OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Kasabın bıçağında yaşayan katil

Sosyal bilimciler ‘insan doğası’ diye bir mefhum olduğunu ve insanın birtakım eylemlerinin bu doğa sonucu olduğunu kabul etmekten kaçınırlar. Gerçekten de, insan doğasından bahsetmek ve onu birtakım eylemlerin sebebi olarak göstermek epey sorunludur. Şöyle ki, insan doğası derken, sınırları belli, ne zaman, ne mekân içinde, ne de kişiden kişiye değişen bir ‘öz’den bahsedilir. Yani bu insan doğası öyle bir şeydir ki, Afrika’da neyse, Avrupa’da odur, bin sene evvel nasıldıysa hâlâ öyledir, o öz değişmemiştir. Zarf başka olsa da mazruf aynıdır. Dediğim gibi, bunlar sorunlu ve savunulması zor iddialar, zira eğitim, kültür, ekonomi gibi birçok hayati unsuru devredışı bırakıyor.

Öte yandan, özellikle soykırımlar, etnik temizlikler, pogromlar üzerine çalıştıkça, faillerin neler yaptığını okudukça ve ‘gördükçe’, insan doğasından değil ama insanın toplumsal bir canlı türü olarak potansiyellerinden bahsedebiliriz gibime geliyor. İnsanın hem iyilik, hem kötülük yönünde potansiyelleri var. Yani insanın iyiliğinin ve kötülüğünün eylemsel sınırları var ama bu sınırlar ezelden gelip ebede giden sabitler değil. İçinde yaşadığımız sosyal ve siyasi düzen, kültür, üretim biçimi hep bu potansiyelleri hem etkileyen, hem tetikleyen faktörler. Örneğin, modernlik insanın potansiyellerini artırdı ve bence asimetrik olarak kötülük yönünde daha fazla artırdı. Paradoks şu ki, bu potansiyelin sınırlarının ne kadar genişleyebileceğini, gerçekleşmeden bilemiyoruz. Daha evvel aklın hayal edemeyeceği kötülükler ve vahşet, gün geliyor gerçek oluyor. Örneğin, insanlık tarihi çok kıyım, çok vahşet gördü ama Holokost’ta gördük ki, insanın insanı katli, düzenli bir bürokrasisi olan, resmen fabrikasyona ve mesaiye bağlanmış bir iş de olabiliyormuş. (Bu özellikler Ermeni Soykırımı’nda da var ama Holokost’ta sürenin uzunluğu, coğrafi olarak çok daha geniş bir alana yayılması, kurbanların sayısı, teknolojinin kullanımı vb. unsurlar, söz konusu özelliklerin çok daha belirgin olmasına yol açıyor. Bu konuda literatürdeki eserleri burada saymam mümkün değil ama en bilinenlerinden Zygmunt Bauman’ın ‘Modernite ve Holokost’ kitabını zikretmiş olayım.)

‘Kötülük potansiyeli’ tartışması açısından, işin püf noktalarından biri de, başta Hannah Arendt olmak üzere, birçok araştırmacının tespit ettiği üzere, insanları gerek sistematik bir bürokrasi ve fabrikasyon yoluyla, gerek karnını deşmek, baltayla doğramak gibi daha ‘ilkel’ yöntemlerle katledenlerin, ‘sıradan insanlar’ olması, ‘ortalama birey’i temsil etmesi. Başka bir deyişle, soykırımları gerek planlayanlar, gerek uygulayanlar, özel bir canavar ruh taşımıyorlar. ‘Normal zamanlarda’ senin, benim gibi yaşayan insanlar. Sosyal ve siyasal düzendeki sapmalar, ki bunlar zannettiğimizden çok daha kırılgan, insandaki kötülük potansiyelini ortaya çıkarıyor, işliyor, yönlendiriyor ama demek ki orada bir malzeme var. Sıradan insanda bu kötülük potansiyeli var, illa iblis ruhlu olmaya gerek yok. Zaten orta ve alt kademelerde vahşete karışan o kadar çok insan var ki, bunların ‘marjinal’, ‘münhasıran habis ruhlu insanlar’, istisnalar olduğu söylenemez. O kadar çok sayıda istisna olmaz. Tabii, bütün bunlar, farklı fail halkaları, kademeleri ve motivasyonları olmadığı anlamına gelmez.

Farklı zaman ve mekânlardan o kadar çok örnek var ki... Senelerce alışveriş ettiğiniz, mahallenizin bakkalı, kasabı veya çocuğunuzun okul arkadaşının babası, hatta senelerce kendinizin ve ailenizin sağlığını emanet ettiğiniz doktorunuz, bir bakıyorsunuz katiliniz olmuş. Tekrar ediyorum, bu örneklerin hiçbiri benim uydurmam değil, literatürde bu tip yaşanmışlıklardan binlerce anekdot bulabilirsiniz. Ama Ermeni Soykırımı’ndan, ama Holokost’tan, ama Bosna’dan, ama Ruanda’dan, ama Maraş’tan... Yakın zamanda okuduğum ‘Anatomy of a Genocide’ (Bir Soykırımın Anatomisi) kitabında Omer Bartov da, Yahudi Soykırımı öncesinde ve sonrasında sıradan hayatlar yaşayan, fakat Yahudileri katlederken hiçbir ahlaki kısıt tanımadan vahşileşen ‘irili ufaklı’ faillerden bahsediyor. (Bunu yapanların sadece Nazizm’le ‘zehirlenmiş’ Almanlar olduğunu düşünürseniz yanılırsınız. ‘Ortamını bulan’ kimi Polonyalılar, Ukraynalılar, Ruslar da bu tip vahşete kendi motivasyonları doğrultusunda ortak oluyorlar. Yahudi katletmeyen yok ama birbirlerini de katlediyorlar.) Ahlak kaybı, burada altı çizilmesi gereken bir durum. İnsanın inanamayacağı kadar korkunç aksiyonlar söz konusu: Bir bebeğin kafasına annesinin kucağındayken kurşun sıkmak ya da bacağından tutup duvara vurarak kafasını patlatıp annesinin kucağına geri vermek ne demek? Bunları böyle açıkça yazdığım için özür dilerim ama bunların hepsi insanın insana yaptığı ve üzerinde düşünmemiz gereken durumlar. Bu vahşet nasıl oluyor, neden oluyor? Dünyanın bugünkü halinden de gözlemlediğimiz gibi bunların hiçbiri geçmiş bitmiş işler değil. Bu konuları, ‘normal zamanda’ (eğer varsa öyle bir zaman) konuşmazsak, bir bakıyorsunuz çok geç olmuş, kasap elinde bıçakla kapınıza dayanmış.