Çukur’un içinde aranan umut

ADALET ÇAVDAR

Umuda dair yazılan pek çok roman ve öykü var hayatımızda. Üstelik her gün yenileri ekleniyor. Bu biraz birbirimizin sırtını sıvazlamak gibi oluyor, iyi de geliyor. Umut şu devirde en çok ihtiyacımız olan ama nedense bir süredir bulunması daha da zorlaşan bir kavram, bir terim, bir kelime, bir hâl olarak duruyor oracıkta… Biz bütün bunları sorgularken umudu bir çukura atmış Berrin Karakaş ve umutsuzluğun romanı ‘Çukur’u yazmış. Kim bilir niyeti belki de karamsarlık üretmek değil, elde olmayanın farkına vardırmak idi. Çünkü ‘Çukur’ okuması bir hayli güç bir roman ama bir yandan da okunmaya başlayınca elden bırakılmayan bir kitap. 

‘Oku’ emri

Berrin Karakaş’ın kitabı kendi içine kapanarak yazdığı kurduğu ritimden belli oluyor. Çünkü ‘Çukur’ öyle ritmik bir metin ki bazen kendinizi bir romandan çok bir kutsal kitap okuyor sanıyorsunuz. Tanrı elden ele halden hale geçiyor bu ‘Çukur’un içinde. Bunun nedenlerinden biri de elbette kitabın üç bölümünün adları ve içine savrulmuş kutsal metinlerden alıntılar. Mikail, Üzeyir ve Cebrail diye üç bölüme ayırmış Karakaş romanını. Çok derinde bir yerde duran bir emri ve korkuyu sağaltıp okurun huzuruna sunmaya meyletmiş; ‘Oku’ emrini dinlemiş ve yazmış. 

Altıparmak Dağları’nın avucunda bir çukur. Deprem bekliyor. Mucizeler belalarla beraber geliyor. Ölmüşü çok, kalanı az, sabrı yok. Bütün felaketlerin içinde barındığı bir yer. Dünya dışında bir uzamı var ama aynı zamanda dünyanın tam kucağında duruyor. Elmas kendi halinde bir kadın, sabrını kendinden alan. Celal kendinden mustarip kendini ve etrafını yok etmeye meyil etmiş bir insan evladı. Mikail, Üzeyir, Cebrail doğumun, büyümenin ve dönüşmenin isimleri. İbrahim, kendine kurban, kendince kurban bir şair, şiirin yasakladığı bir dinin içinde imam. 

Kitabı ilk bölümü ‘Mikail’in ilk cümlelerinde “Dünya yeniden, sadece bir beklemek yeriydi...” diyor Karakaş. ‘Çukur’da bir bebek doğuyor, adı Mikail oluyor. Anası Elmas’ın sarıldığı bir sığınak oluyor Mikail, babası Celal’in yalnızlığı. “Bu daha başlangıcın...” diyerek bitiriyor bölümü yazar. Bütün kitap boyunca bir bebek tekrar tekrar doğup büyüyor. Bir bekleyiş, bir oluş, bir devinim sürekli hareket halinde devam ediyor. İkinci bölüm ‘Üzeyir’. ‘Mikail’, Elmas’a Allah’ı hatırlatıyor. O büyüdükçe etrafı küçülüyor. İbrahim Peygamber’i hatırlatan ‘İmam İbrahim’in şairliği dökülüyor. Herkes inançlarını sorgulamaya ve Tanrı’yı bulmaya değil Tanrı’ya tapınmaya niyetleniyor. Altıparmak Dağları’nın arasında işaret parmağına konmuş, gölgesi olmayan bir teneke camide Allah aranıyor. Ve son bölüm Cebrail ile ölüm bahsi iyice sarmalıyor ‘Çukur’u. Dininde şairliğin men edildiği İbrahim’in şiirleri gün yüzüne çıkarken konuşmaya başlıyor bir oğlan çocuğu İbrahim’in verdiği isimle Cebrail olarak.

Berrin Karakaş, duvar.com.tr’den Büşra Avcı’ya verdiği röportajda edebiyat anlayışını “Kısaca anlamaya çalışmak. Varlığımı ve varlığın doğasını anlamaya çalışmak” olarak tanımlıyor. ‘Çukur’, Karakaş’ın daha önce yazdıklarıyla ilişkili olsa da ayrı bir kitap olarak ayrı bir iz bırakıyor okurunda. Tanrı’yla ilişkisi olsun olmasın evrenin varlığına ve insanlığın devamına dair bazı sorgulamaları hatırlatıyor. 

Dünya var oldukça bitmeyecek kötülüğün sınırlarında dolaşıyor ‘Çukur’. Umutsuzluğu bu yüzden belki de. Yeryüzünde bulunan ve olan her şeyin sorgulanması gerektiği dönemde yüzümüzü asla çevirmediğimiz, aklımızın kurcalamasına asla izin vermediğimiz kıyılarda dolaşıyor. Bir deprem olsa sanki rahatlayacak ortalık, diyor. Daha korkunç olanı beklemeye koyuluyor. 

Soruların cevapsız romanı ‘Çukur’. Herkesin birbiriyle derdinin olduğu yerde aslında herkesin içinde birbirine karşı duyduğu bir sevginin de olduğu satırların arasında dolaşıyor. Ama ‘Çukur’u saran kötülük rahat bırakmıyor sevgilerini. İyi olmanın zor olduğu bir yer ‘Çukur’. Kendi hayatının derdine düşen ve yok etmek üzere kurulmuş bir toprak parçası adeta. Herkesin kusurlu olduğu bir dağın avucunda kim kimi kendine sığınak seçerse toprağına onun derdini serpiyor. Yıkılsın diye beklenen bir devranın bekçileri ‘Çukur’un sakinleri. 

Yazının en başında bahsettiğim umut Çukur’un içinde aranan belki de. Aslına bakarsanız bu romanı içinize neyi gömdüyseniz öyle okuyabilirsiniz. Bir derdin yegâne çekeninin siz olmadığınızı hatırlatıyor Çukur; insanlığın derdini sorguluyor yeniden ve Tanrı’yı sorguluyor. Bu sorgulama kimi yerde sizi rahatsız etse de kendi sorularınızı yenilemenizi sağlıyor. Berrin Karakaş kendi sığınığına okurunu davet ediyor. İçeride görülmeyen ama can yakan yaraları, açığa çıkarıyor. 

Çukur

Berrin Karakaş  

Sel Yayınları

237 sayfa.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ