Pavlus Yazıcı ve Yuhanna İbrahim’den 5 yıldır haber alınamıyor

Suriye’de 22 Nisan 2013’te kaçırılan Antakya Ortodoks Patrikhanesi Halep Metropoliti Pavlus Yazıcı ile Halep Süryani Ortodoks Metropoliti Yuhanna İbrahim’den hâlâ haber alınamıyor. Kaçırılmaları üzerinden geçen süre içerisinde akıbetleri ile ilgili olarak hiçbir sağlıklı bilgiye ulaşılamadı. Artık hayatta olmadıklarına kesin gözüyle bakılıyor.

Metropolit İbrahim, 22 Nisan’da Türkiye’den Suriye’ye dönen Metropolit Yazıcı’yı Suriye tarafındaki Bab-El-Hawa sınır kapısında karşıladı. Araçlarında şoför Fathallah Kabud ve Fuad Eliya adlı iki kişi daha vardı. Halep’e doğru giderken sınırdan 20 km kadar uzakta Özgür Suriye ordusu kontrol noktasından sorunsuzca geçtiler. Kısa bir süre sonra silahlı adamların bulunduğu bir araç tarafından yolları kesildi.  Silahlı 8 kişi, şoförü ve Fuad Eliya’yı araçtan indirdi ve adamlardan ikisi araca binerek Metropolitleri kaçırdı. 

Metropolitlerin kaçırılmasının ardından, Türkiye’de El Kaide bağlantılı bir grubun önemi isimlerinden biri olan Ebu Banat kodunu kullanan Magomed Abdurahmanov yakalandı.  Kaçırılma olayının faili olduğu iddia ediliyordu. Aynı günlerde Banat’ın kafa kesme görüntüleri de ortaya çıktı. Ancak Adalet Bakanlığı, ‘insanlığa karşı suç’ kapsamında yargılanmasına izin vermedi. 

Araştırmacı  Avukat Erkan Metin, metropolitlerin kaçırılmasıyla ilgili uzun süre araştırma yaptı ve Ebu Banat dosyasıyla da yakından ilgileniyor. Avukat Metin, Agos’un sorularını yanıtladı. 

*Metropolitlerin kaçırılmasının üzerinden 5 yıl geçti. Artık hayatta olmadıkları düşünülüyor. Öncelikle kaçırıldıkları dönemde Suriye’de neler oluyordu? Türkiye Suriye’de ne kadar etkiliydi? 
2013 yılının Nisan ayında dünyanın dört bir tarafından akın akın cihatçı Suriye’ye geliyordu ve hepsi öncül cihatçı gruplara katılıyorlardı. Türkiye sınırına yakın Atmah kampı, yeni katılan cihatçılar için önemli bir toplanma ve dağılım merkeziydi. Henüz IŞİD kurulmamıştı, sahada El Nusra güçlüydü. El Nusra’ya eklemlenen çok sayıda grup ve örgüt de vardı. Örgütlere katılan cihatçıların en önemli geçiş güzergâhı Türkiye’ydi. Türkiye sınırından ellerini kollarını sallayarak giriş-çıkış yapabiliyordu. Cihatçı kaynaklarından o dönem açıkça dile getirdiği gibi Türkiye hükümeti Davutoğlu’nun merkezinde olduğu politikalar nedeniyle bu örgütler üzerinde etkiliydi. Kendi deyişleriyle “Esed Rejimi”ni yıkmak pahasına Türkiye-Suriye sınırında dünyanın en aktif cihatçı lojistik koridoru oluşturulmuştu. Türkiye’nin etkisini cihat yanlısı önemli bir Türkçe sitedeki bir yazarın şu cümlesinden değerlendirebiliriz: “Suriye’deki birçok direniş örgütünün arkasında Türkiye devletinin doğrudan veya dolaylı desteği olduğu bilinmektedir.”

*Kurtarılmaları için neler yapıldı? Özellikle Türkiye Dışişleri Bakanlığı olayla ne kadar ilgilendi? Konuyla ilgili girişimleri oldu mu? Neden sonuçsuz kaldı? Türkiye dışında başkaca girişimler oldu mu? 

Kurtarılmaları için kilise yetkilileri başta Türkiye, Suriye, ABD olmak üzere dünyanın dört bir yanından devlet yetkililerinden yardım istedi. Özgür Suriye Ordusu da dâhil olmak üzere sahada etkin yapılara ulaşılmaya çalışıldı. Ancak dikkatimi çeken daha en baştan müthiş dezenformasyonların, spekülasyonların yapılması ve haddinden fazla “Nasıl olsa kurtarılırlar” türünden iyimser bir havanın sergilenmesi oldu. Malum kilise kurumu, dünyevi gerçeklere karşı rasyonel ve politik olmaktan ziyade dua ve rica yöntemini uygularlar. Ama sert ve acımasız saha koşulları bundan ötesini gerektirir. O dönem Türkiye’deki kilise yetkilileri de hükümetten bu konuda aktif destek bekliyordu. İki Metropolitin kaçırılması sonrası başta o dönem Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu olmak üzere hükümet yetkilileri defalarca “Sağ olduklarını biliyoruz, kurtarılmaları an meselesi” mealinde umut vadeden açıklamalar yaptı. Oysa gerçekler çok farklıydı. Bu açıklamalar yapılırken, aslında emniyet, iki metropoliti kaçırdıklarını tespit ettikleri Katibet’ül Muhacirun örgütünün lideri Ebu Banat’ı İstanbul’da yakalamış, sorgulamış ve El Kaide üyeliğinden tutuklamıştı. Fakat bu durum hiçbir kilise yetkilisine bildirilmediği gibi konu basına bir şekilde yansıyınca da resmi raporlarına rağmen “Bu şahsın sizin kaçırılma olayınızla ilgisi yok” denilerek konu örtbas ediliyordu. Daha da ötesi bu şahıs hakkında Metropolitler konusunda da soruşturma açmak isteyen Cumhuriyet Savcısı’na Adalet Bakanlığı soruşturma açma izni vermiyordu. Oysa Ebu Banat dava dosyasında kaçırma olayının faili olarak bu şahıs gösteriliyordu. Bugüne kadar da hükümet bu konuda ne bir açıklama yaptı, ne de olayı aydınlatma çabası sergiledi. Konu soğutularak, kapatıldı.
Konu hakkında dava dosyasındaki belgelerden ABD’de de savcılıkta bir soruşturma açılmış olduğunu biliyorum. Kaçırılma konusunda Agos gazetesinde yer alan haber ve röportajlar üzerine, ABD’den bir savcının Türkiye Adalet Bakanlığı’ndan adli yardım talebinde bulunduğunu, Ebu Banat’ın ifadesini almak istediğini biliyorum ancak akıbetini bilmiyorum. Ayrıca kaçırma olayı da dâhil pek çok suçun faili olan Ebu Banat’ın iadesi için Rusya’nın talepte bulunduğunu ayrıca vatandaşı olduğu Dağıstan’da da hakkında soruşturma açıldığını biliyorum. Son olarak da 2014 yılı sonlarında Birleşmiş Milletler kara para/terör listesine giren bu şahıs halen İstanbul’da cezaevinde yatıyor. 

Tüm bu girişimlerin sonuçsuz kaldığı açıkça görülüyor. Bence en önemli sebep büyük ihtimalle daha kaçırıldıklarının ilk günlerinde öldürülmüş olmaları. Yani adeta ortada pazarlık konusu yapılacak rehinelerin olmayışı. Öte yandan Suriye meselesi hala yüksek siyasetin odak noktasında duruyor. Unutulmak üzere olan ve siyasi anlamda etkisi pek kalmamış bir meseleyi didiklemek de kimsenin işine gelmiyor. Maalesef buna kendi kurumlarımız da dâhildir. 

Ebu Banat’ın Metropolitleri kaçırdığı ve muhtemelen katlettiği yönünde bilgiler var. Bunları siz ortaya çıkarmıştınız. Başka kişilere dair kafa kesme görüntüleri de ortaya çıkmıştı. Yargılamada bunları inkâr etti. Yargılamada neler oldu?

Ebu Banat, şiddet çılgını, psikopat bir figürdü. O yıllarda iki kişinin kafasını keserken çekilmiş görüntüleri ile tüm dünyada şoke etkisi yaratmıştı. Gene benim ortaya çıkartmış olduğum kanıtlara göre Suriye’de kullanılan ilk kimyasal saldırıyı, Han el-Assal katliamını da Ebu Banat grubu yapmıştı. Yani bu şahıs insanlığa karşı büyük suçların failiydi. 

İstanbul’da yakalandığında emniyet ifadesinde görüntüleri açıkça kabul etmiş, ‘videoda kafa kesen benim’ demişti. Bunun Suriye’de her Cuma günü yaptıkları sıradan bir Esed yanlısı kafirleri cezalandırma eylemi olduğunu belirtiyordu. Ancak tabii mahkeme aşamasında bunu inkar etti. Mahkemede kendisine kafa kesme videosu sorulunca, "Bu fotoğraftaki kişi benim. Ancak bu fotoğrafın çekildiği sırada ben Beşar Esad’ın askerleri ile savaşıyordum.  Yoksa Hristiyan din adamlarının kafasını kesmem söz konusu değildir. Biz Beşar'ın askerleri ile savaştığımız için Türkiye bize yardım ediyordu. Hristiyan din adamları ile savaşıyor olsak Türkiye istihbaratı bize yardım eder miydi? Türkiye de ben de yasa dışı bir şey yapmadım. Suç işlemedim. Türkiye’ye iyiliğimden başka bir zarar vermedim” demişti. Zaten mahkemede de bu eylemden dolayı yargılanmıyordu. 

Benim ortaya koyduğum kanıtlar, bu şahsın Metropolitleri kaçırdığı ve kaçırdıktan kısa bir süre sonra muhtemelen iki din adamının üzerlerine bomba bağlayıp patlatarak vahşi bir şekilde öldürdüğü yönündeydi. Ama bu konu Ebu Banat’a bugüne kadar halen sorulmadı. 

Yargılama sıradan bir örgüt üyeliği davası olarak sürdü ve Ebu Banat, sadece El Kaide üyeliğinden iyi hal indirimi de uygulanarak 7 yıl 6 ay ceza aldı. Hatta daha ilk duruşma mahkeme heyetinden bir hâkim tahliyesini istedi. Dava şu an Yargıtay’da. Yatacağı fazlaca bir süre kalmadı. Dosyası kesinleştikten sonra serbest kalacak ve eğer hükümet bu konuda bir çaba sergilemezse kaçırılma olayı, Metropolitlerin akıbeti konusu tamamen karanlıkta kalacak.

Bugün gelinen noktada, Suriye, Süryaniler ve diğer Hıristiyanlar için güvenli mi? Din adamları çalışmakta sıkıntı çekiyor mu? 

Özellikle Halep’in kurtarılmasından sonra Suriye’deki Hıristiyanlar büyük bir nefes aldı. Yaşanan bu kanlı süreçte Esad, Hıristiyan halkların değerini daha iyi anlamış olmalı ki laik politikalar çerçevesinde Hıristiyanlara önemli jestler yapıyor. Yani Suriye Devleti ile Suriye Hıristiyanları arasında bir sorun yok. Cemaatlerin büyük oranda göç etmesine rağmen kiliseler pek çok yerde tekrar onarılıyor, ibadetler yerine getiriliyor. Ancak Suriye’nin halen süren emperyalist çatışmanın odak noktasında olması güvenlik risklerinin sürmesine neden oluyor. Gelecek henüz netleşmiş değil.

Kategoriler

Güncel



Yazar Hakkında

1985 doğumlu. Güncel politika, insan hakları, azınlık mülkleri ve Kürt meselesi üzerine haberler yapıyor. Musa Anter Gazetecilik Ödülleri 2008 yılı en iyi haber ödülü sahibi.