Tarlabaşı’ndan müzikli felsefeli hikâyeler

ENGİN KILIÇ

'On parmağında on marifet’ diye tarif edebileceğimiz insanlardan, Fulya Özlem. Felsefe eğitimi almış ve hâlen müzik alanında akademik çalışmalarını sürdürüyor; beş dilde mütercim-tercümanlık yapıyor; kısa film çekiyor; şarkı yazıyor, şarkı söylüyor. Tüm bunlara bir de hikâye yazarlığını eklemiş. Özlem’in ilk hikâye kitabı ‘Ekmek Fabrikası Tanrıçası’ Pan Yayıncılık’tan çıkmış. 

Hangi kimliği daha ön plandadır, ya da bu soru yazar için anlamlı bir soru mudur, bilemeyiz, ama diğer tüm kimliklerinin hikâye yazarlığını olumlu yönde etkilediğini ve onu beslediğini söylemek mümkün. Yazar yer yer otobiyografik özellikler de taşıyan hikâyelerinde, bu farklı alanlardaki birikimini özgürce kullanıyor ve bir araya getiriyor. Yazarın farklı uğraşları gibi seyahatlerinin de hikâyelerini zenginleştiren unsurlar olduğu görülebiliyor. 

‘Şimdi ve burada’ 

Kitap ‘Ölü Balık Bakışlı Kadın’ adlı Kafkaesk bir metamorfoz hikâyesiyle açılıyor ve kahraman bir sabah gözlerinde ölü balık bakışlarıyla uyanıyor. Fiziksel değişim metaforuyla ilişkilerin kalıplaşması ve samimiyetin kaybı temasının ele alındığı bu hikâye, kitabın bütününe dair önemli bir işaret veriyor: Fulya Özlem’in hikâyeleri, modern yaşamı, ‘şimdi ve burada’ki yaşantımızı, dertlerimizi, açmazlarımızı, beklentilerimizi konu edinir.

Örneğin ‘İsa Mesih Sendromu’nda, dünyaya inen gerçek İsa Mesih, televizyonun kıyasıya rekabet ortamında kimseyi gerçek mesih olduğuna inandıramaz. ‘Gösteri(ş) Toplumu’ hikâyesi ise mesleğin ve çalışmanın yerini gösterinin ve performansın almasına değinir. ‘Ekmek Tanrıçası Fabrikası’nda vasat ile, mediokrasiyle mücadelenin zorluğunu görürüz. ‘Tarlabaşı’ndaki Hayalet’, Beyoğlu’nda artık geçmişte kalmış kozmopolit kültürün kaybının yasını tutar. ‘Macera: Kısmetimi Nasıl Teptim?’ kadın erkek ilişkilerine yönelik, çocuk doğurup soyu sürdürme gibi eski ve arkaik beklentileri tiye alır. ‘Proletarya Terapisi’ bir ‘Allah sevdiği kuluna eşeğini kaybettirip sonra buldururmuş’ hikâyesidir. İstanbul’un renkli ortamında düzenli çalışma saatlerine bağlı olmadan serbest bir sanatçı hayatı yaşayan, ancak bunun üzerinde çok düşünmemiş olan anlatıcı, bir Orta Anadolu şehrinde bir süre sıkı bir mesai düzeninde çalışmak zorunda kalınca, kendi hayatına daha farklı bir gözle bakmaya başlar. ‘Şifacı’ adlı hikâye ise aşk hakkında aşağıda dile getirilen, incelikli bir önermeyi işler: 

“Ben artık aşkın bir ışık olduğunu düşünmeye başladım, o ışık, bir sebeple birinin omuzlarının üstünde parlayıvermeye başladı mı, onu bambaşka birine dönüştürüyor. Üstelik bu ışık, maşuk’a ait bir ışık da değil, tamamen âşık’ın gözündeki bir fer. Ve fer olmayınca aynı adama bakıyorsunuz, adam aynı şeyi yapıyor ama bir daha bakmak gereğini bile duymayacağınız kadar “gözünüzden düşmüş” oluyor. O bir şey yapmış mı? Hayır. Sadece siz ona gözünüzde ayırdığınız yerin uygunsuz olduğuna kanaat getirmişsiniz.” 

Diğer hikâyelerde de, hayatlarımızda büyüyen, doldurulamayan boşluklar, ilişkileri sürdürmenin zorluğu, aldatma, ütopya ihtiyacı, imkânsız aşk, kendini arayış gibi hemen herkese dokunan temaları ele alır Özlem. 

Kitapta hikâye tekniği açısından özel, zorlu arayışlarla karşılaşmayız. Öte yandan yazar, hikâye yazma geleneğinin bildik uzlaşımlarını da çok umursar gibi görünmez. Çok alışık olmasak da, kimi hikâyelerde dipnotlarla karşılaşabiliriz, ya da bazı hikâyelerin deneme ya da günlük türüne yaklaştığı söylenebilir. 

Otobiyografik yön 

Bu gibi biçimsel, türsel ya da yapısal özelliklerin ötesinde, okura öncelikle hikâyelerin içtenliği dokunur. Yukarıda altını çizdiğim gibi, kimi hikâyelerin otobiyografik yönü ağır basar. Buralarda kendiyle alay etmekten gocunmayan, iç sesini duymaktan ve duyurmaktan mutlu olan bir anlatıcı ile karşılaşırız. Gerçek hayattaki uğraşlarını metinlerine yansıtır, o alanlardaki birikimini özgürce hikâyeleştirir. İroni en sık başvurduğu tekniktir. Başka birinin elinde trajik bir biçimde ele alınabilecek konular onun kaleminden çoğu zaman komik bir biçimde, ama, elbette, derinliğini koruyarak işlenir. Yazarın, müzikten felsefeye, çeviriden medyaya, büyük şehrin karmaşasından modern ilişkilerin kendine özgü sorunlarına serbestçe sekerken eğlendiğini hissederiz, ve onun gözünden kendimizden de bir şeyler bulduğumuz bu sahneleri izlerken biz de bu hikâyelerin içine çekiliriz. 

Ekmek Fabrikası Tanrıçası

Fulya Özlem

Pan Yayıncılık

93 sayfa.