Bir sözleşme olarak ‘Türklük halleri’

EFE BEŞLER

Sözleşme denince, iki veya ikiden çok tarafın bir konu üzerinde yaptığı yazılı veya sözlü mutabakat akla gelir. Genellikle sözleşmeler taraflar için bağlayıcıdır; uymaları ve yapmaları gereken maddelerle bir işin anlaşılan kıstaslarla yürütülmesini ifade eder. Sözleşmeler çoğunlukla hukuki bir gerekçeye dayanarak (barış, ticaret vb.) imzalanır ve günün birinde taraflardan biri sözleşmeyi bozarsa cezalandırılır. Bu, ‘sözleşme’ denildiğinde zihnimizde uyanan ilk anlamdır. Bu nevi sözleşmeleri milattan önceden bugüne kadar getirebiliriz. Toplumsal sözleşme kavramını ise Thomas Hobbes ve Jean-Jacques Rousseau’da bulabiliriz. Anayasa da bir toplum sözleşmesidir; devlet ile yurttaş arasında yapılan bu sözleşme taraflar için sınırları, yapılması veya yapılmaması gereken ‘şey’leri belirler. Fakat bazı sözleşmeler vardır ki, imzası veya bir metni olmaz. Bu tip sözleşmelerdeki maddeler karşılıklı olarak bilinir ve içselleştirilir. Böylelikle taraflar neyin yapılıp yapılmayacağı veya neyin söylenip söylenemeyeceğini gayet iyi bilir ve ona göre tavır alırlar. Bazı konular tabudur ve dokunulmaz. Toplumun her katmanı bu sözleşmenin kurallarının gayet farkındadır ve sözleşme ihlal edildiği vakit cezalandırılmaktan da kaçınılamaz. Soyut gibi görünen bu sözleşme tipi aslında günlük hayat pratiklerinde somutlaşmış bir şekilde vücut bulur, teneffüs edilir. Dünyada birçok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de toplumla devlet arasında yapılmış zımni sözleşmeler vardır. Özellikle Osmanlı’dan bu yana Ermeni Soykırımı, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra yapılan Dersim Katliamı gibi tabu konular toplumdan özellikle saklanır. Bir yandan da toplum tarafından içten içe bilinir, sessizce konuşulur. Bu tip adeta bir sessizlik, suskunluk sözleşmesidir.   

Türünün tek örneği 

Ocak ayının ilk haftası Dipnot Yayınları’ndan çıkan Barış Ünlü’nün kitabı fiilen yürürlükte olan bu tip bir sözleşmeyi anlatıyor. Barış metinine imza attıktan sonra KHK ile Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi bölümünden ihraç edilen Yrd. Doç. Dr. Barış Ünlü, Türkiye’nin ana sorunlarına çok farklı bir açıdan baktığı ‘Türklük Sözleşmesi’ kitabıyla düşün dünyasında yeni bir alan açıyor. Belki de türünün Türkiye’deki tek örneği. Yazmış olduğu kitapla Türklerin kendine ayna tutmasını sağlarken, Türklük performasını imtiyazlar seti halinde okuyucuya sunuyor. Bu seti pozitif ve negatif imtiyazlar olarak tarif ederken, aslında yazılı olmayan, ama çoğunluk tarafından gayet içselleştirilmiş olan sınıflar-üstü, ideolojiler-üstü Türklük halinin performatif yapısını bir arkeolog gibi kazıp ortaya çıkarıyor, Türklük Sözleşmesi kavramını tarihsel ve etno-dinsel bir pozisyondan Ermeniler ve Kürtlerin durumundan örnekler vererek açıklıyor. Kürtlerin zihinlerine, bedenlerine işlemiş algılarla ilgili örnekleri bire bir yaptığı görüşmelerle Türklük Sözleşmesi’ne karşı nasıl pratik korunma alanları yarattıklarını gösteriyor.    

Ünlü, Türklük kavramını literatürde çoğunlukla yapılageldiği gibi etnisite, vatandaşlık, ulusal kimlik veya ideolojik aidiyet üzerinden ele almıyor.  Bu kavramı daha makro bir bakış açısından ele alarak, sınıflar ve ideolojiler-üstü ortaklıkları ve benzerlikleri buluyor. Bunlar, belli görme, duyma, algılama, bilgilenme, ilgilenme, duyumlanma, tavır alma hallerini ve biçimlerini çıkartarak, tarihsel, toplumsal ve etno-dinsel yapının bir ürünü olduklarını ifade ediyor. Elbette yazarın sunduğu kavramın bazı noktaları okuyuculara farklı gelebilir. Hatta eleştirenler de çıkabilir. Kitapta tarif edilen Türlük halleri ve performanslarının otomatik bir şekilde tezahür ettiği, ve böylece bilincinde olmadan, genellikle de refleksif bir şekilde ortaya çıktığından bahsediliyor. Türklük performanslarının Kürtler ve Ermeniler tarafından gayet iyi bilindiğini ve buna göre hayatta kalma stratejilerinin geliştirildiği belirtiliyor. Barış Ünlü’nün çalışmasında verdiği örnekler ise çok çarpıcı ve aynı zamanda birçoğumuzun çok iyi bildiği gerçekler, içselleştirdiği davranış biçimleri… Mesela özelde 1915’te yapılan Ermeni Soykırımını kabul ederek, genelde ise Türkiye Cumhuriyeti’nde gayrimüslimlere yapılan baskı ve şiddetin aleyhine siyaset yapılamayacağını ifade ediyor. Kürtlerin de kendi öz-benliklerini ortaya koydukları, kimliklerini Türklük kavramına karşı ifade ettikleri zaman özgür siyaset yapmalarının engellendiğini ve engelleneceğini de…  

Sözleşmenin kuralları 

Buradan hareketle ‘Türklük Sözleşmesi’nin olağan kurallarına geliyoruz. Bu sözleşme aslında ödüllendirme ve cezalandırma mekanizmalarıyla yürüyor. Ünlü’ye göre, ‘Türklük Sözleşmesi’ne uyan kişi potansiyel ödül ve ceza mekanizmalarını gayet iyi biliyor. Ödülden kasıt  siyaseten tabu olan konulara dokunmadan ya da kenarından geçerek, belli imtiyazlara sahip olduğunu bilmesidir. Bu, sınıfsal olarak da, en zenginden en fakirine kadar, yer yer farklı olsa da, geçerli bir kurallar seti. Yani bu sözleşmeyi içselleştiren bir Türk, iş bulabiliyor, toplumsal hayatın çeşitli alanlarında yerini sağlamlaştırabiliyor, yükselebiliyor, statü kazanabiliyor. Bu imtiyazlar seti ile kendi konforunu garantiye alıyor. Yeter ki devletin engel koyduğu alanları aşmasın. Ermenilerden, Ermeni Soykırımı’ndan, Dersim Katliamından (son dönemde soykırım da denmekte), Kürtlerin bastırılması ve dilinin yok sayılması gibi konularla ilgili herhangi bir eleştirel yorum veya duygudaşlık yapmasın. Yazar sol siyasetin de devlet tarafından cezalandırıldığını vurgulamakla beraber, bu can yakıcı konulara girildiğinde Türklük Sözleşmesi’nin cezalandırma mekanizmalarının devreye girdiğini, hapis, ölüm, işinden uzaklaştırma, çevresinden dışlanma gibi farklı türdeki cezaların işletildiğini belirtiyor. Bu nedenle, Türklük Sözleşmesi bir tarafından da, görmeme, duymama, ilgilenmeme, duygulanmama hakkını negatiflik içinde veriyor imtiyazlı kesime. Ünlü, kitabında bu durumu, ‘Görme ve görmeme, duyma ve duymama, bilme ve bilmeme, ilgilenme ve ilgilenmeme, duygulanma ve duygulanmama biçimleriyle kişinin güç hiyerarşisindeki etnik ve sınıfsal pozisyonu arasında yakın bir ilişkisellik’ olduğunu söylüyor. Türklüğün yukarıda bahsedilen negatif halleri, Türklük Sözleşmesi’nin birer parçaları olan siyaset, yargı, diyanet, medya, aile ve üniversite ile korunuyor. Böylece Türklük Sözleşmesi’nin dışında kalan kesimlerin (Kürtler, Ermeniler, Rumlar vb.) düşünceleri değersizleşiyor. Dışarda kalanların söylediklerine itibar edilmiyor. Ünlü, konuyu buradan aydınlara getirerek, evrenselci düşünceye sahip olan Türklerde dahi bu bilgisizliğe, ilgisizliğe rastlanabileceğini ifade ediyor. Ama bu ilgisizlik ve bilgisizliğin bilgileri olmadığı için değil, o bilgiyi ciddiye almadıkları, o bilginin doğru olmadığını düşündükleri, o bilginin arkasında bir ‘bit yeniği’ olduğunu varsaydıkları için oluştuğunu söylüyor. Yani bir yönüyle de o bilginin doğru olduğunu kabul ettikleri vakit konforlarının muhtemelen bozulacağını ve dışlanmış kesimlerle duygudaşlık yapmak zorundan kalabileceklerini düşünüyor olmalılar; çünkü böyle bir bilgi karşında ahlaki olarak harekete geçip, mağdur olan kesimlerle duygudaşlık kurmasını gerektiriyor.  

Siyah ve beyaz 

‘Türklük Sözleşmesi’ kavramını kısaca anlattıktan sonra kitabın diğer bölümlerine değinmek istiyorum. Barış Ünlü, kitabında ‘Türklük Sözleşmesi’ kavramını oluşturmak için öncelikle Siyahlık ve Beyazlık ile kadın çalışmalarına başvuruyor. Siyahların beyazlar (erkeklik de denebilir) karşında tarihsel dezavantajlarını bilim insanlarının yaptığı çalışmalarla ortaya koyarak, Müslümanlık ve Türklük Sözleşmesi kavramıyla analoji kurarak açıklamaya çalışıyor. Aslında Beyazlık, Siyahlığın getirdiği güçsüzlükler, imtiyazsızlıklarla kendini var edebilmektedir. Eşitsiz olan bu ilişki biçimi Siyahları imtiyazsız bıraktığı gibi, Beyazlar da bu güçsüzlüğü kullanarak imtiyazlarını geliştirmektedir. Böylece imtiyaz sahibi bir beyaz, toplumsal cinsiyet ve sınıf sayesinde maddi ve psikolojik avantajını yeniden üreterek gelecek nesillere aktarabiliyor. Ünlü bu kavramları kullanarak içerdeki-dışardaki kimlik oluşumlarını farklı ve uzak ülkelerle karşılaştırarak ifade ele alıyor. ABD ve Güney Afrika örnekleriyle Siyahların uğradığı ayrımcılığı göstermekle kalmıyor, Beyazların buna ‘siyahların sorunu’ olarak baktığını ve sorunun kendi Beyazlıklarında olabileceğini göremediklerinden söz ediyor. Halbuki ‘Siyahilerin sorunu’ aynı zamanda Beyazların ta kendisi oluyor. Kadın-erkek ilişkisi de bunun bir başka versiyonudur. Bir erkeğin erkeklik halinin farkında olmadan kadın haklarına dair ahkâm kesmesi de çok benzer bir yaklaşım biçimidir.  

Ünlü, ‘Siyahlık Beyazlık’ çalışmaları ile teorize ettiği karşılaştırmalı imtiyazlar seti kavramını, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ortaya çıkan ‘Osmanlılık Sözleşmesi’ ve ardından gelen ‘Müslümanlık Sözleşmesi’ne bağlayarak anlatıyor. ‘Osmanlı Sözleşmesi’nin 2. Abdülhamit zamanıdan çökmesiyle yerine geçen ‘Müslümanlık Sözleşmesi’nin arka planını anlatan Ünlü, buradan Jön Türkler ve sonrasında kurulacak olan İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin yönetici kadrosu ve teorisyenlerinin zihin dünyasını irdeliyor. Ve böylece 1915 Ermeni Soykırımı’nın arka planı tarihsel bir izlek içinde sunuluyor. Ermenilerden ‘temizlenen’ Anadolu coğrafyası 1923’e kadar süregelen Hıristiyansızlaştırma (mübadele) projesiyle devam ediyor.  Kitapta Müslümanlık Sözleşmesi’nin tarihsel oluşumu ve gelişimi anlatıldıktan sonra, Türklük Sözleşmesi’nin yürürlüğe nasıl girdiğinin haritası çıkarılıyor. Müslümanlık Sözleşmesi daha geniş bir alana hitap ederken, Türklük Sözleşmesi ile alan 1923’ten sonra daha da daraltılıyor. Bu alanın kapanmasının aynı zamanda Gayrimüslimlerin ve Kürtlerin dışarda kalması anlamına geldiğini anlatıyor. 

‘Türk olmak’

Kitabın esas can alıcı noktalarından biri ‘Türlük İmtiyazları, Performansları ve Halleri’ olarak karşımıza çıkıyor. Bu bölümde imtiyazların ‘Türklük Sözleşmesi’ne uyanlarda doğallaştığını, normalleştiğini belirtilirken, imtiyaz sahibi olmayanların yaşadıkları acının unutulmadığı da ifade ediliyor. Türklük hali ideal bir stereotip olarak karşımıza çıkıyor. Ünlü, ‘Türk olmak, belli şekillerde konuşmayı, düşünmeyi, görmeyi, bilgilenmeyi ve duygulanmayı öğrenmek demektir; çünkü Türklük Sözleşmesi’ne dahil olan ve dolayısıyla sözleşmeden faydalanmak isteyen kişilerden belli şeyleri yapmak anlamında bazı pozitif performanslar beklenir’ diyor. Dolayısıyla temel Müslümanlıksa Türkçe konuşmak da diğer bir kuraldır. 1920’lerden sonra dayatılan ‘Vatandaş Türkçe Konuş!’ kampanyaları da bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Ya da Kürtlere çocukluktan itibaren Türkçe’nin tek bir dil olarak dayatılması da bu bağlamda anlamlı bir örnektir. Dil ile başlayan bu Türklük hali her kuruma sıçrayarak devam etmekte ve diğer dilleri kapsam dışına atmaktadır. Böylece dışarda kalan kimlikler Türklük Sözleşmesi’ne ya uyacak ya da cezalandırılacaktır. Bir Türk, Kürt’ün anadilini önemsemeyerek Türklük Sözleşmesi’ne zımnen destek vermiş olacaktır. Kitapta bu ayrıntılar yapılan görüşmelerle desteklenerek, Kürtlerin zihin dünyasında Türklük kavramının yerini oldukça net bir şekilde anlatıyor. Kürtlerle kalmayan bu ayrım, Yahudilerin hayatta kalma stratejilerine de vurgu yapıyor. Çocukluktan beri iyi Türkçe konuşmanın öğretilmesi ve siyasi konularda yorum yapmamaları da Türklük Sözleşmesi’ni direkt olarak bozmak istememeleriyle de alakalı olduğu ifade ediliyor.   

Bu konuya ek olarak Ünlü, sosyologlarla ilgili de bir paragrafta şöyle diyor: ‘Türkiye’de bir sosyolog, bir meseleyi incelerken bir sosyolog olarak değil, bir Türk sosyoloğu olarak inceler’. Anlaşılacağı gibi, olgulara bilimsel bakmak yerine, Türklük Sözleşmesi’ni bozmadan tabu bir konuya ya kendi Türklüğü, yani haklılığı üzerinden bakıyor, ya da hakikatin yanından dolaşarak ifade etmeye çalışıyor. Ünlü’nün kitabında örnek verdiği isimlerden biri de sosyolog İsmail Beşikçi. Kendisi Kürt araştırmaları yaptığı için devlet tarafından 17 yıldan fazla hapis yatması örneğini veriyor. Yani İsmail Beşikçi ‘Türklük Sözleşmesi’nin sınırlarına çıktığı ve uymadığı için cezalandırıldığını ifade ederek yaşamından kısa pasajlar sunuyor ve akademinin nasıl suskun kaldığını işaret ediyor. Ermeni Soykırımı, Kürtler, Gayrimüslimler hakkında nesnel yayınların yıllarca Türk Akademisinde yeterince yapılmadığını söyleyerek, Türklük Sözleşmesi’nin üniversitelerde bile içselleştirildiğini belirtiyor. 

Türklük SözleşmesiBarış Ünlü
Dipnot Yayınları
386 sayfa.