Bu yıl hayat ‘!f İstanbul’la var

17. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali 15 Şubat’ta başladı. Bu yılki teması ‘Hayat Var’ olan festival 25 Şubat’a kadar İstanbul’da, 1-4 Mart arası ise Ankara ve İzmir’e de sinemaseverlerle buluşacak. !f İstanbul’un direktörü Serra Ciliv’le konuştuk.

Hem Türkiye hem de dünyada hayat, her geçen gün zorlaşıyor. ‘Hayat Var’ temasına nasıl karar verdiniz? Hayat sizce gerçekten var mı?

Birkaç gün önce bu konuyu kendi aramızda konuşurken, kampanyamız acaba tuttu mu diye endişe ediyorduk. Genelde temalarımız festival başlamadan önce çok ses getirir ama bu yıl öyle olmadı. “Hayat var” derken, bunu iddialı bir şekilde ifade etmek istemedik. Aksine, karanlıktan yıldızları göstermek istedik; yataktan bile çıkmak istemediğimiz günlerimizin olduğu bu zamanlarda da, yaşamın zekâsının, aşkın, yaratıcılığın, umudun küçük küçük yerlerde devam ettiğini, o umudun devam ettiği yerlerden birbirimize bağlanırsak oradan yeni ışıklar yakabileceğimiz ihtimalinden bahsetmek istedik. O yüzden bu ‘hayat var’ bir iddia değil, dua gibi bizim için.

Uzaktan baktığınızda birilerinin, bir festivalin, bir oluşumun “Hayat var” demesi çok güzel. Bir taraftan da inanmayan bir kesim var. Ben hayatın olduğuna eminim ve bizi kurtaracak olanın, hayatın var olduğuna dair duamız, niyetimiz ve birlikteliğimiz olduğu kanaatindeyim. Bunu, şimdiye kadar yaptığımız kampanyalarla aynı güçte paylaşmanın kolay olmadığının da farkındayım. Çünkü bugünlerde kimse yataktan çıkıp “Hayat var” diye bağırmıyor. Biz, !f İstanbul’da 10 gün boyunca insanlarla sinemalarda, etkinliklerde ve sosyal medyada beraberiz. Bu zamanda birbirimize “Bakın ‘Keşif’ bölümü var”, “Böyle bir yönetmen var”, “İsyan var”, “Direniş var” diyoruz. Hiçbir direniş ülkenin en iyi döneminde başlamadı. John Berger “Umut bir şey vadetmez, garanti değildir. Umut, sadece bir enerji alanıdır ve en karanlık zamanlar da, onun en yoğun olduğu zamanlardır” der. Bu temayı hem bir dua, hem bir niyet, hem de hayatın olduğuna ve kalbimizin atmaya devam ettiğine dair bir birliktelik mesajı gibi düşünebiliriz.

O halde festival, 10 günlük bir ‘es’ mi?

Buna bir ‘es vermek’ diyemeyiz, çünkü bence bu hayatın ta kendisi. Buluşmalarımız, ağaçlarımız, ‘Silvana’ filminin ana karakterinin gücünü hatırlamamız ‘es vermek’ değil. Bunların hayatın birer parçası olduğunu ve her daim olmaya devam edeceğini hatırlamak zorundayız, aksi takdirde karanlıkta kalırız. Üstelik bu, bizim karanlığımız değil. Bu karanlığı biz yaratmadık. Başkalarının yarattığı bir karanlığın içerisinde mahkûm kalmamak için “Hayat var” diyoruz ve bence hepimiz bir yerde hemfikiriz bu konuda.

OHAL koşullarında festival düzenlemek zorlaşıyor; engellemeler nedeniyle artık yapılmayan bazı festivaller var...

Çok kaygılıyız. Sadece sinema anlamında değil, hemen her anlamda çok kaygılıyız. Bizim !f olarak iki önceliğimiz var. Bunlardan biri, bu alanı tutmak. İnsanların işlerini gösterebilecekleri, aynı zamanda birbirimizin işlerinden ilham alabileceğimiz, birbirimize umut olabileceğimiz, yeni konuşmalar yapabileceğimiz, yeni fikirler yaratabileceğimiz bir alan bu. İkinci önceliğimiz ise birbirimize iyi bakmak. Böyle kaygılı olduğumuz zamanlarda insan durakalıyor. Birbirimize olabildiğince iyi bakmaya çalışmamız lazım; bunun için de, birbirimizin alanını tutmak, birbirimizin işlerini göstermek, birbirimizi korumak durumundayız.

Kaygılarınız ile festivalin teması arasında tezat yok mu?

Aksine. Kaygılarımız, bu gördüğümüz karanlık yüzünden “Hayat var” demek istedik. Bu duanın etrafında birleşmek için bu temayı seçtik. Şu an Türkiye’de hepimizin kaygılı, hepimizin endişeli ve kırılgan olduğunu kimse inkâr edemez. Her ne kadar iddialı olduğunu söylemek istemesem de, söz söyleyebilmek ve birbirimizin renklerine alan açabilmek, bir iddia.

Son yıllarda çok çeşitli platformlarda bağımsız filmler gösteriliyor. !f’in bu alanda öncülük ettiği söylenebilir mi?

!f’in bağımsız sinemaya olan katkısını iki ayrı yerden ele alıyorum. Bunlardan biri, yeni sinemacılara verdiğimiz destek. Sundance’le birlikte bir senaryo laboratuvarı düzenliyoruz; Anadolu Kültür’le yürüttüğümüz ‘Yeni Film Fonu’ var; festivalde genç yönetmenlerin ilk işlerini gösterdikleri ‘!f Kısa’ bölümü yer alıyor. Bunlar bizim, genç sinemacılara, onlarda gördüğümüz cevhere sunmaya çalıştığımız bir katkı niteliğinde. İkincisi, !f’in, 17 yıl içinde bağımsız sinema izleyicilerinden oluşan bir katılımcı oluşturması. !f’in varlığı, farklı, başka perspektiften bakan, ters köşe yapan filmlerin izleyicisi olduğu, bu izleyicinin aslında tutkulu bir kitle olduğunu çok net gösterdi. “Bağımsız sinema alanı bizim sayemizde tanındı” gibi iddialı bir şey söylemek istemiyorum ama, bence iki taraftan, hem genç sinemacıların beslenmesine destek olduk, hem de kendilerine ‘!f’çi’ diyen bir izleyici kitlesinin oluşmasına önayak olduk.


Agos okurlarına öneriler

Serra Ciliv’e, festival programından, Agos okurlarının ilgisini çekebilecek filmleri de sorduk…

* Festivalin ‘Keşif’ bölümünde yer alan Uzak Evren mutlaka izlenmeli. Yönetmenliğini Sheavun Mizrahi’nin üstlendiği film, İstanbul’daki bir huzurevinde geçiyor. Mizrahi uzun yıllardır o huzurevinde kalan insanlarla sohbet etmiş. Bu huzurevinin hikâyesi, ülkenin hikâyesini de anlatıyor.

* ‘Aşk ve Başka Bir Dünya’ bölümündeki hemen her film Agos okurlarının ilgisini çekebilir. Türkiye’den Ayşe Toprak’ın Halepli Berber filmi var. İki Suriyeli eşcinselin Türkiye’den geçerken yaşadıklarının anlatıldığı bu film bazı önyargılarımızı kırmak açısından önemli. 

* Bu yılki programa özel olarak eklediğimiz Dava filmi de hayli ilginç; Ukraynalı yönetmen ve aktivist Oleg Sentsov ile Rusya devleti arasındaki davayı konu alıyor. Sentsov, Kiev’deki bir meydanda yaptığı konuşmanın ardından, şaibeli bir şekilde, asılsız suçlamalarla tutuklanıyor. Şu anda tutuklu ve tutukluluğu yıllarca sürecek. Film, hukuk sistemlerinin ne zaman işleyebileceği, daha doğrusu işlemeyebileceğine dikkat çekiyor.

* ‘If Music’ bölümünden Betty They Say I’m Different filmini tavsiye ederim. Biz onu Miles Davis’in sevgilisi olarak tanısak da, Betty Davis çok güçlü bir sese sahip, sesi gibi kendisi de güçlü olan bir kadın. Filmde Betty’nin güçlü duruşunun, cinsel arzusunu ortaya çıkaran o halinin, müzik endüstrisinde nasıl sonunu getirdiğini görüyoruz. Bu film de, tıpkı Oleg Sentsov’un hikâyesini anlatan ‘Dava’ gibi, sistemin nasıl işlemediğine dair güzel bir örnek. 

* ‘Gökkuşağı’ bölümünde Silvana’yı izlemenizi öneririm. Silvana İmam, Litvanya doğumlu Suriyeli bir hip-hop sanatçısı. O da Betty Davis gibi güçlü bir kadın. Filmde, Silvana’nın konserlerinde ifade ettiği isyanıyla, ne kadar çok insanın dünyasını değiştirebildiğini görüyoruz. Silvana’yı yakından izlediğimizde, ne kadar kırılgan olduğunu da fark ediyoruz.

* ‘Sanat Hayat İçindir’de Ara Güler’le ilgili iki iş var. Bunlardan biri, Samuel Auben’in Once Upon a Time in Istanbul filmi. Filmde, Ara Güler’i yakından tanıyoruz. Festival için bu belgeselden yola çıkarak Ara Güler’in peşine düştük. O sırada Yeşim Ustaoğlu’yla konuşuyorduk; dost olduklarını öğrendik. Konu, Ara Güler’in çekimine 70’lerde başladığı, 11 yıl süren Kahramanın Sonu filmine geldi. Film, I. Dünya Savaşı’ndan kalan Yavuz zırhlısının sökülmesini anlatıyor. Ara Güler, bu çalışmayı 11 yıl boyunca takip etmiş. Festivalde bu film de gösterilecek. Gösterimin ardından Yeşim Ustaoğlu ve Ara Güler konuşacak.


Kategoriler

Kültür Sanat Sinema



Yazar Hakkında

1990 İstanbul doğumlu. Kültür sanat, müzik, insan hakları ve güncel politika haberleri yapıyor.