Yalnızlıklar ve hastalıklar

BANU YILDIRAN GENÇ

Özlem Akıncı’nın ‘Deniz Bize İyi Gelecek’ adlı öykü kitabı geçtiğimiz aylarda Notos Kitap tarafından yayımlandı. İlk kitabı ‘Ağaçlar Yanıyor’la arasında dört seneye yakın bir zaman var. Bu aralar ritüellerimi bozuyor ve farklı okumalar deniyorum. O nedenle Özlem Akıncı’nın önce son sonra ilk kitabını okudum. Aslında böylesi de iyiymiş diyebilirim, yazarın ne denli geliştiğini anlamak için doğru bir yöntem olabilir.

‘Deniz Bize İyi Gelecek’te kendine daha çok güvenen bir Özlem Akıncı, bu nedenle ayakları daha yere basan, daha net öyküler var. Kitaba genel olarak bir yalnızlık duygusu hâkim, anlatılan karakterlerin içinde bulundukları koşullara, yaşamlara göre değişiklik göstermeyen bir yalnızlık. Kimisi evliyken bu yalnızlığı yaşıyor, kimi arkadaşlarıyla... Bazısı bilerek ve isteyerek bunu seçtiğinin farkındayken bazısı ana-babasının yanındayken bile bu duyguyla boğuşmanın kaygısını çekiyor. İlk öykü ‘Örtülü Dinamikler’de de kitabın bir başka öyküsü Yakınlık’ta da orta yaşa, annesinin bir zamanlar olduğu yaşa gelmiş ve bugüne dek aslında onu ne kadar tanıdığını pek de düşünmemiş iki karakter var. Bu duygu gençliği deviren herkesin aşina olduğu, anneler artık “annelik”ten çıkıp da farklı bir role bürünmeye başladığında uç veren bir duygu sanıyorum. ‘Örtülü Dinamikler’de kocasının ölümünden yıllar sonra evlenmek isteyen bir anne ve bunun çok mantıklı olduğunu kabullenen ama içten içe bunu reddeden orta yaştaki çocuğun çatışması ustalıkla verilmiş. Öykünün sonundaki hırsını başkalarından çıkarma hâli ise incelikli detayları ve doğal anlatımıyla dikkat çekiyor.

Yakınlık öyküsünde ise hastalanan annesine bakmak durumunda kalan büyümüş bir çocuğun annesini aslında hiç tanımamasıyla yüzleşmesi var. Özlem Akıncı hepimizin yaşadığı ama farkına varmadığımız ya da dillendirmediğimiz duyguları büyük bir dikkatle gözlemleyip müthiş detaylarla dile dökmüş, çünkü şu yazdıklarının aynısını geçen yaz hastanede babama refakat ederken yaşadım: “Kaşığın ucunu açık ağzına dayadım. Önceden dikkat etmediğim ayrıntılarına baktıkça ilk kez görüyormuşum duygusuna kapıldım. Dudaklarıyla sıyırıp yuttu çorbayı. Boğazından yutkunma hareketiyle geçişini gördüm. Ağzını yeniden açtı, bir kaşık daha verdim. Seyrek saç tellerinin deriden çıktığı gözeneklere baktım. Sanıyordum ki annemin hayatı bizdik, eviydi, o kadar. Ne geçmişi vardı ne âşık olmuştu ne genç ne çocuk. Onu tanımıyorum bile. Ağzının kenarını sildim. Uzanıp peçeteyi aldı. Serum hortumları elinin hareketiyle kıpırdadı.”

‘Sonra Derya’ 

Kitapta en sevdiğim öykülerden biri ‘Sonra Derya’ oldu. Yaşattığı macera duygusu ve yine tabii ki ince detaylar, seçilen sözcüklerle kadın arkadaşların hep beraber çıktıkları yolculuğu havasıyla, suyuyla, topraktaki sesiyle yaşamamızı sağlıyor. Öykünün en önemli kişilerinden Tomris, ki daha sonra kendisiyle başka bir öyküde, ‘Bir Tomris Vardı’da karşılaşacağız, güçlü, farklı bir kadın figürü çiziyor. Arkadaşlarını toplayıp çıkardığı o yolculuğun sonunda ise öykünün başına, Tomris’in bir sözüne dönüyoruz: “Cesur olmayan kadınlar, derdi. Korkak kadınlar yani, derdik bir ağızdan. Hayır, derdi. Söylediğim kesinlikle başka, cesur olmayan kadınlar.” Gerçekten de bu öyküdeki Derya olsun, ‘Otel’ öyküsünün kadın karakteri olsun, yine etrafımızda bildiğimiz onlarca kadın olsun, bize “cesur olmayan kadınlar”ı olanca açıklığıyla kavratıyor. Öyküde kadınların zorlu patikalardan denize inerlerken betimlenmesi “Derya uslu bir hışırtıyla kaydığında bile saygın tören havası dağılmıyor.” ya da denize ulaştıklarındaki hâllerinin anlatımı “Yumurtadan çıkmış yavrular gibi, kıyıya ulaşan kendine yer buldu.” okura Özlem Akıncı’nın ustalıklı sözcük seçimi ve yaratıcı benzetmeleri hakkında fikir verebilir.

Hepimizin yaşadığı ama dile dökemediği ayrıntılar, duygular demiştim, ‘Bir Tomris Vardı’ öyküsünde de anlatıcının ölenin ardından hissettiği üzüntü bir yandan yapılması gereken ritüellere katılamamasının çaresizliği bir yandan, Akıncı yine yüreğimize çöreklenmiş bir duyguyu anımsatıyor: “Geride kalmanın kıyıcılığını çocuklar iyi bilir. Akşamüstü çağırmak için birisinin kapısını çalarsın. Kapıyı açan anne seni görünce şaşırır, Yavrum haberin yok mu, der, onlar oynuyor şu karşı evde. Duyduğunda yüzün kızarır. Kaldırımın kenarına oturup süklüm püklüm kalırsın o küçücük boyunla. Kumdan tepeler yaparsın.” 

Kitaptaki öykülerde tekrarlanan bir diğer izlek hastalık. Hastadan çok hastanın etrafındakilere odaklanıyor Özlem Akıncı, onların hastayla ilişkisini, geçmişlerini didiklerken bir biçimde bahsettiğim iki izleği de kaynaştırmış oluyor, hastalık ve yalnızlık; bazen hastalığın yol açtığı yalnızlık, bazense yalnızlığın yol açtığı hastalık.

Kitabı anne ve babasına ithaf etmiş Özlem Akıncı. Son yıllarda ben de babamla rolleri değiştiğim için, benim ebeveyn, onunsa çocuk olmasına alışamayan ve içinden isyan eden biri olarak hem öyküleri çok sevdim, hem de sanırım yazarı çok iyi anladım.

Deniz Bize İyi Gelecek

Özlem Akıncı

Notos Kitap

107 sayfa.