‘Mahşerin Dört Atlısı’na farklı bakış

BÜRKEM CEVHER

Nobel ödüllü yazar Patrick White’ın ‘Arabadakiler’ isimli romanı İletişim Yayınları tarafından yeniden basıldı. Murat Belge’nin çevirisi ve Barış Özkul’un önsözü ile yayınlanan romanda yazar roman yazmanın gerçek bir sanat olduğunu göstermekle kalmıyor, son derece sarsıcı ve etkileyici bu romanla mahşerin dünya üzerinde yaşandığını da gözler önüne seriyor. 

Romanın önsözünün kitap bittikten sonra okunması ise faydalı olacaktır zira Barış Özkul önsözde romanın sonunu söylüyor. Elbette sonunun bilinmesi kitabın etkisini hiçbir şekilde azaltmıyor, bilakis kitabın sonuna yaklaştıkça okurun gerginliğini daha da arttırıyor bu bilgi. Özkul çeşitli okuma biçimlerine önsözde değinmiş. Ben ‘Mahşerin Dört Atlısı’ miti üzerinden okudum kitabı, tabii dilerseniz dört ana karakterin hikâyesini herhangi bir arka plana bağlı kalmadan okuyabileceğiniz gibi, Kabala geleneğinden çarmıha geriliş mitine uzanan bir tema çerçevesinde de okuyabilirsiniz. 

Sıradışı dostluk

Miss Hare, anne ve babası için tam bir hayal kırıklığı olmuştur. Ebeveynlerinin aksine Miss Hare oldukça çirkindir, insanlarla konuşmaktansa bitki ve hayvanlarla dostluğu tercih eder. Doğaya dair sezgileri ne kadar güçlüyse insanlarla ilişkileri o kadar zayıftır. Nasıl konuşacağını bilemez, kasabada yarı deli olduğu farz edilir. Koca malikânede yaşamını sürdürmeye çalışır ama artık parası yoktur; çoğu zaman aç gezer, karnının acıktığını dahi fark etmez. Ekmek kabuklarını kemirmek onun için yeterlidir. Bu haliyle mahşerin siyah atı olan açlık ve kıtlıkları simgeler. 

Himmelfarb bu dörtlü içinde eğitim almış tek kişidir. Almanya’dayken üniversitede profesör olan Himmelfarb Nazi Almanyası’nda sağ kalmayı başarmış ama çok sevdiği karısının Naziler tarafından götürülmesine engel olamamıştır. Bu acının kefaretini ödemesi gerektiğini düşünür. Almanya’dan kaçtıktan sonra Avustralya’ya iltica eder. Orada Harry Rosetree’nin fabrikasında çalışmaya, kasabada derme çatma bir kulübede yaşamaya başlar. Yahudi kimliği nedeniyle burada da hakarete uğrar ama o bütün hakaret ve tacizleri bir nevi hazla kabul eder. 2. Dünya Savaşı’nın acılarına tanıklık eden, bir çoğunu bizzat yaşayan Himmelfarb mahşerin, savaşlarda dökülen kanı simgeleyen kızıl atıdır.

Alf Dubbo ise annesi tarafından terk edilir ve bir rahibin himayesine verilir. Rahibin kız kardeşi Mrs Pask’tan en büyük tutkusu olan resim dersleri alır. Ancak rahibin tacizine ses çıkarmadığı hatta buna razı olduğu için cennetten kovulur. O da Rosetree’nin fabrikasında temizlik yaparak hayatını kazanır, kazandıkları ile gerekli malzemeleri alarak resim yapmaya devam eder. Ancak sürekli kan tükürmektedir ve sağlığı gittikçe kötüye gitmektedir. Rahibin cennetinden kovulduktan sonra frengi de geçiren Dubbo mahşerin, salgın hastalıkların simgelendiği soluk atıdır.

Mrs Godbold ise kendisine şiddet uygulayan kocası ile yaşar, bir kısmı hayatta olmayan bir sürü çocuk doğurmuştur. Kocasının şiddetine karşı çıkmadığı gibi onu sevmekten de vazgeçmez. Yardıma ihtiyacı olduğunu düşündüğü insanlara yardım eder, evinde çamaşır yıkayıp ütü yaparak hayatını kazanır. Çok dindar bir Hıristiyan olan Mrs Goldbold kasabanın dışında bir barakada yaşar, fakir olduğu için toplumun en alt kesiminden kabul edilir, saygı görmez. Yine de bunlar iyilik yapmasına, insanları sevmesine engel olmaz. Kutsallık ve paklığın simgelendiği beyaz atıdır mahşerin. 

Geçirdiği ateşli bir hastalık sırasında ona bakan Mrs Godbold ile dost olan Miss Hare, eski görkemli günlerini çoktan geride bırakmış Xanadu’nun harabeleri arasında Avustralya yerlisi Alf Dubbo ile karşılaşır, Yahudi bir mülteci olan Mordehay Himmelfarb ile arkadaş olur. Bu dört insanın dördü de bir yandan toplumun dışlanan kesimine aittir diğer yandan da toplumu simgeler. Kötülüğün yavaş yavaş yayıldığı sayfalarda kefaret, kendilerini ‘saygıdeğer’ kadınlar olarak gören Mrs Flack ile Mrs Jolly sayesinde ödenir. Ancak White’ın ustalığı, kötülüğü bu iki yan karakterde cisimleştirmesinde en iyi hissedilir. İki kadın bir araya gelip çay içtiklerinde bile okuyucuda belli bir huzursuzluk yaratmayı başarır White. 

‘Arabadakiler’ okunması zor bir roman. Gerek yaşanan acılar, gerekse White’ın dili okuyucuyu zorluyor. Buna ek olarak kitapta ne yazık ki İletişim Yayınları’ndan hiç beklenmeyecek yazım hataları var, bazı kelimelerin Türkçeleri yerine Türkçeleştirilmiş İngilizcelerinin kullanılması okuyucuyu rahatsız ediyor, hepsinden önemlisi de Mr ve Mrs unvanlarının karışması okuma keyfini zedeliyor. Umarım sonraki baskılarda bu hatalar giderilir. Ancak tüm bu sorunlara rağmen 2017’de okuduğum en iyi romanlardan olan ‘Arabadakiler’in okurlarını oldukça mutlu edeceğini, özellikle edebiyatseverlerin bu önemli kitabı kesinlikle kaçırmaması gerektiğini düşünüyorum. 

ArabadakilerPatrick White
Çeviri: Murat Belge
İletişim Yayınları
556 sayfa.