Üç olasılıklı bir yaşam öyküsü

EBRU KARŞIN

Paul Auster’in ‘4321’ romanı, Rus Yahudisi büyükbaba Ferguson’un Minsk’ten Ellis Adası’na gelişiyle Amerika macerası başlayan bir ailenin üçüncü kuşak üyesi olan Ferguson’un, ya da tam adıyla Archibald Isaac Ferguson’un (yakınları için Archie) üç farklı olasılıkta anlatılan yaşamöyküsü. Auster bu ‘üç olasılık’ kurgusuyla okuru roman tekniği açısından pek alışılmadık bir yöntemle karşı karşıya bırakıyor. Bin sayfayı aşan roman boyunca Ferguson’un New York’un farklı çevrelerinde ve ailevi durumlarında cereyan eden hayatını ve elbette bu hayat(lar) etrafında Ferguson ailesinin hikâyesini/hikâyelerini de okuyoruz. Kitabın isminin 4321 olması tahmin edeceğiniz gibi Auster’in Ferguson için kurguladığı olasılıklarla ilgili.

Her yaşamöyküsünde kahramanımızın üç değişmezi var, yazmaya, beyzbola ve Amy Schneiderman’a olan tutkusu. Ailenin maddi durumu, boşanmalar, evlilikler, yaşanan evler, kazalar, hastalıklar, okullar, cinsel tercihlerse değişebiliyor.

Farklılıkları ve tercihleri kahramanın “keşke hayatım şöyle olsaydı” hayalleri değil, yazarın “kahramanımın hayatını böyle de kurgulayabilirdim” düşüncesi belirliyor. Ferguson altı yaşında ağaçtan düşüp bacağını kırdığında aklından geçenler gibi “Her şey mümkündü”.

“…Chuckie o sabah kapının zilini çalıp dışarıda oynamaya çağırmasa o aptallık olmayacaktı. Annesiyle babası başka bir yerde ev beğenip oraya taşınmış olsalar, Chuckie’nin varlığından bile haberi olmayacak ve o aptallık da yapılmayacaktı, kendi arka bahçesinde tırmanacak ağaç olmasaydı da o aptallık olmayacaktı. Ferguson, ne ilginç bir fikir, diye düşündü, kendisi değişmediği halde ya-şadıklarının ne kadar değişik olacağını hayal etmek çok ilginçti. Aynı çocuk bir başka ağacın olduğu bir başka evde. Aynı çocuk başka anne babayla. Aynı çocuk aynı anne babayla ama aynı şeyleri yapmayan anne babayla. Örneğin babası hâlâ vahşi hayvan avcısı olsa ve Afrika’da yaşasalardı ne olurdu? Annesi ünlü bir film yıldızı olsa ve Hollywood’da yaşasalardı ne olurdu? Büyük amcası Archie ölmeseydi ve kendi adı da Archie olmasaydı ne olurdu? Ya aynı ağaçtan düşüp bir yerine iki bacağını kırsaydı? Ya hem iki kolunu hem iki bacağını kırsaydı? Ya ölseydi? Evet, her şey müm-kündü ve olayların bu şekilde gelişmemiş olması başka bir şekilde gelişemeyeceği anlamına gelmezdi. Her şey farklı olabilirdi…”

  Ferguson’un yazarlık macerası ilkokulda tek başına çıkardığı ‘Savaşçı’ gazetesiyle başlıyor. Taban İkizleri adlı novella denilebilecek öyküsünü yazdığında 14, ilk romanını yazdığında 19 yaşında. 

Çocukluğundan yetişkinliğine kadar Ferguson’un hayatındaki/hayatlarındaki olasılıkları  belirleyen kadınlar, fotoğrafçı anne Rose, akademisyen teyze Mildred, kuzen, sevgili ya da üvey kardeş olarak da karşımıza çıkan Amy. Baba Stanley, büyükbaba Adler ve kamp arkadaşı Artie gibi erkek  karakterlerse ölümler ve yıkımlarla Ferguson’un hayatında/hayatlarında rol oynuyor. Ferguson’a Archibald ve Isaac isimlerinin verilmesinin nedeni bile çok sevilen büyük amca ve büyükbabanın erken ölümleri.

Roman 1900-1975 arasında geçiyor. Yazar gibi Ferguson da 1947’de doğuyor. Dolayısıyla yakın Amerikan tarihindeki seçimler, J.F.Kennedy suikasti, Vietnam Savaşı, savaş karşıtlığı, öğrenci hareketleri, üniversite işgalleri gibi olaylar, tanıklıklar da Ferguson’un hayatını/hayatlarını etkiliyor. Seçkin Selvi’nin aydınlatıcı notları özellikle bu bölümlerde okura can simidi oluyor, kurgunun içindeki gerçekliği de görüyoruz.

Paul Auster bir söyleşisinde bu romanda uzun cümleleri tercih ettiğini , kelimelerle dans etmeyi sevdiğini ve Ferguson’a bazı anılarını ödünç verdiğini söylemiş. 29 satır süren bir cümle var örneğin. Yazarın hayranları için uzun cümleler pek alışılmadık bir durum. Ödünç anılar sayesinde, Alfred Hitchcock’un her filminin bir sahnesinde görülmesi gibi, Paul Auster’ı da her yaşamöyküsü olasılığında görüyoruz. ‘Kırmızı Defter’ ya da ‘Ay Sarayı’ kitaplarına verdiği selamlarla yalnızca yazar Paul Auster değil, beyzbol oyuncusu, aktivist, arkadaşını kaybetmiş küçük bir çocuk Paul Auster da çıkıyor karşımıza.

Kitabın ismi gibi rakamlardan yola çıkarak birkaç not çıkardım okurlar için;

Paul Auster romanı yazmayı 3 yılda bitirmiş. Türkçe çevirisi 9 ayda tamamlanmış. Sayfa sayısı 1127 (evet doğru okudunuz, yazıyla bin yüz yirmi yedi). Kitabın ağırlığı yaklaşık 1 kilo 100 gram (pek metroda, vapurda okunabilecek gibi değil). Makalenin yazarı bu romanı 17 günde okudu (tüketilen kahve miktarı belirsiz).

4321 

Paul Auster

Çeviri: Seçkin Selvi

Can  Yayınları 

1127 sayfa.