OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Harun Artin

Geçen hafta, Osmanlı’nın son döneminde Ermeni masası şefliği yapmış eski polis Ali Rıza Öge’nin anılarından bahsetmeye, onun deyimiyle “Ermeni komitecilerini” takip eder ve tutuklarken Ermeni gruplar arasındaki husumetten nasıl faydalandıklarını anlatmaya başlamıştık. Gösterdiğiniz ilgi üzerine bu hafta devam edelim. 

Bir gün, Öge’yi amiri Reşat Bey çağırıp ona bazı adamların fotoğraflarını gösterir ve bunların “Taşnaksagan komitesi”nin ileri gelenleri olduğunu söyler. Bunları izleyecek, ikametgâhlarını öğrenecek, girdikleri çıktıkları yerleri, temas ettikleri kişileri tespit edeceklerdir. (O sıralar, Taşnaktsutyun’un mecliste vekili bulunan açık ve yasal bir parti olduğunu hatırlatırım.) Öge, ilk bilgileri toplamak için siyasi kısımda çalışan Corci isimli bir “Ermeni Katolik”ten faydalanır. Corci, istibdat devrinde de “sivil zabıta memurluğunda” bulunduğu için “Ermen Komiteleri erkânını” iyi tanıyormuş. Öge, onu da yanında alarak Beyoğlu’na gidiyor; şimdiki İngiliz Konsolosluğu’nun (o zaman elçilik) karşısındaki bir birahaneye oturuyorlar. Dediğine göre, “bilmeyerek” çok isabetli bir yer seçmişler, çünkü Taşnakların merkezi yakınlarda, İngiliz Konsolosluğu’nun karşısında, Hamalbaşı’ndaki bir binadaymış. Partinin gazetesi Azadamard da burada çıkarılıyormuş. (Hamalbaşı Caddesi, konsolosluğun yanından Tarlabaşı istikametine inen cadde). Fakat Öge, Corci’nin ‘hizmeti’nden memnun kalmıyor, onun birilerini korumaya çalıştığını düşünüyor. Muhbirden bol ne var... Siyasi kısımda Artin isminde başka bir istihbarat memuru daha varmış. O da eski bir Hınçak’mış. Öge, gene kendi deyimiyle onun Taşnaklarla “kanlı bıçaklı durumundan” faydalanmayı düşünmüş. Ertesi gün, bu sefer Artin’le gidip aynı birahaneye oturmuşlar. Daha bir saat geçmeden, fotoğraflardakilerden birine benzeyen biri sokaktan geçerken Artin, onun “Agnoni” olduğunu söylemiş. Bu, Taşnak ileri gelenlerinden Khaçadur Malumyan’ın lakabıdır ve doğrusu ‘Agnuni’dir. Dahası, bakmayın Öge’nin sanki bilinmeyen birini takip ediyorlarmış gibi anlatmasını. Agnuni, 1908’den sonra İstanbul’un politik çevrelerinde bilinen bir yüz, neredeyse her mitingde konuşuyor. Talat’ın da mesai arkadaşı desek sadece biraz abartmış oluruz. Öge adamlarından birini, onu izlemesi için göndermiş ama adam hemen geri gelmiş, çünkü Agnuni, yukarıda bahsettiğim Hamalbaşı’nda yakınlardaki binaya girmiş. Artin de oranın, Taşnakların merkezi olduğunu o zaman söyleyince diğerleri de öğrenmiş. Öge, ondan sonrası için “işlerinin kolay olduğunu” söylüyor. Tek yapacakları, oraya gelenleri çıktıktan sonra izlemek ve oturduğu yeri tespit etmekmiş, çünkü nihai plan, bizim artık bugün çok iyi bildiğimiz gibi, hepsini aynı anda tutuklamakmış. Nitekim, bir ay içinde bu yöntemle “yüzlerce komitecinin” adlarını ve evlerini tespit etmişler. Öge, daha da ayrıntı veriyor ve diyor ki, bu şekilde üç aydan fazla çalışmışlar ve Taşnaklar hariç, Hınçak, Veragazmyal Hınçak ve Ramgavar “komitelerine” mensup üç yüzden fazla kişinin adresini tespit etmişler. Önceden kararlaştırdıkları gibi, hepsini aynı saatte tutuklamışlar.

Verdiği sayılar bahsettiğinin 24 Nisan 1915 tutuklamaları olduğunu gösteriyor, zira o tarihlerde bu kadar kitlesel başka tutuklama yok. “Üç ay çalıştık” dediğine göre, takibata, hazırlıklara en geç Ocak’ta başlamış olmalılar. Yani, bu işi, öyle apar topar değil, planlayarak yapmışlar. Tutuklayacakları kişilerin oturdukları semtlere göre on iki adet liste yapmışlar. Bir de, nedense beni şaşırtan bir ayrıntı olarak şunu söyleyeyim: Bu işte, Avrupa’dan getirtilen otuz-kırk kişilik otobüsleri kullanmışlar. Aslında düşününce bunda şaşıracak bir şey yok ama, o ânı hep daha dramatik tasavvur ettiğimden olsa gerek, tutuklananların otobüslere doldurulduklarını hiç düşünmemiştim, 24 Nisan tutuklamalarında gözümün önüne böyle bir görüntü gelmemişti. Öge’nin dediğine göre sadece bir fire vermişler, o da o gece evinde değil nişanlısında kalan Şavarş Misakyan imiş. Öge, üç yüz kadar kişinin içinde sadece bir fire vermekle de övünüyor.

Ermeni Soykırımı tartışmalarında resmî iddialardan biri de İstanbul’dan kimsenin tehcir edilmediğidir. Öge, işin başındaki adamlardan biri olarak bu konuda da son noktayı koyuyor. Hükümetin, cepheye “çok yakın” yerlerde meskun Ermenileri cepheden uzak yerlere sevk etme kararı üzerine, kendilerinin de İstanbul polisi olarak, İstanbul’daki taşralı bekâr Ermenileri tutuklayarak kafile kafile İç Anadolu’ya sevk etme emri aldıklarını ve sevk ettiklerini söylüyor. Böylece, işi bizzat yapan adamın ağzından bu ifadeleri duyduktan sonra, “İstanbul’dan tehcir olmamıştır” demenin hiçbir zemini kalmıyor. Yapan adam, bizzat, “Yaptık” diyor.

Artin Efendi yakalananların notlarını da okuyup içindekileri polise aktarıyormuş. Bu notlardan, Konya’da muhacir Ermenilerin “çadır teşkilatı” yaptığını öğrenmişler. Çadır teşkilatının ne demek olduğunu ve neler yaptığını Öge anlatmıyor, dolayısıyla biz de anlayamıyoruz. O sırada çadırlarda, yarı aç yarı tok, hastalık içinde bitap topluluk acaba nasıl bir teşkilat kurmuş, ne yapmış, meraka muciptir. Ama ‘muzır’ bulmuş olacaklar ki, Öge ile Artin’i bunu araştırması için Konya’ya göndermişler. Bu arada, Artin polis çevrelerinde Harun olarak biliniyormuş ama Konya’da Ermenilerin arasına girince tekrar Artin olmuş, bilgi toplamış. Artin’in topladığı bilgiler neticesinde bu teşkilatın, sonradan patrik de olacak olan, Öge’nin yanlış yazımıyla “Mesrup Naruyan” ve “Vahrant Vartabed” tarafından yürütüldüğü anlaşılmış. Harun Artin bu iki papazın İstanbul’a götürülmesi gerektiğini söyleyince iki gün sonra onları da alıp İstanbul’a götürmüş, nezarethaneye koymuşlar. On beş gün sonra da kabahatleri bulunamadığı için serbest bırakılmışlar.

Hikâye daha uzun ama sanırım siz durumu anladınız. Sonunda Artin’e ne mi olmuş? Bunu ben söylemeyeyim, herkes Artin için kendi kafasında bir son belirlesin.