Baskın Oran’a ve son kitabına dair…

BİLGEHAN UÇAK

Depremden hemen sonra, müthiş sıcak bir temmuz gecesi, minibüsten inip yürümeye başladım. Asfalt eridi eriyecek, ağaç gölgelerinde soluklanıp terlememeye çalışarak bana verilen adrese ilerliyorum. Yıllardır her yazısını, bütün kitaplarını okuduğum Baskın Oran’la buluşacağım çünkü. Defalarca mailleşmişiz ama bu başka, sohbete gidiyorum. Havadan daha sıcak bir karşılama, peksimet bira, Refik Halid’in ‘Nilgün’ romanından öğrenilmiş buzda yatan kolonya. O gün yanımda hocanın Bodrum kitapları var. Bodrum’a gidiyorum diye ‘Dalavera Memet’in Bodrum Tarihi’ ile ‘Enişte Gözüyle Bodrum’u almış, yol boyu ve otelde kahkahalarla okumuştum. ‘Türkiye’de Azınlıklar’ın çok daha kapsamlısı olan yeni bir kitap üstüne çalışıyordu. Bir ay sonra, bu kez Şirince’de, Nişanyan Otelleri’nde Arkhe Projesi’nin düzenlediği bir programda beraberiz. Gerçi Etyen Mahçupyan’a bana sarıldığından daha sıkı sarıldı ama olsun, ne de olsa onların mazisi ‘bizimkinden’ çok daha eski.

Dersin konusu

Benim o kampta olmamın esas sebebi, şu ömrümde Baskın Oran’dan bir ders dinleme şansına kavuşmak. Hoca, “Azınlıklar ve Milliyetçilik” konulu bir ders anlatacak. Ama daha öncesinden notları göndermiş. Herkesin elinde aynı sunumdan var, Baskın Hoca anlattıkça oradan takip edeceğiz. Ben de şöyle bir karıştırdım ama ‘Türkiye’de Azınlıklar’ başta kitapların ve yazıların tamamını okumuş olduğum için notların üstüne de düşmedim pek. Bu kez Ağustos sonundayız ve Bodrum’un aksine Şirince’de sürekli bir esinti var. Baskın Hoca, bir banka oturmuş dağıttığı notlarını okuyor. 

“Hocam,” dedim, “ne yapıyorsunuz?”

“Yarın size anlatacağım derse çalışıyorum,” dedi kafasını kaldırıp, “sen okumadın mı?”

Yer yarılsa da içine girsem!

Geveze ağustosböcekleri ötüşüp hafif bir rüzgâr yaprakları hışırdatmasa, bendeki sükût karşı dağdan duyulacak! Eh, daha derse girmeden akademiye dair en büyük derslerden birini aldım. İşte o derste büyük bir özetini anlattığı konular, geçen ay ‘Etnik ve Dinsel Azınlıklar Tarih, Teori, Hukuk, Türkiye’ adıyla Literatür yayınlarından çıktı. Bu kitap için yazılanlara bakınca hocanın ‘magnum opus’u olduğuna dair bir kanaat oluştuğunu görüyorum. Kuşkusuz ki öyle ama ben şimdi oturup Baskın Oran’dan öğrendiklerimle bu kitap hakkında bir eleştiri yazsam ve sonunda da “bakın, görüyorsunuz, ne muhteşem bir kitap!” sonucuna varsam pek manalı olmaz sanıyorum. Ama Baskın Hoca’nın ve kitabının ‘bende kalan’ bazı özelliklerini anlatabilirim.

On yıl önce…

Bir on yıl olmuştur, Baskın Oran, sürekli ‘Türkiyelilik’ diye bir kavramdan söz ediyor ama ‘Fransızlığa’ laf etmiyor, hatta ‘Kanadalılık’, ‘İsveçlilik’ gibi tanımlarla da derdi yok, biz de malum Kadıköylüyüz, ‘Türklüğe halel gelirse’ ya benim gibi anlamıyoruz ya da bizimkiler gibi öfkeleniyoruz. Oturdum bir mail attım. Dedim ki, “Madem Almanlık, Fransızlık, Norveçlilik oluyor, Türklük deyince niye olmuyor? Üstelik, yurtdışındakiler de bize “Türk” demiyor mu, biz neden gocunup “Türkiyelilik” diye olmayan bir kelimenin peşinden koşuyoruz?” Şimdi söyleyebilirim, bu kitap, bu gibi soruları sormanızı engelliyor işte! Onun için çok değerli, onun için Baskın Oran özel bir insan, gündelik hayatta içselleştirdiğimiz bütün kabulleri yıkabildiği ve bunu gösterebildiği için bu çalışması her evde bulunmalı. Şak, beş dakika sonra bir mail, Baskın Oran’dan! Jerry’yi görmüş Tom gibi fırlamış gözlerimle, inanamayarak, biraz da korkarak ama heyecanla açıyorum maili.

İki kimlik çeşidi

“Dünyada iki tane ‘saf’ kimlik çeşidi var Bilgehan: Fransız tipi, Alman tipi (bunlar, tabii, iki farklı ‘nation building’ modelidir aynı zamanda ve melez modelleri de vardır). Onun için, ‘Fransız’ ile ‘Alman’, balina ile fil kadar farklı kavramlardır. Fransız tipinin atıf yaptığı (ve bütünleşmeyi etrafında sağlamaya çalıştığı) etnik/dinsel bir grup yoktur. Bütün ülkeyi temsil eden bir kavramdır Fransızlık. Aynen Amerikalılık, Iraklılık, İranlılık, Suriyelilik, Mısırlılık, İspanyolluk/İspanyalılık.. gibi. Türkiyelilik de buna girer. Bu tür, tamamen, ‘vatandaşlık’ anlamına gelir. Fransa’da Normanlar, Ermeniler, Basklar vs. ‘Fransızım’ derken vatandaşlıklarına atıf yaparlar; etnik (alt) kimliklerine değil. (…) ‘Herkes bize Türk der’ sözü doğru. Mesela Sevr Antlaşmasında yaklaşık 20 kadar ‘Ottoman Empire’, yaklaşık 200 kadar ‘Turkey’ geçer aynı anlamda. Ama Türk kelimesi Çinliler tarafından icat edilmiştir. Türkiye (Turchia) da Avrupalılar (özellikle, Venedikliler) tarafından. Bazı ülkeler ve halklar dışarıdan adlandırılır. Geçenlerde Quaker’ların adının da böyle olduğunu yazmıştım. Ama bize Türk mü yoksa başka bir şey mi dediklerinin hiçbir önemi yok. Bizim Türk dediklerimiz kendine Türk diyor mu, önemli olan husus bu işte. Demiyorsa eğer, bizim onlara Türk dememiz hem saçma hem tahrik edici. Kürt milliyetçiliği böyle doğdu. Oysa Türkiyeli dediğin zaman gayrimüslim, Kürt, Alevi, Laz, hepsini içine alırsın.”

Bu maili ben hiç silmedim. Şimdi, buraya alıntılarken, hocadan izin de almadım. Ama o gün, ben aklımda bir ton soru işareti ile işin içinden çıkamazken, Baskın Oran’ın bana beş dakika sonra mail atmış olmasını, içeriğinden bağımsız olarak hiç unutmadım. Açıkçası, bu maili ilk okuduğumda “balina ile filin” farkını tam olarak anlayamadım. Ama ertesi gün elimde ‘Türkiye’de Azınlıklar’ vardı.

Ve, evet, ben de “bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti”.

Azınlıklar Tarih 

Teori, Hukuk, Türkiye 

Baskın Oran

Literatür Yayıncılık

496 sayfa.