NAZAR BÜYÜM

Nazar Büyüm

DÖNÜP BAKTIĞIMDA 

Güç kimde?


Bu sabır isteyen bir yazı olacak. Lütfen sabredin.

Tarihte despotların, tiranların, diktatörlerin sür-git payidar oldukları bir örnek var mı?
İster şah olsunlar ister padişah, ister imparator, çar, sezar, hepsi yok olup gitti.

Gitti de, onların hükmünde olan biten de onların gidişiyle silindi,  yok oldu mu?
Onca acı! Onca zulüm! Onca yoksulluk ve yoksunluk! 

Bunları bilmek, öğrenmek, düşünmek zorundayız.

O tiranlar, şahlar şehinşahlar, hatta, diyelim, kendi hükümranlıklarını halk için bir nimet
görebilir, saltanatlarını daim sanabilir, sayabilirler.

Ama onların hükmünde geçen her gün, her saat, onulmaz acılarla, milyonları ezer, inletir. Bunun geri dönüşü, bunun sağaltılması, bunun onarılması mümkün müdür?

Mümkün değildir. Acı kalıcıdır.

O tiranlara hesap sorulması da hiçbir şeyi geri getirmez. Ne öleni geri getirir, ne çekilen acılar silinir, yok olur. Acı kalıcıdır.

Peki ne yapmalı?

Düzeni en kısa zamanda, hemen değiştirmeli. Hakkı, hukuku, adaleti hakim kılmalı.

Peki bu mümkün mü?

Elbette mümkün. Yüzde yüz mümkün!

Rüya görürsünüz ya, güzel, tatlı bir rüya. Uyanmak istemezsiniz.
Uyanacağınız dünya çünkü en feci kabusa taş çıkartacak kadar fecidir.
Ama mecbur, uyanırsınız. İçinizde gördüğünüz güzel rüyanın tadı, hasreti.
Ama rüya size neyin mümkün olduğunu hatırlatır. O kısa süre için de olsa
mutluluk duyarsınız. Erinç. Gönenç.

Ben de işte dizi seyrederim bazen, uzaklaşmak, yaşamaya devam edebilmek için…
Vikings…. Game of Thrones… v.b.

Bu dizilerin senaryo yazarları yaman insanlar. Bugünü deşmek için dünü, eskiyi, kurmacayı kullanırlar.

O dizilerden birinde deniyordu ki, “Power resides where you think it resides!”
İktidar, siz nerede derseniz oradadır. Teşbihte hata olmaz, örnek olsun diye söylüyorum; bugün hepimiz, herkes, güç, iktidar Beştepe’de oturur, Recep Tayyip Erdoğan’da, diyor. Belki de kendisi o kadar güçlü değil, hatta belki kendisi böyle bir güç istemiyor. Ama biz öyle biliyoruz ya, biz öyle düşündükçe gücün, iktidarın mekanı orasıdır, orası oluyor.

Ve biz, “Güç orada, sende,” dedikçe onun gücü artıyor. O kişi, kim olursa olsun, o gücü kullanıyor. Ve biz, hepimiz, gücü onda varsaydığımız ve o bu gücü artan ölçülerde kullandığı için, kendimizi daha zayıf, daha kırılgan buluyoruz. Onun gücü artıyor, gücü arttıkça kolektif zulüm artıyor, biz siniyoruz, sindikçe eziliyoruz. Ve bu sarmal, böyle, sürüp gidiyor.

Ama bir de dönüp şöyle düşünürsek: Hayır, güç kimsede değil halkta, halkın elindedir. O gücü ona biz verdik; verdiğimiz gücü, iktidarı gene biz, kendi elimize alabiliriz.

Bu önerme bir doğrunun, bir gerçeğin ifadesidir. Çok yalın, sade, basit bir gerçeğin.

Ve biz böyle düşündüğümüz anda, güç de iktidar da bize, halka geri döner, bizim elimize geçer. Korku içimizden uçup kaybolur, çocuklarımız için, bugünümüz ve geleceğimiz için en doğru ne ise onu yapma gücünü ve arzusunu  içimizde buluruz.

Bir başka dizide de şöyle bir bilmece vardı:

Bir kral, Karun kadar zengin bir adam ve bir kardinal bir odada bir aradalar. Yanlarında da sıradan bir asker, diyelim bir onbaşı, bir çavuş. Şimdi, o odada güç kimdedir? Gücünü tahtından, damarlarındaki mavi kandan alan kralda mı? Serveti dünyayı satın alabilecek zenginde mi? Sırtını kilisesine, dinine, tanrısına dayamış kardinalde mi?

Cevap açık: O odada güç ve iktidar, bizim vehmettiğimiz gibi o üçünde değil, elinde silah bulunan askerdedir. O silahı o askerin eline o üç kişi vermiştir, ama silah onun elinde, güç onun elindeki silahtadır.

O güç halktır, biziz. Elimizdeki silah seçme, seçileni değiştirme gücü ve yetkisidir.
Gücümüzün farkına varalım. O gücü bir faninin iki dudağı arasına terk etmeyelim.

Brecht der ki:

Varsılın evi çökünce
Çöker yoksulun üstüne

Muktedire hatırlatmak gerekir ki, insan, her insan, dünyaya yumrukları sıkılı gelir. Ve giderken elleri açık ve boş gider. Ve bir günün beyliği beylik değil, rezilliktir.

Ben güzel, doyurucu, cömert, uzun bir ömür sürdüm. Sayısız değerli insan tanıdım, öğrendim, zenginleştim. O insanlardan biri James Baldwin’di,  o muhteşem Amerikalı siyahi yazar, savaşçı.

James Baldwin’le 1969 yılının sonbaharında Ayazpaşa’daki evinde uzun bir söyleşi yaptım. O söyleşi, aradan 47 yıl geçtikten sonra, James Baldwin Yılı vesilesiyle James Baldwin Review’nun ilk cildinde yayımlandı, bir keşif, kayıpken bulunan bir mücevher tanımlamasıyla. Türkçesini Açık Radyo’nun web sitesinde bulabilirsiniz.

Görüşmenin sonlarına doğru sordum:

BÜYÜM – (…)  Sence Amerika'daki  zenci tepkilerinin tutarlı bir siyasal yanı var mı genel olarak, varsa ne?
 
BALDWIN – Egemenliğini yitiren herhangi bir ulusun tutarlı bir etkinliği olabilir mi sence? Güçten söz etmeden politikadan söz edebilir miyiz?
 
BÜYÜM – Amerika'daki genel siyasal durum üstüne değil soru, yalnız Amerikan zencilerinin eylemlerini soruyorum.
 
BALDWIN – Soruyu sana yöneltmeliyim. Amerika'da zenciler ve beyazlar arasındaki oluşumlarda bir  devrimin gümbürtüsü var. Eğer liderleri öldürürsen, bir kısmını sürgüne yollarsan, kalanları tutuklar hapse koyarsan, yer altında oluşan tüm enerjiyi zorlamış olursun. Bir şey daha yapmış olursun, yaptığın da bir 'gücün' kendisi için yapabileceği en tehlikeli şey olur: İşin farkında olmayanlar da kentin, ülkenin öte yanındaki olayların aslında kendi olayları olduğunu, yapılanların kendilerine de yapıldığını kavrayıverirler birden. 
“Medeni haklar” hareketini başlatan zenci öğrenciler, örneğin, hepsi benden yirmi yaş genç, en az yirmi yaş genç kişiler ve hepsi de “Kara Burjuvazi” dediğimiz sınıfın ürünleri. Acı bir fincan kahve için yerlere oturdular bu oğullar, bu kızlar. Hapse girdiler, kafalarına sopalarla vuruldu, yüzlerine tükürüldü. Olanlar bunların ana-babalarını nasıl etkiledi sanıyorsun? Beyazların çocuklarının kıyasıya dövüldüğü Chicago'daki son Demokrat Parti Kongresi'nin tamı tamına aynı bir durum bu. Bu herkese bir şeyler yapar... Bu herşeyi değiştirir. Olanların, değişmelerin kendini göstermesi uzun sürebilir. Ama kimse istemez ki oğlunun dayak yemesini, ya da hapse atılmasını, hem de boş yere, sebepsiz!.. Zulmedenlerin her zaman yaptıkları şey, sonunda halkı kendilerine karşı harekete geçirmektir. Hükümet halkın gerçek iradesini, desteğini yitirdiğinde, bin yıl da dayansa, onu eninde sonunda alaşağı edeceklerini bilen kimseler için farketmez. Güney Amerika'da durum bu, Angola'da durum bu, “zenciler” dediğimiz halkta durum bu. Giderek bir çok başka yerde de bu olacak durum: Vietnam bir kanıt.