Eşikten geçemeyen durup bekleyen

MEHMET FATİH USLU

Barış Andırınlı’nın ilk romanı ‘Kopoy’ (2011) İstanbul’da geçen ama merkezinde metropol heyecanı ya da karmaşası değil taşra sıkıntısı olan bir metindi. Romanın kahramanı Osman, kasabadan bir tanıdığının Şirinevler’deki dükkanını toparlayıp kiraya vermek için İstanbul’a geliyor lakin onun dilinden bir büyükşehirle karşılaşma,  yeni dünyaya varma, başka alemler keşfetme vs. hikâyesi anlatılmıyordu. Daha ziyade Osman’ın yoğun kendini kapatma (ya da içe kapanma) eğilimine tanık oluyor, onu çevrelemiş ve eylemsiz kılan içsel duvarları tanıyorduk. Nüfuz edilemeyen, çeperinde kalınan İstanbul’da Osman’ı Osman yapan sınırlar daha bariz ortaya çıkıyor, genç adamın ruh sürgünlüğü daha açık beliriyordu. Metni baştan sona kotaran, yer yer de komik öğelerle örülmüş hüzün duygusu değerliydi ama Andırınlı’nın esas başarısı Osman’ın içselliğini yansıtırken kurduğu yalın dildeki işçilikti.

Dil işçiliği 

Yazarın ikinci romanı ‘Ajar’ 2018 başlarında yayımlandı. Uzun bir aradan sonra gelen bu yeni romanı okumaya başlarken hem en çok merak ettiğim hem de ilk romanın lezzetinin etkisiyle en çok özlediğim nokta bu dil işçiliğiydi. Aslında ‘Ajar’da da ‘Kopoy’dan aşina olduğumuza yakın bir iç dünya anlatımı var. Andırınlı bu sefer yavaşlamaya, hatta durmaya eğilimli (!) bir taşralının büyüme macerasını anlatıyor. Çok kaba bir özetle; sıkıcılığı ve yavaşlığı tanıdık bir Anadolu kasabasında (Kalaba!) doğmuş, İstanbul’daki Anadolu Lisesi’ni kazanana kadar orada yaşamış, karmaşık lise macerasından sonra sokak sanatçılığı ile hayatını kazanan  Ahmet’in, 35 yaşına varmışken geçmişine bakmasının hikâyesi ‘Ajar’. 

Dil açısından, Andırınlı’nın ‘Kopoy’daki dili işleyip başka bir noktaya taşıdığını görüyoruz. Bağlaç ile virgül kullanımın en aza indirildiği, “ve”nin görebildiğim kadarıyla hiç kullanılmadığı, cümlelerin çok kısa olduğu (ezici çoğunlukla iki ya da üç kelimeden oluşuyor) bir dil bu. İlk başta okuması zor, zira kesik kesik akan ve dur-kalkları bol olan bir yapı. Ama alıştıkça metne benzeri zor bulunur bir tempo kazandırıyor. ‘Kopoy’daki aslında çok daha estetize edilmiş bir dildi, belli açılardan Sait Faik ve Memduh Şevket gibi yazarları anımsatıyordu. Burada ise çok daha düz ve oyunsuz bir dil var. 

Ahmet büyüdükçe… 

Tam da bu dile uygun bir kahraman Ahmet (Ahmet’e uygun bir dil inşa edilen!). Kesik kesik, sürekli duran (istop eden!) bir karakter. Romanda ilerledikçe, yani Ahmet büyüdükçe, onun içindeki durma, donma, hareketi durdurma eğiliminin daha kuvvetle ortaya çıktığını, daha yüksek sesle “ben buradayım” dediğini görüyoruz. Zaten tam da bu süreçte kahraman “donma” gösterisi yapan bir sokak sanatçısına dönüşüyor. Andırınlı burada ruhsal olanla fiziksel olanın (anlatılanla üslubun) etkileşimini dert eden bir akış yaratmış, ruhtaki durma temayülünün bedeni nasıl ele geçirdiğini beceriyle işlemiş. 

Metnin ortasında Ahmet’in bu durma eğiliminin kaynağının sorgulanması var esasında. Metin bu kök sorunun etrafında dönüp durdukça biz de aslında bunun Ahmet için kendiyle beraber babaya yönelen bir sessiz araştırmaya tekabül ettiğini görüyoruz: Daha kitabın ilk paragrafı bu bağlamda önemli bir ipucu veriyor: “Babam yanlış ata oynadı. Yanlış takımı tuttu. Yanlış vatana doğdu. Yanlış evi seçti. Yanlış kadını aldı. Yanlış çocuk yaptı. Tövbe. Yanlış Allah’a inandı. Doğal. Yenidi. O vakit ben de yenilmiş sayıldım.”

Andırınlı’nın özgünlüğü 

Türkçe romanın son yıllarda daha çok kurgu merkezli olduğunu; dil işçiliği üzerine titremeyen, dilini kimlikleştirememiş yazarların çoğunlukta bulunduğunu söylemek abartılı bir iddia olmaz sanıyorum. İşte Barış Andırınlı bu genel eğilimin dışında bir yazar. Anlatmak istediği dünyayı ifade edecek özgün bir dil yaratmanın incelikli çabasını veriyor. Edebiyat alemimizde hak ettiği yeri bulması dileğiyle... 

Ajar 

Barış Andırınlı

Çınar Yayınları

416 sayfa.