet inşa edildi. Bu model nüfusun bir kesimi tarafından eleştirilirken aynı zamanda rejimin destekçilerini de oluşturdu. Kimse, bu sistemin kendini koruma konusundaki kararlılığını hafife almamalı. İran otoritelerinin politika ve politik alan üzerindeki tam kontrolü, onları başarısızlık konusunda hassas kılıyor. 2009’da muhalefetin bertaraf edilmesi –her ne kadar bu muhalefet yönetici elitin içinde olsa bile– sadece hareketin radikalleşmesine, lidersiz ve öngörülemez olmasına yaradı.

İran sürprizi, siyasetin ilk olarak ve öncelikle yerel olduğuna dair derslerle dolu. Zamanımızda çok popüler olan, olayların jeopolitik olarak okunması bunu anlamakta başarısız olacak. Bu yaşananlar ayrıca, yabancı fetihlerin evdeki başarısızlıkları telafi edeceğini düşünenlere de bir uyarı niteliğinde. Bu Mart’ta yapılacak olan başkanlık seçimleri öncesinde herhangi bir gerçek muhalefeti bertaraf eden Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, hesaplarını tekrar gözden geçirmeli. Bu yaşananlar ayrıca tarihî vergi kesintileri yapan ve bu kesintilerle sosyal hizmetlerden kısıp askerî harcamaları artıran Amerikalı yöneticileri de endişelendirmeli.

İran dramının nasıl hallolacağını tahmin etmek zor ama yine de kimse tüm Ortadoğu’ya ve dünya politikasına etkilerini küçümseyemez.