Kelimeleri savunmak gerekir

MURAT CANKARA

Tanıl Bora’nın ‘Zamanın Kelimeleri: Yeni Türkiye’nin Siyasî Dili’ kitabının en önemli ilham kaynağı Victor Klemperer (1881-1960). Karısı Aryan ırkından olduğu için toplama kampına giderek şehadet şerbetini içmekten kurtulmuş, bu sayede de bir şeylere şahitlik edebilmişti. Bir filolog olarak dile sığınmış, Nazilerin kelimelerin değerini, anlamını ve yaygınlığını nasıl değiştirdiklerini, kelimeleri zehirleyerek kendi zulümleri için kullanışlı hale getirdiklerini, dili “en kuvvetli, en aleni ve en gizli reklam aracı”na dönüştürdüklerini –kağıt  bulabildiği ve bunları ev baskınlarından sakınabildiği kadarıyla– “benim denge çubuğum” dediği günlüğüne kaydetmişti. İşte onun bu meşhur günlüğünü Bora, ‘LTI: Nasyonal Sosyalizmin Dili’ başlığıyla Türkçeye tercüme etti. Klemperer, “o olmasa yüz defa düşmüştüm” dediği günlüğünde şu düşünceden hareket ediyor ve/ya sonuca varıyor: “Kelimeler küçücük arsenik dozajları olabilirler: Farkında olmaksızın yutulurlar, bir etki yaratmıyor gibi görünürler ama bir zaman sonra zehir etkisini gösterir. Birisi yeterince uzun süre boyunca fanatiği kahramanca ve erdemli diye tanımlarsa, sonunda sahiden inanır bir fanatiğin erdemli bir kahraman olduğuna ve fanatizm olmadan kahraman olunamayacağına” (İletişim Yay., s. 25). 

‘Zamanın Kelimeleri’, Tanıl Bora’nın 2013-2018 yılları arasında ve büyük çoğunlukla ‘Birikim’ dergisinin internet sitesinde yer almış yazılarını bir araya getiriyor. Birkaç yazı da ilk kez bu kitapta yayımlanmış. Kaptırılmış kelimeler ve zulüm arasındaki ilişki, ironik bir biçimde Klemperer’e sığınak olmuşken, Bora, henüz kaptırılmamış ancak tehlikedeki kelimelerle ilgileniyor: “Kelimelere edebî bir alâkayla ve aşkla bakmayı, sadece edebiyat uğraşına mahsus saymamalı. Bu yazılarda, kelimelere merakla ve evet, aşkla yaklaşmanın, pekâlâ politik bir anlamının olduğu fikrinin peşindeyim.” Ayrımları yok eden, kavramları daraltan, sözcükleri tanınmaz hale getiren totaliter dillerin pek revaçta olduğu bir zamanda az şey mi bu?  

Kitabın birincil malzemesi, büyük ölçüde, İkinci Yeni Türkiye’nin (ilki yaklaşık yüzyıl önce kurulmuştu) siyasi dilinde sık sık karşımıza çıkan kelime ve kavramları barındıran demeçler, nutuklar, gazete yazıları. Bu dilin belirleyicisi de iktidar olduğuna göre, odak çoğunlukla iktidarın ve temsilcilerinin ve onu destekleyenlerin üzerinde. Tanıl Bora’nın çalışmalarına aşina olanların umabileceği üzere şık çalımlar, yerine paslar, köşeye toplarla dolu bu yazılar. Kavramların arkeolojisi yapılıyor, etimolojiden yola çıkılarak top ters köşeye gönderiliyor, kelimelerin anlam ve çağrışımları Batı dillerindeki karşılıklarıyla mukayese ediliyor, söylemler (hatta beden dilleri) çözümleniyor, Erken Cumhuriyet’le ve Nazi Almanyası’yla paralellikler kuruluyor, modern Türkiye’nin siyasi yaşamından unuttuğumuz veya hiç farkında olmadığımız anlar hatırlatılarak bazı bağlantılara dikkat çekiliyor; tüm bunlar yapılırken de toplumsal teori, antropoloji, edebiyat ve felsefe hep yardıma geliyor.   

Her ne kadar yazıların asıl ilgi alanı iktidarın belirlediği, değiştirdiği, kullanıma soktuğu dil olsa da, ‘Hegemonya’ başlıklı olanında bence çok önemli bir uyarı var. Kendini muhalif addedenlerin ‘hiç de bile!’, ‘tabii ki de!’ ve ‘velev ki öyle!’ arasında salınan bir meydan okuma”ya sıkışıp kalmalarına dikkat çekiyor Bora. Böylece iktidar, hasmını kendi karşıtına indirgemeyi ya da onu kendisine benzetmeyi başarıyor. Öyleyse zamanın kelimelerinden sadece muktediri sorumlu tutamayız. Klemperer’e dönersek, işte sözcükler vasıtasıyla zehirlendiğimiz noktalardan, hegemonyanın biz farkında olmadan rızamızı devşiriverdiği noktalardan biri de budur. Derlemedeki bu yazının 2014 sonunda yayımlanmış olması bence dikkate değer. Bu vesileyle bir de hayıflanmamı dile getirmiş olayım: Keşke yazılar tarih sırasına göre dizilseymiş. Belki bu sayede Gezi’den başlayarak Tanıl Bora’nın kelimelere, söylemlere, hegemonyanın diline bakışındaki değişime şahit olabilirdik. İki de küçük katkı (ya da ara pas): 1) Irkçılığın zinhar var olmadığı güzel memleketimizde, Batı dillerindeki ‘ırk’ (race, raza, razza vb.) sözcüğünün Arapçada temel olarak ‘baş’ anlamına gelen ‘re’s’ (isterseniz ‘reis’ deyin) sözcüğünden geliyor olma ihtimali. 2) ‘Vesayet’ sözcüğünü olumsuz anlamına hapsederek onu olumlu çağrışımlarından (‘vasiyet’, ‘tavsiye’ vb.) koparmanın işaret ettiği büyük çaresizlik; yıkmak ama yapamamak, bunun sonucunda da çift vesayete mahkum olmak ve etmek. Metropol insanının en korktuğu.  

Zamanın Kelimeleri

Tanıl Bora

İletişim Yayınları

278 sayfa.