OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Sinameki aday, sinameki seçmen

Başka bir seçim sath-ı mailine daha girdik. Bunun, normal şartlarda normal bir seçim olmadığı malum. Öte yandan, birileri cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmalarını sanki normal bir dönemdeymişiz gibi yapıyor. Kimse aday beğenmiyor. Aday olması için beyaz atlı prenslerini bekliyorlar. Gerçi, birinci turda herkes gerçekten de gönlünün çektiği adaya oy verebilir ama asıl mesele olası bir ikinci turda Erdoğan’ın karşısına çıkacak hangi adayın şansının en yüksek olduğu. Birinci tur adaylarını belirlerken düşünülecek olan bu.

Erdoğan’ın birinci turda seçilmesi zor görünse de, bir ihtimal olarak masada. Onun karşısına birinci turda ortak bir aday çıkarılmazsa şansının daha yüksek olacağını iddia edenler var. Bunun olabilmesi için, “Oyum ilk önce X’e, o olmazsa ikinci seçenek olarak Erdoğan’a” diyen geniş bir kitlenin olması, o X’in de birinci turda adaylar arasında olmaması gerekiyor. Böyle bir kitle var mı, varsa büyüklüğü nedir, tam olarak bilmek zor ama bana birinci tur sonuçlarını değiştirecek kadar büyük değilmiş gibi geliyor. Dolayısıyla, birinci turda çok aday daha iyi bir seçenek gibi duruyor ve tabii mutlaka sandığa gitmek gerekiyor. Aksi halde, Erdoğan’ın birinci turda seçilme şansı yükseliyor.

Yukarıda X diye kodladığımız aday için birçok kişinin aklına, Erdoğan’a ‘en benzer’ aday profili olarak A. Gül geliyor, daha doğrusu geliyordu. Gül’ün, ‘geniş mutabakat’ sağlanmadığı için aday olmadığını açıklamasından sonra onu konuşmanın pek manası kalmadı. Fakat, şu kadarını söyleyelim ki, yaptığı açıklamayla AKP’lileri de memnun etmedi. “Demek mutabakat olsaydı aday olacaktın”, “Kimlerle ne pazarlıklar yaptın?”, “Milletin arakasından ne iş çevirdin?” minvalinde konuşarak ateş püskürüyorlar. Konuşmasında Türkiye’nin idare biçimine yaptığı eleştiriler de bu tutumda etkili oldu tabii. Gül, kendini olmadığı bir yerde görmekten, kendisine ‘herkesin takip etmesi gereken bilge adam’ karakteri vehmetmekten muzdarip, böylece iki cami arasında binamaz kaldı, ne İsa’ya ne Musa’ya yarandı. Halbuki, eğer niyetin gerçekten varsa, adaylığının faydalı ve gerekli olduğunu düşünüyorsan, o ‘geniş mutabakat’ı sandıkta ararsın. Partiler ne derse desin, milletin senin üzerinde ‘geniş mutabakat’ı varsa sandıkta çıkar(dı) zaten.

Olası bir ikinci tur tartışmalarına baktığımızda ise, sinamekiliğin Gül’le sınırlı olmadığını, muhalefetin farklı kesimlerini de kapsadığını görüyoruz. Herkes, tabiatıyla, kendi desteklediği adayın ikinci tura kalmasını istiyor ama kendi adayı ikinci tura kalmaz da, Erdoğan’ın karşısına başka bir aday çıkarsa yan çizmeye hazır. Halbuki 2015’ten beri akut bir kriz içerisindeyiz, türbülanstayız, demokrasi oksijen çadırında, son nefesini verdi verecek. Dolayısıyla, teşbihte hata var mıdır bilmem ama amacımız ülkeyi yoğun bakımdan çıkarıp, durumu stabil hastaların yattığı, normal servise almak. Bunun çok ötesini başaracak, hastayı ayağa kaldıracak adaylar da çıkabilir tabii ama ikinci turda, OHAL’i ve KHK rejimini sonlandıracak, binlerce insanın kafalarının üzerinde sallanan dava, mahkeme, sürgün sopalarını ortadan kaldıracak, haksız şekilde işinden atılmış olanları geri alacak bir adayı bulursak ne âlâ. Erdoğan cumhurbaşkanı olarak kalırsa bunların hiçbirinin olmayacağını, hatta iş ve dış gerilimin yükseleceğini tahmin etmek zor değil. Dolayısıyla, sorulması gereken soru, olası ikinci turda Erdoğan’ın karşısındaki ismin bunları yapıp yapamayacağı, bizi akut kriz halinden çıkarıp çıkaramayacağı ve bunları yapması için ondan ne gibi taahhütler alınabileceğidir. “Her ne kadar benim idealimdeki aday olmasa da X bunu yapar” diyorsanız, ona oy verebilirsiniz. Tıbbi analojiden devam edecek olursak, şu konjonktürde baypas ameliyatı yapacak aday bulamıyorsak, suni teneffüs veya kalp masajı yapabilene razı olacağız. Son kertede, iki turlu seçimin mantığı bu. Yok, “X onları da beceremez, kalan iki nefesimizi de boğazımıza tıkar” diyorsanız ona oy vermeyin. Ya da “X bu acil müdahaleyi becerebilir ama ben onu sevmiyorum, onun elinde iyileşeceğime Erdoğan’ın elinde ölürüm” diyorsanız, onu yorumlamak beni aşar.

İkinci turda iş, ister istemez, “Erdoğan mı, X mi?” sorusunda değil, “Erdoğan mı, değil mi?” sorusunda düğümlenecek.

Bir-iki cümle de bazı isimlerden bahsedeyim müsaadenizle. Korkarım, aday olamaması için iktidar bütün ayak oyunlarını yapacak ama eğer olabilirse Selahattin Demirtaş’ın aday olduğu bir seçimde benim açımdan arayış biter. Hele bir de ikinci tura kalırsa... Onun yanı sıra, Rıza Türmen öteden beri cumhurbaşkanlığı için kafama cuk oturan profillerden biri. CHP onu neden aday göstermez, anlamak mümkün değil. Teklif götürülmüş de kendisi kabul etmiyorsa, o zaman da söyleyeceğim, böyle kritik bir dönemeçte Türmen’in böyle bir teklifi kabul etmemeye hakkı olmayacağıdır. Düşünsenize, AKP ve yancıları bir-iki bayat “halka uzak” eleştirilerinden başka ne söyleyebilirler Türmen’e? İkinci turda gönül rahatlığıyla oy verilebilecek bir isimdir. Üstelik, gerek Demirtaş, gerek Türmen, yukarıda tasvir etmeye çalıştığım minimal aday profilinin ötesinde, ideal cumhurbaşkanı adaylarıdır. Öte yandan, ismi geçen diğer isimlerden M. Akşener bana, KHK rejimini, OHAL’i sonlandıracak bir siyasetçi izlenimi ve güvenini vermiyor. Daha ziyade, iktidarı ele geçirirse, bunları ve diğer anti-demokratik usulleri kendi çıkarına kullanırmış gibi geliyor.

Bütün bunlar bir yana, cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinde haddinden fazla durarak meclis seçimlerini tartışmayı ihmal ediyoruz. Halbuki Meclis, bütün anayasa değişikliklerine rağmen, tabii, başta yasama olmak üzere önemli yetkileri elinde bulunduran bir organ. Dolayısıyla, Meclis’te salt çoğunluğu elde etmek hala çok önemli. Fakat, gelin görün ki CHP ve İyi Parti (İYİP), aralarına Saadet Partisi’ni (SP) ve Demokrat Parti’yi de alarak, kendi ayaklarına kurşun sıkmak niyetinde oldukları gibi, ülkenin kaderiyle de oynuyorlar. Şöyle ki, bu partilerin, HDP’yi dışarıda bırakarak baraj ittifakı yapacakları söyleniyor. Burada İYİP ve SP, ikincil eleman; onları Meclis’e taşıyacak olan CHP, ki bunun, baraj gibi anti-demokratik bir uygulama karşısında doğru bir tavır olduğu söylenebilir. Aynı, daha evvel doğru bulduğumuz ‘15 vekil operasyonu’ gibi. Fakat, HDP’ye yönelik tavrından anlaşılıyor ki, CHP bunları demokratlığından yapmıyor.  

HDP’nin baraj sorunu var mıdır, yoksa barajı rahat biçimde geçer mi, oturduğumuz yerden söylemek zor. Fakat, her halükârda bütün muhalefetin sırf barajı aşmak için bir araya gelerek (yoksa CHP ile SP ideolojik ortak değiller herhalde) HDP’yi dışarıda bırakmaları, ahlaki olmaması bir yana, siyaseten de, hadi kibarlık bizde kalsın, pek akıllıca değil. HDP’nin barajı geçememesi durumunda, HDP’nin alması gereken ama verilmeyen milletvekillikleri hangi partiye gidecek? HDP’nin son seçimlerde birinci olduğu bütün illerde, Dersim hariç, ikinci parti AKP olduğuna göre, o vekillerin çok büyük çoğunluğu, belki de hepsi AKP’ye gidecek. Bu durumda da AKP’nin salt çoğunluğu elde etmesi çok daha kolay olacak. HDP’nin olmadığı ve AKP’nin salt çoğunluğu oluşturduğu bir Meclis’te, Erdoğan’ın da cumhurbaşkanı olduğu düşünülecek olursa, CHP, kafası kesik tavuk gibi oradan oraya koşturur, çırpınır durur ama nafile. Öyle bir Meclis’te, AKP, CHP’yle top gibi oynar, tabii ülkeyle de. Hepimize bir kez daha geçmiş olsun deriz.

Dolayısıyla, CHP salt çoğunluğu ve fazlasını AKP’ye altın tepside sunmak istemiyorsa, HDP’nin Meclis’e girmesini garantilemelidir. Bu da onunla seçim ittifakı yapmakla olur. Efendim, o zaman İYİP ittifakta yer almazmış... Kendileri bilir. CHP, İYİP’e hiçbir şey borçlu değil; tam tersi, İYİP, CHP’ye borçlu. Efendim, CHP HDP’yle ittifak yaparsa bir kısım CHP seçmeni oy vermezmiş. Bu, senelerdir söylenir durur. Görelim bakalım yüzde kaçmış bu seçmen? Artık bu korkudan kurtulma zamanı geldi. Belki CHP seçmeni, HDP’ye sizin zannettiğiniz kadar uzak değildir. Cesur bir gün, korkan her gün ölür demişler. Ayrıca, bu tip seçmen nereye kayacak? Gidip AKP-MHP ittifakına oy verecek değil herhalde. En yakın alternatif İYİP. Buyursun versinler, İYİP de olsun Meclis’te; adı üstünde, iyi olur. Çok isteyen Meclis’te ittifak yapar kendileriyle. Kaldı ki, CHP’nin 10 vekil eksik, 10 vekil fazla çıkarmasının ülkeye pek bir faydası veya zararı yok. Bu, ancak CHP’nin taşra hesaplarında önemli olabilir. Tabii, öncelikleri buysa bilemem. Ama demokrasi açısından öncelik AKP’nin salt çoğunluğu sağlayamamasıdır.

Zaten Erdoğan ve AKP bu seçim ittifakı meselesini icat ederken CHP’nin HDP alerjisine güvendi. “Teröristle işbirliği yapıyorlar” derim; “Bunlar hain” derim, “Şehitlerin kanı, bayrağın rengi” derim, bağırır çağırır, bunları sindiririm diye düşündü. Şimdiye kadar da doğrusu bu plan işe yaradı. Halbuki, şu anda CHP’nin elinde, Erdoğan’ı Erdoğan’ın icat ettiği silahla vurma imkânı var. 15 vekil olayında gösterdiğiniz cesareti şimdi de gösterin. Azıcık siyaset yapın. “O ne der, bu ne der, iktidar nasıl istismar eder” diye düşünmeyin, HDP’yle seçim ittifakı yapın. 15 vekil olayında ne oldu? AKP’liler estiler, gürlediler, hırslarından tepindiler ama sonuçta AKP’ye en büyük golünüzü atmış oldunuz. Elinizde şimdi bir fırsat daha var.

Bütün bunlar bir yana, HDP’nin olmadığı bir Meclis, Kürt meselesinde kendi çalar, kendi oynar. Milyonlarca oy alan, Kürtlerin geniş ölçüde temsil edildiği bir partiyi, elbirliği ve ayak oyunlarıyla Meclis dışında bırakınca ülkeye iyilik yapmış olmuyorsunuz. Ortada temsil edilmesi gereken bir kitle ve onları temsil etmeye aday bir parti var. O partiyi devre dışı bırakırsanız onlar da temsiliyetlerini başka yerde ararlar ama bu, ideolojilerine, hayat görüşlerine uymayan AKP olmaz.