‘Bu çeşmelerden su içmişlerin ruhu şad olsun’

Habap çeşmeleri iki gün iki gece süren şenlik gibi açılışla yeniden hayat buldu. Açılışa Avukat Fethiye Çetin’in sözleri damga vurdu: Yıktıklarımızı yeniden yapalım. Habap çeşmelerini birer barış çeşmesi haline getirelim. Bu çeşmelerden suları birlikte akıtalım. Bu çeşmeden su içen bütün atalarımızın ruhu şad olsun.

ZEYNEP EKİM ELBAŞI
zeynepekim@agos.com.tr

Elazığ’ın Kovancılar ilçesine bağlı Ekinözü (Habap) köyünde bulunan, 400 yıllık iki tarihi çeşme, yaklaşık 2,5 yıldır süren restorasyon çalışmalarının ardından, 25 Kasım Cumartesi günü açıldı.

Yeni adıyla Ekinözü, halk arasında bilinen adıyla Habap, eski bir Ermeni köyü. Önceleri Palu’ya bağlı ve Ermenice ismi ‘Havav’ olan köy, Avukat Fethiye Çetin’in ‘Anneannem’ adlı kitabında anlattığı anneannesi Heranuş’un doğduğu yer. Geçmişte sadece Ermenilerin yaşadığı Habap, bölge patrikliğine de ev sahipliği yapıyordu. 

1915’ten önce büyük bir köy olan Habap’ta iki kilise, bir manastır ve iki çeşme bulunuyordu. Bölgede, eğitim düzeyi en yüksek köy olan Habap’ın iki de okulu vardı. 1915’te köy tamamen boşaltıldı, yakıldı, yağmalandı. Ayakta kalan evlere, çevreden getirilen Kürtler ve Zazalar yerleştirildi. Köyün şu anki nüfusu da Kürtlerden ve Zazalardan oluşuyor. 1915’ten sonra kiliselerden biri yıkıldı ve yerine bir ev yapıldı. Diğeri ise bir dönem cami olarak kullanıldığı için yıkılmadı ama harabe durumunda. Köyün yukarısındaki manastır da öyle... Köyün çeşmeleri, Anadolu ve Ermeni mimarisine özgün birer örnek teşkil ediyor. Her ikisi de çok gözlü, çok kemerli çeşmeler.

‘Yukarı Çeşme’nin üzerindeki kitabede görülen Ermenice ibare, 1634 yılına işaret ediyor. Neredeyse 400 yıllık geçmişi olan çeşmeler, proje ekibi el atmadan önce, yıkılmaya yüz tutmuş durumdaydı.

Anneannesinin Ermeni olduğunu, asıl adının Seher değil Heranuş olduğunu, Habap’ta doğduğunu yirmili yaşlarındayken öğrenen Fethiye Çetin’e, kitabı yayımlandıktan sonra bir telefon gelir; “Köyünüzü gezmek isterseniz rehberiniz ben olmak isterim” demektedir karşıdaki ses. Çetin, bu telefon üzerine, 2009’un Mayıs ayında Habap’ın yolunu tutar. Bu ilk ziyaretinde, köylüler, ona, restore edilmesi gereken iki çeşmeden söz ederler. Çetin, İstanbul’a döndüğünde mimar Arat Dink’ten, kendisini restorasyon alanında uzmanlaşmış mimarlarla tanıştırmasını ister. Böylece, Fethiye Çetin ile mimar ve restorasyon uzmanı Nihan Güzererler Sağman’ın yolları kesişir.

Nihan Güzererler Sağman ve arkadaşları Mehmet Erkök, Savaş Ekinci, Özge Altınkaya Erkök de köye giderek, gönüllü olarak işe koyuldular. İlk olarak çeşmelerin çizimlerin yapıldı ve restorasyon projesi hazırlandı ve Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na sunuldu. Projenin Nisan 2010’da onaylanmasının ve Kültür Bakanlığı’nın da restorasyona katkıda bulunmayı kabul etmesinin ardından, Fethiye Çetin’in öncülüğünde çalışmalar başladı. Hrant Dink Vakfı, Chrest Vakfı, Açık Toplum Vakfı ve özel sponsorların katkıları ile sürdürülen projede, Çetin’in yanı sıra Hrant Dink Vakfı’ndan Zeynep Taşkın ve mimar Nihan Güzererler Sağman da aktif olarak yer aldılar.

Proje ekibi köyde çalışmaya başlayınca bazı köylüler “Ermeniler geri gelip mallarımızı alacak”, bazıları da “Bunlar defineci, dedelerinin sakladığı altınları almaya geldiler” diye düşünerek, proje ekibini köyde istemediler. Fakat köylüler ekibi tanıdıkça şüpheler kayboldu, buzlar eridi.

Fethiye Çetin’in anneannesinin anlattıkları dışında köye dair bilgisi olmayan ekip Habap’la ilgili Ermenice kitaplar aramaya başladı. Sonunda Dikran ve Suren Papazyan’ın köye ilişkin iki ayrı kitabı bulundu. Bu kitaplar, Hrant Dink Vakfı aracılığıyla Türkçeye çevirildi. Böylece, köyle ilgili daha geniş bilgilere ulaşıldı.

Ekip projeyi uygulamak için Haziran’da köye gittiğinde, kalacak yer arayışına girdi. Depremde boşaltılmış ve yıkım kararı verilmiş bir ev vardı. Köylülerden bazıları onlara bu evi önerdi. Projede çalışacak mimarlar uygun bulunca, köylülerin yardımıyla ev oturulur hale getirildi. Evin eşya ihtiyacını gideren köy halkı, ekibe sürekli yiyecek, içecek taşıdı.

Gönüllü gençlik ağı

Hrant Dink Vakfı bu proje için, bir ‘gönüllü gençler ağı’ oluşturdu. Ermenistan’dan, Fransa’dan, Amerika’dan onlarca gönüllü genç köye gitti. Öte yandan, yurtiçinden gönüllüler ve köyün gençleri de restorasyon çalışmasına katkıda bulundu. Türk, Kürt ve Ermeni gençler bu çalışmada elbirliğiyle görev aldılar; çeşmelerin restorasyonuna yardım etmekle kalmayıp, köyün çocuklarıyla birlikte köyün okulunun duvarlarını rengârenk boyadılar, sohbet toplantıları, resim atölyeleri düzenlediler.

Bir süre sonra, Habap çeşmeleri restorasyon projesi, sadece bir inşaat işi değil, gençlerin, yaşlıların, yöre sakinlerinin, mimari ekibin ve tüm proje ortaklarının katılımıyla gerçekleşen bir geçmişle yüzleşme projesine dönüştü. Tüm bu çalışmaların, köyde yaşayanlar, proje ekibi ve köye gelen gönüllü gençler üzerinde dönüştürücü bir etkisi oldu. Ninesi, büyükninesi Ermeni olan fakat bunu dile getirmekten çekinen, ya da utanarak söyleyen bazı köylüler, artık “Benim nenem de Ermeni’ydi” sözünü gururla sarf eder olmuştu. Bazıları da, Ermeni nenelerinden duydukları ne varsa yavaş yavaş anlatmaya, eteklerindeki taşları dökmeye başladı. Proje ekibinin kaldığı ev günlerce, aylarca hiç boş kalmadı.

Suları birlikte akıtalım

Yaz boyu süren çalışmanın tamamlanmasının ardından, güneşli bir sonbahar gününde, çeşmeler davullu zurnalı bir törenle açıldı. Açılış kutlamaları iki gün, iki gece sürdü. İlk gün resmi açılış yapıldı; ertesi gün, köyün kadınları ve ‘Kadına Şiddetle Mücadele Günü’ için Diyarbakır’da bulunan kadınların da köye gitmesiyle devam etti.

İlk gün yapılan törene, Kovancılar Belediye Başkanı Bekir Yanılmaz, Kovancılar Kaymakamı Selçuk Aslan, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Nazif Bilginoğlu ve Köy Muhtarı Hayati Yarmadere katıldı. Törende bir konuşma yapan Fethiye Çetin “Yıktıklarımızı yeniden yapalım. Habap çeşmelerini birer barış çeşmesi haline getirelim. Bu çeşmelerden  suları birlikte akıtalım. Bu çeşmeden su içen bütün atalarımızın ruhu şad olsun” dedi.

‘Hep bugünü hayal ettim’

Avukat Mahmut Dindar (33),
‘Anneannem’ 
kitabını okuduktan sonra
Fethiye Çetin’e ulaşıp, onu
köyüne davet etmiş ve ona
rehberlik yapmış.
Çocukluğu Habap’ta geçen Dindar,
hatırladığı kadar öyküyü,
gördüklerini, 
hayallerini ve 
bu projeye dair hislerini anlattı

 

Fethiye Hanım’ın kitabını okuyup onu köye davet etmiştim. Buraya geldiğinde, elimden geldiğince ona yardımcı olmaya çalıştım. Başlangıçta köylülerle kaynaşmada sorun yaşandı. Benim çocukluğum burada geçti. ‘Ermeni’ kelimesi biraz gizli saklıydı, söylenmezdi pek. Bu çalışmanın temel amaçlarından biri önyargıların kırılmasıydı ve bunu büyük oranda başardık. Ben yaşım itibariyle köyün tarihine çok hâkim değildim ama yaşlılardan duyduklarımız genelde acı hikâyelerdi. Çocuk aklıyla bile, çevreye baktığınızda ister istemez bir tuhaflık olduğunu hissediyorsunuz. Çeşmeler, kilise, manastır hep göz önünde. Ermeniler yok ama onlardan kalan eserler var. Hep bir merak vardı içimde. Benim dedelerim buraya 1915’ten sonra karşı köyden gelip yerleşmişler. Yaşlı Ermeni neneler vardı eskiden. Mesela babamın amcası Ermeni bir kadınla evliymiş. Hep iyi anlatırlardı onu, “çok şefkatli, çok iyi bir kadındı” diye... Ermenice ismini hatırlayan yok, sonraki ismi Fatma’ymış. Acı hikâyeler duyuyorduk. Bir kadın varmış, evlendiği halde dinini terk etmemiş. Çocuğunu öldürmüşler. Delirmiş. Yeniden çocukları olmuş. Hiçbir zaman Müslümanlığı kabul etmemiş, sonuna kadar direnmiş. Kadıncağız öldüğünde cenaze namazı kılınmamış.

Burada hâlâ Ermeni kadınlar için ‘Kırung’, erkekler için de ‘Dıha’ kelimesi kullanılıyor. Bu kelimelerin anlamını Fethiye Hanım’dan öğrendim. Bilmiyordum Ermenice olduklarını. Hâlâ kullanılan yer isimleri var. Bazen mezarlığa gittiğimde, üzerinde haç olan taşlara rastlıyorum. Çocukluğumda amcamın tarlasında bir haçkar vardı. Köylüler o taşları yerlerinden alırken yok etmek için değil, kullanmak için alıyor. Çünkü kilise ya da mezarlık taşı köylüler için bir anlam ifade etmiyor.

Habab, Havav, Kağtsrahayats ve süt

Palu’nun Havav köyündeki manastıra ‘Kağtsrahayats’ dendiğini bilir miydiniz? ‘Tatlı Bakış’ın anlamını bu manastırın (şimdilerde harabesinin) bulunduğu tepeye tırmanıp ovayı seyretmeden anlayamaz insan.

Belki de bu nedenle “Amerika’da bir ‘Kağtsrahayats’ inşa edelim, orada toplanalım, hiç kimse Havav’ı özlemesin” demiş, Amerika’ya göç eden Havavlılar. Peki, Palu Manastırı’nın duvarının harcında süt olduğunu bilir miydiniz? Süt... Dünyaya gelir gelmez tattığımız, halis ana sütü. Ne kadar tatlı değil mi, manastırın duvarının harcına süt karıştırılması fikri? Bir yerde okumuştum, eskiden, Karabağ’da, Hampartsum bayramında buğday tarlalarını beslemek için toprağa ana sütü dökerlermiş. Dahası, manastırın bahçelerindeki ağaçların verdiği meyveleri ziyaretçiler dışında kimse yemezmiş. Gelenek işte, özlem... Özlem deyince; Havavlı bir genç Amerika’dan döndüğünde, yaşlı babası buyur etmiş oğlunu, evin başköşesine, yani tandırın başına. Fakat oğlu babasına dönüp, “Baba, ben bu evin ahırını bile özledim” demiş.

Suren Papazyan’ın anılarından derleyen: Sarkis Seropyan

 

Restorasyon Uzmanı Mimar Nihan Güzererler Sağman:

‘Şen şakrak, güle oynaya çalıştık’

Arat Dink, üniversiteden sınıf arkadaşım. Daha önce arkeolojik kazılarda gönüllü olarak çalışmıştım. Arat’a da, gönüllü olarak bir projede yer alabileceğimi söylemiştim. Fethiye Abla böyle bir proje üzerine çalışıyormuş. Arat beni Fethiye Abla’yla tanıştırdı.

İlk iki gelişimizde köylülerin evlerinde kaldık. Çok sıcak ilişkilerimiz oldu. Biz çeşmenin başında ölçü alırken yanımıza gelip “Orada altın
var değil mi” diyenler oldu. Çalışırken etrafımızda hep çocuklar vardı.
Şen şakrak, güle oynaya çalıştık. Gönüllüler eskitme işi yaptılar, killeri
elleriyle sıvadılar, kazma kürek işine bile giriştiler.

Köye ilk geldiğimizde dört gün çalıştık. Proje için hazırlık ölçümleri yaptık. Sonra tekrar geldik. O sırada Yukarı Çeşme’yi sel basmıştı. Çizimlerimizi yaptık, kurula sunduk ve onay aldık. Çeşmeler özgün görünümlerini yitirmişti. Bir çeşmenin üzerinde, sonradan kazınmaya çalışıldığı belli olan bir haç işareti vardı. Çeşmeler büyük ölçüde yıkılmış, sonradan, üstünkörü bir şekilde tamir edilmişlerdi. Çeşmelerin, özgün hallerine en yakın şekilde restore edilmesine dönük bir proje hazırladık. Kurul, çeşmelerin mevcut hallerinin esas alınmasını isteyince ikinci projeyi çizdim. Elimizde çeşmelerin orijinal görüntüleri yoktu. Köyün yaşlılarıyla konuştuk. Üç boyutlu çizimler yapıp, onlara gösterdim, “Eskiden böyle miydi?” diye sordum. Köylülerin yanıtlarıyla belli bir noktaya vardık. Şimdi, çalışmaların tamamlanmasının ardından, “Evet, böyleydi” diyorlar.

YURTDIŞINDAN GELEN GÖNÜLLÜLER
HABAP’LA İLGİLİ DUYGULARINI ANLATTI

Nanée Malek-Stanians:

‘Önyargılarımı yenmeme vesile oldu’

Habap’a gitmeden hemen önce bir ay Ermenistan’da kalmış, orada sürdürülen bir projeye gönüllü olarak katılmıştım. Hâlâ onun heyecanını taşıyor ve gönüllü çalışmalara devam etmek istiyordum. Arkadaşım Şuşan Kerovpyan bana Türkiye’deki bu restorasyon projesinden söz ettiğinde hiç tereddüt etmedim. Bu, Türkiye’yi ziyaret etmem ve bu ülke ve insanları hakkındaki önyargılarımı yenebilmem için mükemmel bir vesile oldu. Başlangıçta biraz korkuyordum ama sonra bu korkunun yersiz olduğunu anladım. Bu kadar misafirperver ve iyi insanlarla hiç tanışmamıştım. Orada köy halkıyla birlikte olmak, onların hayatlarına dahil olmak, aynı zamanda ve en önemlisi tarihi ve kültürel mirasımızın restorasyonuna katılmak beni çok memnun etti. Fethiye Çetin’e ve Zeynep Taşkın’a bu harika girişimleri nedeniyle minnettarım. Geri gelip çalışmaya devam etmek için sabırsızlanıyorum.

Maral Kerovpyan:

‘Yüzleşmek için önemli bir adım’

Habap’a gitmek, köylülerle yaşamak ve çeşmelerin restorasyonunda çalışmak benim için bir hayalin gerçekleşmesiydi. Diaspora Ermenilerini, Kürtler, Zazalar ve Türklerin yaşadığı tarihi topraklara, köylülerin ve ziyaretçilerin yıllardır su içtiği çeşmelerdeki restorasyon çalışması kapsamında getirmek çok değerli bir tecrübeydi benim için. Bu çeşmeleri, bu hayat kaynağını tamir etmek, geçmişte yaşanan ve bugün hâlâ devam eden acılarla uzun vadede yüzleşmek açısından önemli bir adımdı. Birbirimizi tanımak, ortak bir çalışma alanında daha aydınlık ve arkadaşça bir gelecek kurmak açısından da öyle. Yapılacak çok iş var, ve bunları birlikte yapacağız. Fethiye Çetin ile Zeynep Taşkın’a özel teşekkürlerimi iletiyorum.

Anuş Suni:

‘Bu köyde hayatım değişti’

Projeyi ilk duyduğumda çalışmanın içinde olmayı istedim. Bulduğum ilk fırsatta köye gittim. Köy, beklediğimden çok daha güzeldi. İlk gidişimde 10 gün kaldım. Ardından, kısa bir süre sonra tekrar gittim. İlk gidişim proje için, köyün tarihini öğrenmek için, çeşmeler içindi, ikincisi ise insanlar için. Köyde tanıdığım herkes hayatımı bir şekilde değiştirdi. Kimi bana bilmediğim bir yemek yedirdi, kimi yeni bir oyun gösterdi, kimi de küçük hayat dersleri verdi. Herkesi o kadar sevdim ki, hayatım boyunca kalbimde kalacaklarını biliyorum.

HABAPLILARIN DÜŞÜNCELERİ

Mehmet Hadi Şerifoğlu (çiftçi):

‘Nenemin adı Surik’miş’

Benim nenem Ermeniydi. Adı Surik’miş, sonra Hatun olmuş. Öldüğünde 9-10 yaşlarındaydım. Rüya gibi hatırlıyorum. Çok akrabası ölmüş. Çok güzelmiş nenem, dedem hemen kapmış onu. Benden daha uzundu, elma gibi yanakları vardı. Omuzlarına şal alır, beline kuşak takardı. Öyle yakışırdı ki… Kardeşleri Amerika’daydı. Eskiden nenemle mektuplaşıyorlardı, şimdi adreslerini bile bilmiyoruz. Hiç görüşmedik onlarla. Çok severdim ben nenemi. Annemi bile o kadar sevmedim. Tandır ekmeği pişirirdi bize. Benim babaannemdi, muhtarın da anneannesi olur. Bu nenemin 50 tane torunu var.

 

Yusuf Özcan (emekli öğretmen):

‘O acı bizim benliğimizde’

Bu topraklarda o zavallıların kanının, kemiklerinin, acılarının kokusunu duyduk. O acı bizim benliğimize sinmiş. Gece uykularımıza giriyor. Biz onu hissettik. Ama maalesef bizim memleket onu hissetmemiş. Eğer yüzde biri, yüzde ikisi hissetseydi bugün insanlar gözyaşı dökerlerdi. O acıyı hisseden çok az insan var. Bize unutturdular. Burada kimin yaşadığını hiç kimse bilmiyor. Bu millet sanıyor ki evvelden beri buradalar, kendilerinden önce başka kimse gelip geçmemiş buradan. O gördüğü güzel taşları acaba kim yaptı, bu taşın sahibi kimdir, bunu bile düşünmemişler. Oysa geçmişte bu memleketi memleket yapan insanlar varmış, bu memleketin ustaları varmış, bu memleketi doyuran, bu memlekete bereket getiren insanlar varmış. Hepsi yok olmuş. Fakat kimse yok olduklarının farkında değil, çünkü duymamışlar, görmemişler. Şimdi
“bu çeşmeyi yapan köylü sizin köylünüzdü” dediğinizde kimse buna inanmıyor.

Mehmet Kılıç (çiftçi):

‘Başından beri destekledim’

Şu çeşmelerin güzelliğine bakın... Bununla gurur duyarız, mutluluk duyarız. Yapanlardan Allah razı olsun. Çevre düzenlemesi, ağaçlandırma yapılmasını da istiyoruz. Başımızda dağ gibi bir ablamız (Fethiye Çetin) var. Bir tane de kilisemiz var. O da onarılırsa mutlu oluruz. Köyümüze daha çok turist gelir. Birbirimize çok alıştık, onlar gittiği zaman üzüleceğiz. Kardeş olduk burada. Amerika’dan, Ermenistan’dan, Fransa’dan gelen arkadaşlarla tanıştık. Bu bizim için çok iyi bir şey. Ben köye ilk gelen ailelerden birine mensubum. Burada eskiden Ermeniler yaşarmış, şimdi hiç Ermeni yok. Çalışmak için buraya ilk geldiklerinde bazıları tedirgin oldu ama ben baştan beri destekliyorum. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun, kimsenin yaşam biçimini engellememeliyiz. Peygamberimiz de ayrımcılık yapmadı. Bizde ayrımcılık yoktur.

 

Kategoriler

Kültür Sanat Mimari