OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Umudumuz Avrupa mı?

Geçen hafta Avrupa’nın siyasi organlarının Türkiye’ye karşı yapacakları siyasi ve ekonomik hamlelerde, ki bunları ‘yaptırım’ olarak da tanımlayabiliriz, içinde bulunduğu çelişki ve ikilemlerden bahsetmeye başlamıştık. Ekonomik çıkar çelişkisi ve devletlerarası siyaset çelişkisi diye adlandırabileceğimiz çelişkileri belirtmiştik. Bu yazıda da Türkiye’deki olası istikrarsızlığın Avrupa için yaratacağı çelişkilerden bahsetmeye çalışalım. 

İnsan hak ve özgürlüklerini ihlal eden temel olarak devlettir ama sözünü ettiğimiz yaptırımların sadece devleti cezalandırması pek olası değildir. Yani, kitleler ve sosyal yaşam da bu yaptırımlardan olumsuz etkilenecek, siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, hatta sosyal patlama ihtimali ortaya çıkacaktır. Gene Türkiye’nin sağcı veya ulusolcu çevrelerinde Avrupa’nın/Batı’nın güçlü ve istikrarlı bir Türkiye istemediği sözü öteden beri tekrarlanır ama bu acaba ne dereceye kadar doğru? Evet, bölgesinde kendi iradesini ve tercihlerini diğer aktörlere empoze edecek kadar güçlü bir Türkiye istemezler muhtemelen (Hangi devlet başka bir devletin bu konumda olmasını ister ki zaten?) ama yarını belirsiz, istikrarsız bir Türkiye de istemezler gibime geliyor. Türkiye’yi ve Türkiyelileri çok sevdiklerinden değil elbet; istikrarsız bir Türkiye’nin onlar için de sorun teşkil edeceğinden. Türkiye’deki siyasi istikrarsızlığın Avrupa’daki milyonlarca Türkiyeli vasıtasıyla doğrudan Avrupa ülkelerine taşınma ihtimali bir yana, ki bunun belirtileri ortaya çıktı bile, Türkiye’deki muhtemel bir siyasi ve ekonomik istikrarsızlık insanlarla birlikte sorunların da Avrupa’ya akması sonucunu getirecektir. Türkiye, nitelik olarak değilse de nicelik olarak büyük bir ülke. 80 milyonluk bir ülkenin istikrarsızlığının sonuçlarını önceden kestirmek zor. Velhasıl, Avrupa’nın Türkiye’de demokrasiyi, insan hak ve özgürlüklerini çiğneyen bir rejim karşısında alacağı siyasi ve ekonomik tedbirler de, muhtemel siyasi istikrarsızlığın yaratacağı çalkantıların korkusuyla çekingen ve mütereddit olacaktır, nitekim öyle oluyor. Türkiye, hal ve konumu itibariyle Avrupa için atsan atılmaz, satsan satılmaz bir ülke, daha doğrusu devlet olmaya devam ediyor. Avrupa açısından ideal bir Türkiye, istikrarsız bir Türkiye değil, tam tersine, belli bir istikrar ve güven ortamını sağlamış, geleceğin belirsiz olmadığı, kulağı Avrupa’nın sözlerine, diyaloğa açık, kendini sorgulayabilen, sivil toplumun çalışmasına izin veren, böylece devleti ve toplumu demokratik değerler konusunda eğitilebilir, geliştirilebilir olan bir Türkiye’dir. AKP hükümetlerinin ilk sekiz-on yılında Avrupa’nın genel olarak desteğini almasının sebebi de, böyle bir Türkiye vadetmesi, bunun için adımlar atmış olmasıdır. Fakat, geldiğimiz nokta bu özellik ve beklentilerle taban tabana zıt, saldırgan, eleştiriye kapalı, devletin başat aktör olarak diğerlerini ezdiği vs. bir Türkiye. Bir kere buraya gelindikten sonra, anlatmaya çalıştığımız nedenlerle, Avrupa’nın etkisi azalıyor.

Avrupa’nın hukuki organı olan AİHM’in Türkiye’nin içinde bulunduğu baskıcı, anti-demokratik durumdan çıkışı için çok bir etkisi olamayacağını, çünkü sorunun esasen hukuki değil siyasi olduğunu daha evvel söylemiştik. Fakat, bu ve bir önceki yazıda Avrupa’nın siyasi organ ve aktörlerinin de buradan çıkış için umut olma kapasitesinin sınırlı veya belirsiz, dolayısıyla güvenilmez olduğunu söyledik. Öte yandan, Türkiye’de iç dinamikler vasıtasıyla demokratikleşme tarihsel olarak zaten zordur. Gerek sosyolojik, gerek siyasi iç dinamikler Türkiye’de genellikle otoriteryanizm lehine çalışır. Öyleyse işimiz Allah’a mı kaldı? Allah bile şu ortamda Türkiye’ye peygamber gönderse, bir KHK’lık canı var, derdini kimseye anlatamaz. Umutsuz bir tablo çizdiğimin farkındayım ama görebildiğim bu. Fakat, Türkiye için bir umut varsa, bütün baskılara ve yıldırmalara rağmen HDP çizgisinin siyasette var olmaya devam edebilmesi, belli ölçüde kökleşmesidir. HDP’nin yetersizliklerinden, eksikliklerinde de bahsedilebilir elbette ama şu cenderede verdikleri mücadele kolay değil. Demirtaş’ın eşbaşkanlığı bırakma kararı, tabii kendi takdiridir ama HDP’nin gücünü korumasına hizmet edebilecek gibi görünmüyor. Demirtaş’ın hapishanede, dolayısıyla pasif bir durumda olduğu söylenebilir ama yarattığı hava, hapishanede olduğu süre içinde de etkisini sürdürdü, hatta artırdı. HDP’nin, bir lider değil kitle hareketi olduğunu göstermek için de bu jestin anlamlı olduğunu söyleyenler çıkabilir. Bunun bir haklılık payı da olur belki ama zaten Demirtaş şimdiye kadar Türkiye siyasetinde bilindik ve baskın lider tipolojisinden farklı bir karakter ortaya koydu ve bunun için de haklı olarak sevildi. Dolayısıyla, Demirtaş şimdiye kadar ortaya koyduğu siyasi karakteri devam ettirirse, bu hareket, bildiğimiz bir lider hareketi olmaz. Bu hamur daha çok su kaldırır.