Aynadan yansıyan acı ama gerçek

NURGÜL ÇELEBİ ÖZMEN

İran denildiğinde, bir kadın açısından, akla ilk gelen fotoğraf karesi muhtemelen otuz kırk yıl öncesine ait, modern giyimli İranlı kadınların yer aldığı o meşhur fotoğraftır. Hemen yan tarafına da son dönemlerin İranlı kadınları gösteren -çoğunlukla da dönemin dinî liderinin safında olan, çarşaflı ya da başı kapalı kadınlardır bunlar- diğer bir fotoğraf karesi yer alır. Bu iki fotoğraf karesinin taban tabana zıt olması oldukça ürkütücü gelir. Zira otuz yıl içinde böylesine büyük bir değişimin, daha doğrusu böylesi büyük bir geriye gidişin, gerçekleşebilmiş olması çoğu bakımdan tehditkâr bulunur. İçimizde bir ses “Neydim dememeli ne olacağım demeli” diyerek huzurumuzu kaçırır. O sesi bastırmak isteriz ancak müthiş bir gerçeklik buna engel olur. Zira bakmakta olduğumuz fotoğraflar, birer aynadan farksızdır. Tıpkı siyasi, ekonomik diğer unsurlar gibi.

Gazeteci Nevşin Mengü’nün Everest Yayınları’ndan çıkan kitabı ‘İnsanın Düşünmekten Canı Yanar mı?’ yazarın, İran’da gazetecilik yaptığı dönemi anlatan önemli bir çalışma. Üstelik oldukça manidar bir dönemde yayımlanmış olması da kitabı değerli kılıyor. Kitabı okurken devasa bir aynayı kendi içinize, yaşadığınız topraklara tuttuğunuzu fark ediyorsunuz. İran ile ülkemizin hem kültürel hem politik benzerliklerinin yanı sıra yaşanan ekonomik ve diplomatik krizler tuhaf bir biçimde tanıdık geliyor. Ve kitabın sorduğu soruya cevaben, düşünmeye başladıkça canınızın yandığını fark ediyorsunuz. 

Çift başlı canavar

Kitabın sayfalarında ilerlerken kendinizi İran’ın uçsuz bucaksız çöllerinden birinde buluveriyorsunuz. Bu kurak çölün iki hâkimi var. Biri, yüzyıllardır çöl kumunun altında derinlere kök salmış sökülmesi imkânsız gibi görünen miras. Rüzgârı dilediği yönde estirme yetisine sahip ve bunu, göğü kaplayan yüce bulutlardan aldığı kudretle yapabildiğini öne sürüyor. Diğeri ise, onun rüzgârına karşı koyamayacağını keşfetmiş dolayısıyla da rüzgârı arkasına alıp itici bir kuvvet olarak kullanmayı düşünen bir gölge. Rüzgâr estikçe sağa sola savrulan, yönü belli olmayan zayıf bir yansıma. Esen rüzgârın önüne çıkan her şeyi savurması pek de önemli değildir. Aksi takdirde kendisi de savrulur. Rüzgâra karşı durmaya çalışanlar ise ayaklarının altındaki kumun kayıp gittiğine şahit olmuş çoğu zaman. Ona karşı, ona rağmen ayakta durmak neredeyse imkânsız. Ya onu arkasına alıp kendisini sürükleyeceği fırtınanın içinde yakıp yıkacak ya da bu çölde yok olup gidecek. Tıpkı vakti zamanında Mir Hüseyin Musavi’nin, İran’nın dinî Rehberi Ali Hamaney’in desteklediği Ahmedinejad karşısında kaybetmesi gibi.

O çölde rüzgâra karşı koyamayacağını bilen Ahmedinejad, 2009 seçimlerinde, onu arkasına alarak çölün görünürdeki hâkimi oldu. Bu seçim dönemine şahit olan yazarın temas ettiği konuları okurken hiç yabancılık çekmiyorsunuz. Miting meydanlarındaki heyecan, devrimciler olarak adlandırılan Yeşil Yolcular olarak bilinen Musavi taraftarlarının sindirilmeye çalışılması, muhalif kesimin sokak ortasında coplanması, aykırı seslerin susturulması… Seçim havasının gerginliği ve umutları yıkan sonucu. Ahmedinejad’ın geriden geldiği bir sayımda hava karanlığının çökmesiyle birlikte birden bire atak yapması. Sandıkların tamamının sadece birkaç saat içinde açılıp sayılmış olmasına itiraz edilmesi ve çıkan sonucun şaibeli olduğu yönünde yükselen sesler. Bunların hiçbiri şaşırtmıyor zira oldukça tanıdık. Tahran sokaklarının dalgalanması, ani bir kıvılcımla isyanın baş göstermesi an meselesi ancak Yeşil Yolcular -Musavi taraftarları- zor kullanılarak bastırılır. 

Sadece siyasi açıdan değil, baskı, toplumu toplum yapan hemen hemen her unsurda kendini gösterir. Yasaklı sanatçılar, kasetler, dinsizlikle suçlanan yazarlar… Baskı ve zulüm tehlikeli bir biçimde yol alır. Halkın kendini ifade etme özgürlüğü ortadan kalktığında izin verilmeyen eylemler ve ardından ölümler gelmeye başlar. İktidar kendisine karşı yapılan her eylemden sonra dış mihrakları işaret eder. Ekonomik kriz halkın alım gücünü tüketirken ambargolar insanların belini büker. Sonuç: İktidar hırsı ve yönetme arzusu, topyekûn -halkı, toprağı, yaşlısı, çocuğu, muhalifi, iktidarıyla birlikte- bir vatana zarar verir. 

Nevşin Mengü bu kitabıyla sınırımızdaki devasa aynaya dikkat çekiyor. Biz görmeyi istemesek de bu aynayı yüzümüze, kendi benliğimize tutarak içinde bulunduğumuz gerçekliği tüm çıplaklığıyla ortaya döküyor. Yazarın tuttuğu aynadaki yansıma ürkütücü geliyor belki ancak üstünü kara bir çarşafla örtüp gerçekleri görmemezlikten gelmekten çok daha iyidir. Evet, insanın düşünmekten canı yanarmış.

İnsanın Düşünmekten Canı Yanar mı?

Nevşin Mengü

Everest Yayınları

160 sayfa.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ