OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Ermenilerle ‘Kızılderililer’in ortak noktası nedir?

Bu hafta size ‘ilginç’ birinden ve onun çarpıcı anılarından bahsedeceğim. Hatta köşemi bu hafta ona bırakacağım desem yalan olmaz. Kahramanımızın ismi Ali Rıza Öge. II. Meşrutiyet devrinde polis teşkilatına giriyor, takip memurluğundan yüksele yüksele, siyasi kısımda ‘Ermeni masası’ şefi oluyor. Onun, ‘Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Bir Polis Şefinin Gerçek Anıları’ başlığıyla yayımlanan hatıratından bazı bölümleri, çok az yorumla, olduğu gibi aktaracağım. İsimlerle ve yazımla ilgili hatalara da dokunmadım ama vurgular benim. Tam tarih vermiyor ama aktardıkları 1914 ve sonrasıdır. 

Öge, dediğim gibi, siyasi kısımda başkomiser olduktan kısa bir süre sonra, amiri Reşat Bey onu çağırır ve şöyle der: “Mısır’dan Hınçakyan komitesi erkanından (Faramaz) adında biri yarın İstanbul’a geliyor, bu komitesi bir süre önce Rusya’dan İstanbul’a gelen Ermeni fedaileriyle ve komitenin diğer üyeleriyle birleşerek burada suikast tertibiyle meşgul olacaklarını öğrendik. Yarın yanına bu işlere yatkın becerikli iki memur alarak Deniz merkezine gideceksin. Orada sarı saçlı orta boylu siyah gözlüklü bir Ermeni bulacaksın. Bu adam bize sadakatle hizmet eden birisidir. Kendisi Mısır’dan gelenleri size tanıtacaktır”. Talimatı alan Öge anlatmaya devam ediyor: “Ertesi sabah Galata yolcu salonuna gittim. Tarif edilen ve adının Arşadir olduğunu öğrendiğim sarı saçlı siyah gözlüklü adamı buldum… Öğleden sonra Hıdiv kumpanyasının gemisi rıhtıma yanaşmaya başladı. Vapurdan çıkan yolcuların arasında bulunan orta boylu yüzünün elmacık kemikleri çıkık birisi çıkıyordu ki Arşadir çıkanı bize işaretle belirtti.”

Böylece bir grup Hınçak üyesini takip etmeye başlarlar. Sözü tekrar Öge’ye bırakalım: “Öteden beri Ermeni militan komitecileri arasında Taşnaksagan komitesi ile Hınçak komitesi militanları arasında ezeli bir husumet vardı. Bu nedenle bu gelenler bir takım dolaplar çevirmeye hazırlanırken, öte tarafta Taşnaksagan komitesi mensupları olup da Yıldız vak’ası faillerinden biri olan (Karabet Yegiyan) efendi de İstanbul zabıtasında vazifelendirilmiş olup kendisinden her gün Mısır’dan gelen bu adamlara ait Polis Siyasi Şube Müdürüne gerçek ve taze haberleri vermekteydi. İstanbul polisi de bu iki militan gurubun münaferetinden en iyi şekilde faydalanabiliyordu… Biz hemen her gün Karabet efendinin çok sıkı bir şekilde elde ettiği son derece önemli bilgileri alıyor ve onların hemen her günkü davranışlarından bu değerli bilgilerle haberdar olabiliyorduk.” Öge, işin polisiye tarafını, kişileri nasıl takip ettiklerini, nasıl nerede ‘kıstırdıklarını’ da ayrıntılarıyla anlatıyor. Sonuçta, ekiptekilerin çoğunu tutukluyorlar ve Haziran 1915’te 20’sini asıyorlar. Durumu şöyle özetleyebiliriz: İttihatçılar, Abdülhamit’e suikast teşebbüsünde bulunan Ermenilerden birinin yardımıyla, Talat’a suikast düzenleyeceği iddia edilen başka Ermenileri yakalayıp asıyor. Hayatın ve dolayısıyla tarihin çok acayip olduğunu söylemiş miydim? Hiçbir şey sandığınız kadar düz ve basit, hiçbir kolektif grup sandığınız kadar homojen değil. Burada aklıma bizim “Kızılderililer” deyip içinden çıktığımız insanlar aklıma geldi. “Ne ilgisi var?” mı dediniz? İlgi şu, aslında onlar da kendi aralarında çok parçalı ve hatta düşman idiler. Kabilesi Amerikan ordusu tarafından katledilen bir Amerikan yerlisi, pekâlâ, başka bir kabilenin yerinin bulunması için kendi akrabalarını katleden orduya rehberlik edebiliyordu. ‘Gençken’ bunu okuduğumda çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Nasıl olurdu da bir ‘Kızılderili’ bir ‘Kızılderili’ye’ bunu yapardı? Sonra ‘büyüyünce’ ve okumaya devam edince gördüm ki, uzağa gitmeğe gerek yok, Osmanlı ve sonra Türkiye Ermenileri de Kızılderililer gibiymiş. Bugün de değişen bir şey yok. Ermeniler küçüldü ve bir avuç kaldı ama emin olun daha çok ‘Arşadir’, daha çok ‘Karabet’ var. Yanlış anlaşılmasın, burada kastettiğim, düz bir ‘birlik beraberlik’ mesajı değil. Tam tersine, fikir ve siyaset farklılığı ve çatışması çok doğaldır ve olması gerekir. Burada mesele, siyasi hasmınızı hangi yollarla ekarte etmeye çalıştığınız. Siyasi alanda muhbirlik güzel bir şey değil. Zaten sonu çoğu zaman muhbir için de iyi olmuyor.

Öge’nin Ermenilerle ‘maceraları’ yukarıda anlatınla sınırlı da değil. Kitabında, 24 Nisan tutuklamalarına nasıl hazırlık yapıldığını da anlatıyor. Gerçi, kendisi bu tutuklamaların o tutuklamalar olduğunu açıkça söylemiyor ama anlattıklarından, verdiği sayılardan bu sonuç çıkıyor. Tabii, öyle bir şekilde anlatıyor ki, bilmeyen biri o tarihlerde Hınçakların ve Taşnakların gizli örgütler olduğunu düşünebilir. Halbuki, bunlar parlamentoda temsilci de bulunduran, açık faaliyet gösteren, zamanın yasal siyasi partileri. Özellikle Taşnaklar, 1913-14’te ilişkileri biraz limonileşmiş olmakla birlikte, II. Meşrutiyet’te İttihatçıların yani iktidar sahiplerinin en önemli siyasi müttefiki. (Yasal, açık siyasi faaliyet gösteren, milletten oy almış partileri, yasadışı örgütler gibi gösterme tavrı de size tanıdık gelmiştir.)

Yerimiz kalmadı; hikâye ilginizi çektiyse, 24 Nisan tutuklamalarına nasıl hazırlandıklarını, bu sefer eski bir Hınçak üyesinden nasıl faydalandıklarını, Öge’nin akıbetini de haftaya anlatayım. O hikâyede de bir ‘hain Artin’ var. Yok, ilginizi çekmediyse burada bitirelim.

not: ‘Kızılderili’, fiziksel bir özelliğe gönderme yaptığı için pek hoş bir laf değil. Fakat, ‘Amerikan yerlisi’ demek de kafalardaki imajı karşılamayacağı için, bu lafını tırnak içine alarak kullanmayı tercih ettim. İncinen olduysa affola.