“Otosansür, sansürden daha tehlikeli”

Söyleşi dizimizin ikinci haftasında, 2016’da Kadıköy’de tiyatro yapan birçok grubun bir araya gelerek oluşturduğu Kadıköy Tiyatroları Platformu’nu konuk ediyoruz. Platformun basın sözcüsü Nevzat Süs’le, Kadıköy Tiyatroları Platformu ve ‘Sadece Diktatör’ oyununun yasaklanma sürecinde platformda yaşananlar üzerine konuştuk.

Kadıköy Tiyatroları Platformu (KTP) nasıl, hangi amaçla kuruldu? 

Platform iki yıl önce, Beyoğlu’nda tiyatrolara yönelik baskının artmasıyla beraber, birçok tiyatro sahnesinin katılımıyla Kadıköy’de kuruldu. Kadıköy’deki kültür-sanat ortamının genişlemesiyle, seyircinin ilgisi zamanla buraya kaydı. Platformun bir amacı da, Kadıköy Belediyesi ve sivil toplum kuruluşları gibi yerel yönetimlerle işbirliği yapmaktı.

KTP kurulduktan sonra iki kez 27 Mart Tiyatro Günü’nde yürüyüş yaptık. Tiyatro seyircisi eğitimine dönük olarak, ‘Benim Komşum Tiyatro’ başlıklı, dört aylık bir program hazırladık. Her tiyatro sezonunun başında şenlik düzenliyoruz. Bunlar izleyiciyle buluşmak, farkındalık yaratmak, “Biz buradayız” diyebilmek için yaptığımız çalışmalar. Platform, mesleğimizle ilgili sıkıntıları birlikte masaya yatırma, birbirimizin sıkıntılarını birlikte göğüsleme isteğinin bir ürünü. Bir arada, örgütlü bir şekilde durabilmek, günümüz Türkiye’sinde çok önemli. 

KTP’nin toplantılarına Belediye’den temsilciler katılıyor mu?

Hayır. Belediye’yle sadece ihtiyaç dahilinde, örneğin salon yapıları üzerine temasımız oluyor. Kadıköy Belediyesi’ne bağlı bir tiyatro platformu değil, bileşenlerini tiyatro gruplarının oluşturduğu, özerk bir platform bu. Yerel yönetimle bir dirsek temasımız oluyor sadece. 

Öncelikli olarak tiyatroların ne tür ihtiyaçlarına dönük çalışmalar yapıyorsunuz?

Hedeflerimizden biri, izleyicilerin Kadıköy’deki tiyatroların farkına varması. Bugün alternatif tiyatrolar genel olarak, seyircilerin pek bilmediği, küçük mekânlarda tiyatro yapıyorlar. Bazen “Burada tiyatro mu varmış? Haberimiz yok” gibi cümleler duyuyoruz. Oysa sadece büyük salonlar yok, alternatif mekânlar da var. Platformla, sesimizi daha fazla insana duyurabildik. Aslında hedefimiz, kendi izleyiciyi kitlemizi yaratmaktı. Şenlikler bunların ilk adımları oldu, tiyatroları biraz daha görünür kıldı. Kadıköy, kültür-sanat alanında birçok semte kıyasla nispeten sade kalmış, kirletilmemiş bir semt. Temiz bir alan daha çabuk kirlenebiliyor. Biz kendimizi burada korumaya çalışıyoruz. 

“Kirlenmek”le kastınız nedir?

Kadıköy fast-food kültürünün hızla yayıldığı, yeme-içme odaklı bir merkeze dönüşüyor. Buraya birçok insan sadece yemek-içmek için geliyor. Oysa semtte çok uzun süredir tiyatro, konser mekânları ve atölyeler var. İnsanlar elbette yiyip içecek, ama Kadıköy’ün sadece bununla anılmasını istemiyoruz. 

Platformun, gruplar arasındaki dayanışmaya ne gibi katkıları oluyor?Fotoğraf: Gazete Müstehak

Birbirimizin sahnelerinde oynuyoruz. Her tiyatronun oluşturduğu bir izleyici kitlesi var, bu kitleler birbiriyle etkileşim halinde olmalı. KTP içinde doğaçlama tiyatro yapanlar da, daha klasik metinlerin oynandığı tiyatrolar da, deneysel işler yapan tiyatrolar da yer alıyor. Doğaçlama izleyen seyircinin klasik metinleri görmesi, bu iki farklı tarzın etkileşime girmesi için salonlarımızı birbirimizle paylaşıyoruz. Bu da beraberinde, gruplar arasında daha iyi bir ilişkiyi getiriyor.

Platformda tiyatro anlayışları birbirinden çok farklı olan grupların bir arada yer alması dayanışma açısından bir dezavantaj oluşturuyor mu?

Biz bu çeşitlilik üzerine konuşmuyoruz, herkes kendi bağımsız tiyatrosunu yapıyor. Bu konuya girersek işin içinden çıkamayız. Biz biçimleri tartışmak için bir araya gelmedik. Aslında bu platform içinde herkes birbirini tanıyor, platform olmadan önce de birbirimizden haberdardık. Herkes başka bir tiyatro grubunun yaptığı işe saygıyla yaklaşıyor. Tiyatrolar biraz içe dönük, kapalı kutulardır, öz mahremiyetleri vardır. 2500 yıldır biriken tiyatro kültürü bizi içimize kapattı. Bu durum, üretim sürecinde daha çok ayyuka çıkıyor. İlişkiler daha feodaldir, geri bir noktadadır; örneğin usta-çırak ilişkisi tiyatrolarda hâlâ devam eder. Biz devlet tiyatroları, prodüksiyon tiyatroları veya şehir tiyatroları değiliz. KTP içinde prodüksiyon tiyatrosu yok. Prodüksiyonun olduğu tiyatrolarda, çalışan-patron ilişkisi daha belirgin bir hal alıyor. KTP’de bu tür ilişkiler söz konusu olmadığından herkes yüreğini açabiliyor, fikrini söyleyebiliyor; ticari kaygı geri planda olduğu için, yaşama dair söylenecek sözler bizi daha çok ilgilendiriyor. 

KTP ‘Sadece Diktatör’ oyununun yasaklanması süreciyle nasıl ilişkilendi?

Oyunun, Artvin’de yasaklanmasından sonra Kadıköy’de oynanacağı ilan edilince, Emniyet güçleri Emek Sahnesi’ne bu oyunun oynatılmayacağını içeren, elle yazılmış bir tutanak verdi. Mahkeme kararını sorduğumuza, OHAL döneminde olduğumuz için mahkeme kararına gerek duyulmadığı, fiili olarak yasaklama yetkileri olduğu yönünde bir açıklama yaptılar ve ertesi gün bütün tiyatroları dolaşmaya başladılar. Oyunun tiyatrolarda oynanıp oynanmadığını sorguluyorlardı. Bu noktada platform olarak biz de işin içine girmiş olduk. Bir tiyatro oyunundan dolayı tek tek tiyatrolar geziliyor, böyle bir sorgulamaya girişiliyor; bu zaten ilkel bir tutum. Oynanacaksa, tiyatrolar zaten bunu ilan ederler. Emniyet güçleri, akabinde, tiyatro gruplarına, oyunun bir daha oynanmayacağına dair bir taahhütname imzalatmak istedi. İmza verip vermeme konusunda KTP içinde ortak bir karar aldık, mevcut noktada gerilim yaratmamak için imzaladık ve bu durumu başka türlü bir tepkiye, bir kampanyaya dönüştürmek istedik. Direkt Kadıköy’ü içine alan bir mevzu olunca, Kadıköy’deki tiyatrolar olarak sesimizi çıkarmak istedik, bunu ‘Sadece Diktatör oyununu okuyoruz’ adlı bir kampanyaya dönüştürdük. Büyük bir ilgi oldu, metni 2300’e yakın kişi istedi. Bu, umut vadeden bir durum. İnsanların nasıl örgütlendiklerini, sokağa çıktıklarını daha önce gördük. Bu sefer de tiyatrolara dokunulduğu için, insanlar sosyal medya üzerinden ses vermeye başladı. Gezi de karamsarlığın hâkim olduğu bir zamanda, “Bu ülkede hiçbir şey değişmez” cümlesinin çok sık kurulduğu bir noktada ortaya çıkmıştı. Şu anda da benzer bir dönemden geçiyoruz; insanların katledildiği bir ortamda ayakta kalmaya, direnmeye, sanat yapmaya çalışıyoruz. Bütün bu acıları kendi ruhumuzda, bedenimizde hissediyoruz. Afrin Harekâtı’yla da ilişkilendirildi bizim kampanyamız, oysa bu tamamen bir tesadüf. Oyun o dönemde yasaklandı, yapacak bir şey yok. Oyun üç yıldır oynanıyordu, bugüne kadar ses etmediler, bugün yasakladılar. İktidarlar, ne zaman başı sıkışsa çeşitli alanlarda, Kürt, Türk, Alevi, Sünni, Arap, Ermeni ayrışmalarını tetikliyor, düşmanlık yaratacak bir şey bulup ortaya çıkarıyor. Okuma kampanyamız üzerinden de bunu körüklemeyi sürdürdüler. Aklı başında olan herkes metni okuduğunda bunun direkt olarak iktidarı hedef alan bir oyun olmadığını anlar. Ama onlar ‘Sadece Diktatör’ başlığını görünce üzerlerine alındılar belki de. 

Kampanyanın bundan sonrası için bir yol haritası çizildi mi?

Henüz çizilmedi. Gelecek tepkilerle de şekillenecek. Bu süreci sadece Barış Atay üzerinden değerlendirmek istemiyoruz, muhtemelen o da öyle değerlendirmiyordur zaten. Onur Orhan’ın yazdığı,  birçok insanın emek verdiği bir metin yasaklanıyor. “Siz oynatmıyorsanız, biz de okuruz” dedik. Belki bundan sonra böyle bir şey olursa bu kez de “İçimizden okuyacağız” deriz, çıkarız sokağa, içimizden okuruz metni.

Kampanya sürecinde şehir dışındaki tiyatrolar hakkında tutanaklar tutulmuş, tiyatrocular metni okurken polisler gelmiş, okuyanların isimlerini almışlar. Kimi zaman bizim tiyatrolarımıza da sivil kıyafetle gelip “Burası ne zamandır var, neler oynuyorsunuz?” gibi soran kişiler olabiliyor. Biz de doğrusu neyse onu söylüyoruz. Gayrimeşru bir şey yapmıyoruz, bizim yurtdışında banka hesaplarımız yok. Yaptığımız şey belli, tiyatro. Tiyatro meşru bir alandır. Amaçları bizi huzursuz etmek. Bu bir taktiktir, gelirler, giderler. Gelsinler ve gitsinler.

Haluk Bilginer “Keşke oyunu izlemeye gelselerdi” demiş polisler için. Bence de keşke izleselermiş, fikirleri ne kadar değişirdi bilmiyorum ama en azından bu yasaklamanın ne kadar saçma bir hal aldığını görmüş olurlardı.

KTP’de “Neden sokağa çıkmak yerine metni okuyoruz? Neden ısrarla oynamıyoruz bu oyunu?” diye soranlar oldu mu?

Hayır, olmadı. Sokağa da çıkıyoruz aslında; iki yıldır 27 Mart Tiyatro Günü’nde yürüyüş düzenliyoruz. O yürüyüşlerde taleplerimizi, o dönem yaşanan olumsuzlukları dile getiriyoruz. Buradaysa bir tiyatro metnini beraber okuyarak yine tiyatrodan yana bir eylem yapmış olduk. Okuma eylemidir bu, bir karşı koyuş var burada, bunu nerede yaptığınızın artık bir önemi yok. Böylece güç de birikiyor aslında. Sokakta ne kadar yapılabilirdi, ne kadar etkili olurdu, bu tartışılır, ancak kişisel olarak sokağa çıkıp basın açıklaması yapmaktan daha etkili olduğunu söyleyebilirim. Zaten bir basın açıklaması yayımladık, ama basın çok ilgilenmiyor, “Tiyatro işte” diyorlar.

Bu süreç KTP’nin örgütlülüğünü güçlendirir mi?

Evet, çünkü zor zamanlarda insanlar ya da tiyatrolar renklerini belli ederler. Zor zamanlarda dost ve düşmanı ayırt edebiliyorsunuz. Kadıköy’de 70 civarında tiyatro topluluğu var. Bence bu süreç bizi daha ileri taşıyacak, çünkü daha büyük bir amacımız var. Tiyatroya yasak gelmiş, daha ne olabilir ki? Bundan daha kötü başka ne yapabilirler ki tiyatroya? Bugün ‘Sadece Diktatör, yarın ‘Hamlet’, ertesi gün ‘Üç Kız Kardeş’... Onları da yasaklarlar ama biz onları da okuruz. 

Bu süreçte sanatsal üretim yapan çevrelerce otosansür mekanizması yaygınlaştı mı?

Otosansür, son dönemde çokça karşılaştığımız bir durum. İnsanlar bunları söyleyemiyor olabilir ama, sanat çevrelerinde bir şey üretilirken artık iki kere düşünüyor herkes. Bu insanlar sanat yapmak istiyor, bunun bir yerlere takılmasını istemiyorlar. Otosansür, sansürden daha tehlikeli bir şey. Biz tepki gösterirsek ne sansür, ne yasaklama, ne de otosansür olur. Susarsak, bu okumaları yapmazsak içimize kapanabiliriz. Tiyatrolar bir yerlerden icazet almaz, işini yapar. Pazar yerinde de yapar, parkta da yapar, salonu olmasa da yapar, sokakta da yapar. 27 yıldır tiyatro sektöründeyim, “Bizim salonumuz yok, oynayamıyoruz” diyen tek bir tiyatro grubu dahi görmedim.



Yazar Hakkında