Çağımızın klasiklerden olmaya aday bir Vietnam romanı

BÜRKEM CEVHER

Viet Thanh Nguyen’in Pulitzer ödüllü romanı ‘Sempatizan’ı ödül aldığı 2016 yılından beri heyecanla bekliyorduk. Sonunda Duygu Akın’ın oldukça başarılı çevirisi ve Kafka Yayınevi etiketi ile Türkçe olarak yayınlandı. Gerek dili gerekse üslubu ile oldukça güçlü bir roman olan ‘Sempatizan’ yayınlandıktan sonra pek çok ödül almış. Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde profesör olan yazar, ilk romanında savaşın getirdiği acılardan mülteci olmaya, kimlik kaybından kendini kabul ettirme çabasına pek çok temayı birlikte işlemiş, böylesine zor bir görevin altından da büyük bir başarı ile kalkmış. 

Çift kimlik 

Kitap, “Ben bir casusum, bir uyuyan ajan, bir hafiye, çifte yüzlü bir adamım. Belki tahmin de edilebileceği gibi çifte akıllı bir adamım. Çizgi roman ya da korku filmlerindeki şu yanlış anlaşılan mutantlardan değilim, kimileri bana öyle davranmış olsa da...” sözleriyle başlıyor. Kimlerinin ona mutant gibi davranmasının ana nedeni kitabın isimsiz anlatıcısı olan Yüzbaşı’nın, Vietnamlı bir anne ile Fransız bir rahibin gayrimeşru oğlu olması. Hayatı boyunca bu gayrimeşruluğu yüzüne vurulmuş, çocukluğundan yetişkinliğine her onu incitmek isteyen ona “piç” diye seslenmiş.

Bu ‘piç olma’ hali kahramanın kendisini hem Batılı hem Doğulu hissetmesini sağlarken Batılıların gözünde Doğulu, Doğuluların gözündeyse Batılı olarak nitelendirilmesine neden oluyor. Bir yandan hem Batılı hem Doğulu ama diğer yandan ne Batılı ne Doğulu olabiliyor. Bu şekilde hem çift kimlikli oluyor hem de kimliksiz hissediyor kendini. Bu ikiye bölünmüşlük roman boyunca kendini sürekli olarak okuyucuya empoze ederken romanın sonunda artık iyice gün yüzüne çıkıyor ve anlatıcı kendinden “biz” diye bahsetmeye başlıyor. 

Her ne kadar hep arada derede gibi de görünse aslında Yüzbaşı en azından bir konuda tarafını, Viet Kong komünizmini seçmiş. Güney Kore’de başarılı bir asker ve Güney Koreli bir generalin istihbarat subayı olmasına karşın aslında Kuzey Kore adına ajan olarak çalışmaya başlamış. Kitabın daha ilk sayfalarından da anlaşılacağı üzere bu kitap Yüzbaşı’nın itiraflarından oluşuyor. Bu itirafı kime yaptığını ise kitabın sonlarına doğru anlıyoruz. 

Yüzbaşı, 1975’te Saygon’un düşmesi ile birlikte pek çok Güney Koreli subay gibi General ve ailesiyle birlikte Amerika Birleşik Devletlerine iltica ediyor. Zaten üniversiteyi de ABD’de okuduğu ve daha o yıllarda çok başarılı olduğu için de üniversiteden hocasının sponsor olmasıyla birlikte kısa süre içinde mülteci kampından çıkmayı başarıyor. ABD’de bulunduğu yıllarda da General ve ailesi için çalışmaya ve General’in emir/istihbarat subayı olarak çalışmaya devam ediyor. 

Hegemonya inşası 

Yüzbaşı’nın ABD’de geçirdiği yıllar ise mülteci olma halini, ne Vietnam’a ne de ABD’ye ait olabilme durumu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor. Vietnam’dayken ordunun üst kademelerine kadar çıkabilmiş askerler ABD’ye gelince hayatlarını devam ettirebilmek için benzin istasyonlarında pompacı, restoranlarda garson, hademe olarak çalışıyor ya da en iyi ihtimalle pizza salonlarına patronluk yapıyorlar. Eşleri dikiş dikiyor, temizlik yapıyor. General’in karısı ise aşçılık yaparak geçimini sağlıyor. 

Sonunda vatanlarını komünistlerden geri alma fırsatı çıktığındaysa bu askerler koşa koşa saldırı tugaylarında kendileri için bir görev isteyecekler çünkü ABD’de kendilerini ‘yeteri kadar erkek’ hissetmiyorlar. Eski bir  askerin dediği gibi “ABD’deki bütün kadınların taşakları var”, çünkü kendi paralarını kazanıyorlar kendi ayaklarının üzerinde durabiliyorlar. Oysa bu erkekler kendi ülkelerindeyken savaşıyor, ailelerine bakıyor ve istedikleri tahakkümü kadınlar ve çocukları üzerinde kurabiliyorlardı. 

Asıl mesele

Romanın sonunda vardığı nokta ise gerek savaşlar gerek de ulvi amaçlar olsun asıl meselenin büyük güçlerin iktidarını bir şekilde kurmaları oluyor. ABD, Vietnam Savaşı’nı kazanamamış olabilir ama gerek Hollywood filmleri gerek ticari ürünleri ile tüm dünyada hegemonyasını kuruyor. Vietnam’da komünist devrim olmuş olabilir ama tek tek bireyler ele alındığında insanların çoğu büyük oranda acı çekmeye devam ediyor. Komünizme inanmış Yüzbaşı da bunun acısını, yenilmişliğini hissediyor; daha üst düzeyde bir yere gelmiş olan kan kardeşi Man da. En nihayetinde ana izlek yenilmişlik ve kimlik kaybı olarak karşımıza çıkıyor. 

‘Sempatizan’ın son sayfasını da okuyup kapağını kapattıktan sonra günlerce gözünüzün önünden gitmeyen sahneler oluyor. Her paragrafta Yüzbaşı karakteri sözcük sözcük inşa edilirken, kaybedenlerin ve ayakta kalabilmek için kazanmış görünmeye çalışanların çatışmasını soluksuz takip etmek istiyorsunuz. Böylesine güçlü bir romanın çağımızın klasikleri arasına gireceğini düşünüyorum. Yazarın yakın zamanda yayınlanacak ‘Mülteciler’ isimli kitabını ise dört gözle bekliyorum. 

Sempatizan 

Viet Thanh Nguyen

Çeviri: Duygu Akın

Kafka Kitap

472 sayfa.