Kartal’ın Kumluk’taki masalsı beyaz evi

Engin Günay’ın ‘Kartellimeni’ (NotaBene Yayınları, 2017) adlı kitabını okuduğumda, 1970’lerin Kartal’ını hatırladım. Adeta gözümün önünde canlanıverdi bir zamanların Kartal’ı. Kumluk, Beyrutlu Ermeni bir ailenin masalsı beyaz evi, terkedilmiş bir Ermeni köşkü...

Harun Karadeniz ve arkadaşlarının açtığı İşçi Birliği geldi aklıma. Sonralarda birliğin başkanı, yakınlardaki Soğanlık’ın belediye başkanı olacaktı.
15-16 Haziran öncesi Tekel işçileri için çıkardığımız ve fabrika önünde dağıttığımız  ‘Tekel Gerçek’ gazetesi geliyor aklıma. Bir de ‘Partizan’ diye bir kuramsal dergimiz vardı. Sungurlar Fabrikası işçiler tarafından işgal edildiğinde, orada da ‘Sungurlar Gerçek’ gazetesi çıkıyordu. Karşı yakada, Alibeyköy’de de bir işçi birliği vardı 
Hey gidi Haydarpaşa ve Eminönü’nün Yağ ve Yemiş iskeleleri. 
Bir yeni yetmenin gözü ile aynı zamanda bir işçi semti olan Kartal’da 15-16 Haziran’ın patlak vermesinin anlatılışı, hemen bir yıl sonra Mahir ve Hüseyin’in Sibel’in evinde kıstırılmaları... Bunun, genç ruhlarda yarattığı yansımalar... Bu, aynı zamanda toplu linç ya da bir panayır gösterisine dönüşmüş bir operasyon.
Sadece 100 sayfalık bir kitap, ama nasıl bir tarih yedirilmiş içine ustalıkla. Bir zaman tünelinde o günlere dönmüş gibi oldum. 
Hey gidi Dragos ve onun adalara deniz altından uzanan kolları. Hey gidi Süreyya Plajı, hey gidi Ermeni kilisesi, hey gidi Kalamış Koyu ve Ömer’in salaş kahvesi...
Hayatlarımızı nasıl etkiledi bir 15-16 Haziran, Maltepe’de Mahir ve Hüseyin’in sıkıştırılması...
Bizim kuşak ‘arkadaş’ cenazesini kaldırmaya üniversite yıllarında başladı. İlk cenazemiz Vedat Demircioğlu idi. 6. Filo protestoları sırasında Teknik Üniversite yurdu basıldığında, pencereden aşağı atılmıştı. İkinci cenazemiz ise, Taylan Özgür, İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği’nin kongresi sırasında sırtından vurulmuştu. Her ikisi de devlet işiydi. Sonra ‘milis’ güçlerine verildi ihale Ankara ve İstanbul’da.
78 kuşağı ise cenaze kaldırmaya daha lise, hatta ortaokul sıralarında başladı. Morgun beyaz mermer masalarında ‘arkadaş’ teşhisi yaptılar. Bunun yarattığı tragedyanın, hele ardından Hades’in bir zift gibi çöken ağır karanlığının travmalarının atlatılması kolay iş değil.
1980 darbesinden bir ay önce Gülhane Parkı karşısındaki morgda biz, genç gazeteci arkadaşımız Recai Ünal’ı teşhis ederken, yan masada ise, Maltepe operasyonu döneminin başbakanı Nihat Erim yatıyordu. Sahi, o da Dragos’da oturuyordu.
Bu yaşanmışlıkların üzerinde 78 kuşağından tanıklıklar düzeyinde değil de, edebiyat düzeyinde o dönemin tragedyasını yansıtan güçlü yapıtlar ne yazık ki çok az çıktı.
Şiirde Emirhan Oğuz başardı bunu. ‘Ateş Hırsızları’ ve ‘Myndos Geçidi’ bir doruk oldu bence bu ‘yitik kuşağı’ anlama konusunda.
Şimdi Engin Günay’ın aynı zamanda bir şiir tadında olan romanı, bu umudu yeniden uyandırdı bende.
Türkiye’de adı konmamış bir iç savaş yaşandı 1971-1980 arasında, iniş ve çıkışları ile. 
Bu aynı zamanda yaşam alanlarını savunma, bir direniş kavgasıydı. Gecekondu direnişleri ise bunun bir başka boyutunu oluşturuyordu.
Adorno, “Auschwitz’den sonra şiir yazılmaz” dediğinde, böylesi derin altüstlüklerden sonra edebiyat yapmanın güçlüğüne değinmekteydi bir yerde.
Nazi döneminden sonra Alman edebiyatının toparlanması uzun yıllar aldı. Savaştan sonra, genç yaşta ölen Borchert’in öyküleri ile ilk uyanışını yaşadı, yine tragedya tadında. Arkasından Heinrich Böll ve Günther Grass geldi.
Engin Günay’ın kitabında da, bir ‘arkadaşı’ yitirmenin yıllara yayılan acısı var, ustaca işlenmiş kurgusunda.
Ölen arkadaşlarından kalan kitaplarla oluşmuş bir sahaf dükkânı ve sahibi gizemli sahaf Kartelli. Onun deniz ve adalarla olan tutkulu bağı… Ve bir fırtınada oralarda kayboluşu, Can’ın ona bıraktığı teknenin kayalar üzerindeki kalıntıları…
Kartal’dan Haydarpaşa’ya giden tren hat boyunca bir masal ülkesini andıran köşkler beldesinden geçerdi. Her istasyonda solcuların ya da ülkücülerin egemen olduğu bir bölgeye girerdiniz. Pendik: Ülkücüdür. Oturduğumuz Küçükyalı da keza öyle. Ama Kızıltoprak ile Göztepe, devrimci. Kartal, devrimci. Maltepe ise çatışmalı. Aman ha, Üsküdar’da elinizde Cumhuriyet gazetesiyle sakın vapura saf saf yürümeyin. 
Can, Maltepe’nin ülkücülerin etkisinden çıkarılması uğraşında yitirdi yaşamını. Müzikle iç içe, capcanlı bir çocuk. Piyanosu ve kitaplarıydı geride kalan…
O sıralarda ülkücülerin hattın üst tarafında hakim olduğu Küçükyalı’da oturuyorduk. Bir gün istasyona yürüyerek gelen bir gençlik grubu ile karşılaştık. Halkın Kurtuluşu Dergisi okurlarıydılar. Küçükyalı Lisesi’ndeki öğretmenleri, ensesinden vurularak öldürülmüştü. İstasyonun üstündeki Erzincanlıların kahvesi ikide bir ülkücüler tarafından bombalanırdı. Artık cam takmıyor, sadece kepenkleri indirmekle yetiniyorlardı. İstasyondaki büyük kahve onlarınki idi, sonunda orası da bombalandı. Çamlık Kahvesi ise devrimcilerin koruması altında idi. Kızları uzun yıllar Metris’te kalacaktı.
Şimdi ise baki kalan bu kubbede hüzün.

Kategoriler

Genel Kültür Sanat


Yazar Hakkında