Paylan: HDP için baraj yüzde 11

HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Garo Paylan, 24 Haziran seçimlerine Diyarbakır’dan milletvekili adayı olarak giriyor. Paylan’la bir Ermeni olarak Diyarbakır’dan aday olmanın ruh halini, Ermeni toplumunun çözülemeyen sorunlarını, siyasetteki hedeflerini konuştuk.

Bir Ermeni olarak Diyarbakır’dan aday olmak nasıl bir duygu? 

Ben Malatyalıyım. Malatya anılarıyla büyüdük. Malatya’da tutunamadığı için buralara göç etmek zorunda kalan bir ailenin evladıyım. Biz İstanbul’a sığınmak zorunda kalanlarız. Ermenilerin, Rumların çoğu İstanbul’da yaşıyor ancak bizim bir Anadolu hikâyemiz var. Kaybetmekte olduğumuz bir hikâye.  Benim amacım Anadolu’daki bu hikâyeyi yeniden hatırlamak ve hatırlatmaktır.

Surp Giragos Kilisesi’nin yeniden yapım aşamasında da görev aldım. Diyarbakır’da çok vakit geçirdim. Diyarbakır için hayalimiz, Sur’un kadim bir Ermeni yerleşimi olmasıydı. Mahallelere, esnafa her gittiğimizde, “Benim ustam Garabet’ti, Mıgırdiç’ti” derler. Bu hikâyeleri yıllarca duyduk. Kilisenin yapımında, yerel yönetimler ve halkın desteği aslında bir yüzleşme adımıydı. Kilisenin yapımı, sadece kültürel bir varlığı ayağa kaldırmak değil, Ermeni’yi tarihte hak ettiği yere koyma meselesiydi.

Bu bir karşılık buldu ama sonrasında üç yıllık karanlık bir dönem başladı. Diyarbakır’a, Sur’a ihanet edildi.  Eğer yeniden devranı döndürebilirsek, barış içinde yaşadığımız günlere dönebilirsek, Diyarbakır’ı tekrar hak ettiği hikâyeyle beraber ayağa kaldırmaya çalışan bir milletvekili olacağım. Eğer Diyarbakır’ı ayağa kaldırabilirsek, Malatya’yı, Sivas’ı ve Ermenilerin yaşamış olduğu diğer kadim şehirleri de ayağa kaldırma hayali kurabiliriz.

Ermenistan’da bir değişim rüzgarı var. Sınırların açılması, iki devletin şartsız, koşulsuz müzakerelere başlaması bütün Doğu şehirlerinin Ermenistan şehirleriyle birlikte tekrar hak ettiği hikâyeyle buluşturma mücadelemiz olacak. Bu İstanbul’daki halkımız için de önemli olacak.

Ermeni toplumunun merkezi İstanbul’dur. Diyarbakır’dan milletvekili adayı olmanız aslında Ermeniler için İstanbul dışına bir söz söyleme imkânı yaratacak mı?

Elbette. Bugün Anadolu’nun herhangi bir yerine gittiğimde, mesela Hemşin’e gittiğimde Ermenice konuşan insanlarla karşılaşıyorum. Muş’a gittiğimde “Benim atam Ermeni, köy olarak Müslümanlaşmışız” diyorlar. Diyarbakır’da hangi köye gitsem insanlar hikâyelerini anlatmaya çalışıyor. Hikâyeleri var. Hafıza yerinde duruyor. Bu işi tarihçilere bırakalım dedikleri mesele, bizim dedelerimizin hikâyesi.  Önemli olan bu hafızayı hak ettiği yere getirebilmek. İstanbul’da 15 milyonluk şehirde 60 bin kişi kalmışız. Diyarbakır’da hikâyemizi kurmak, küçük habitatlarda bunu başarmak önemlidir. Diyarbakır, buna en hazır yer. İnanılmaz bir ilgi var. Diyarbakır halkı şunu iyi biliyor: “Ermeniler, Süryaniler bu topraklardaydı, gönderildiler. Onlar kaybetti ama biz de kaybettik. Onların başına gelenler bugün bizim başımıza geliyor. Birlikte tekrar ayağa kalkmamız lazım.”

Geçtiğimiz yıllarda Ermenilerin siyasi partilerde bir vitrin olduğu algısı vardı. Ancak siz bunu aşmayı başardınız. Partinin Eş Genel Başkan Yardımcısı oldunuz. Ermeni meselesi dışında pek çok konuda söz söyler oldunuz.  Bu sizde ve çevrenizde nasıl bir hissiyat yaratıyor?

Bu iyileştiren bir şeydir. Bir tane de Ermeni olsun diye listeye konan Ermeni olmayı reddettim. Eğitim konusunda bilgim ve tecrübelerim var. Ekonomistim. Bütün konularda, siyasal anlamda mücadele etmek istiyorum. Partimin ekonomiden sorumlu eş genel başkan yardımcısıyım. Bütün komisyonlarda, partimin ekonomi savunmalarını ben yaptım. Siyasi sorumluluğum var. Bu bir Ermeni olarak işaret edilmekten öte bir durum. Ermeni olmaktan onur duyarım. Ermeni halkının mücadelesi benim mücadelemdir. Ama Türkiye’nin bütün siyasi meseleleriyle ilgili söz söylemek, sizi Ermeni bir siyasetçi yapar.  Ben siyasetçi olma iddiasında biriyim. Sadece Ermeni meselesinde, soykırım konusunda söz söyleyen biri olmanın dışında, Türkiye’nin bütün meseleleriyle ilgili söz söyleyen bir siyasetçiyim. Bu iyileştiren bir şey.

Ermeni toplumunun kronik hale gelmiş sorunları var. Yeni bir dil, yeni bir söylem ve yeni çözüm arayışları geliştiremiyor. Siyasetin dili bunda ne kadar etkili?

Ermeni toplumu, üç kuşaklık bir sessizlikten sonra, Hrant Dink’le beraber, Türkiye’deki diğer halklarla beraber ses çıkarmaya başlayan bir toplumdu. Şimdi yeniden sessizliğe bürünen bir toplum olma sürecini yaşıyoruz. İktidarın yarattığı korku ikliminden, en çok azınlıklar etkilenir. Ermeni toplumu da o geçmiş travmalarından dolayı sessizleşmeye doğru gidiyor. Özellikle gençlerimiz, “Bu toplumda bir geleceğimiz olamayabilir” duygusuna kapılmış durumda.  En büyük kaygım, 1970’lerin sonlarında olduğu gibi toplumsal bir göçe dönüşmesi. Bunu tersine çevirmenin yolu demokratik bir yola girmektir. Türkiye’yi bu antidemokratik çizgisinden, bu raydan çıkmış hâlinden, yeniden demokrasi rayına sokmak gerekir. Bu yolda yürümek gerekiyor. Bu sadece Ermeni toplumunun meselesi değil bütün toplumun meselesi. Bunu başarabilirsek, Ermeniler bu ülkede yeniden yaşama hayali kurarlar.

Bana hep “Çok sesini çıkarma, başına iş gelir” diyorlar. Ben de şunu söylüyorum, sessiz kalmak güvende olmak değildir. Keşke ben sussam ve bütün meseleler hallolsa. Tam tersine bir haksızlığa uğruyorsanız, ses çıkarmak daha güvenli bir noktadır. İstediğiniz kadar sessiz kalın, sessizliğe bürünün, evlerinize kapanın, bir provokasyon olacaksa yine olur. 1915’te, 6-7 Eylül’de ses çıkarttığımız için bu meseleler başımıza gelmedi. Yalnızca Ermeni ve Rum olduğumuz için bunlar oldu. Haklıysanız ses çıkartmalısınız. Ben bunu yapmaya devam edeceğim. Ben bütün toplumu ses çıkartmaya çağırıyorum. Bazı mevcut yöneticilerimiz gibi yalnızca “Padişahım çok yaşa” demek bizi kurtarmayacaktır. Patrik seçimi veya vakıf seçimleri hakkınız verilmiyorsa itiraz etmelisiniz. İtiraz edeceksiniz ki hakkınızı elde edebilesiniz. Ben bu korku iklimini aşarsak, seçimden sonra daha talepkâr olacağımızı düşünüyorum. Ben de bu taleplerin önünü açmak için elimden geleni yapacağım.

Yıllardır vakıf seçimleri yapılamıyor. Patrik seçimi de yapılamıyor. Bu kronik sorunlar nasıl aşılacak?

Başbakan Binali Yıldırım’la bir süre önce konuştuk. Bakanlar da yanlarındaydı. Bir ülkede demokrasinin olup olmadığını en çok azınlıkların durumuna bakarak görürsünüz.  Dedim ki 'Ülkedeki küçücük bir azınlığın patriğini, ruhani liderini seçmesine izin vermiyorsunuz. Bunun sonuçları var. Seçim yapabilmiş, toplumu daha güçlenmiş bir Ermeni toplumu mu sizin çıkarınıza yoksa Patrik seçtirmediğiniz bir toplum mu?' Başbakan Yıldırım, “Haklısınız, Patriğini seçmiş bir toplum” diyor. Bakanlar haklı olduğumuzu düşünüyor. Sonra bir cam tavan devreye giriyor. O cam tavan yeniden kondu. Bazı bürokratlar, “Batı Trakya’da şöyle oluyor, böyle oluyor, o yüzden izin vermememiz gerekir” demeye başladı. Önemli olan o cam tavanı kırmak. Bizi rehine gören, patrik bile seçtirmeyen anlayışın yerine demokratik bir anlayışın yeniden hâkim olması gerekiyor.

Patrik seçimi, vakıf seçimleri gibi en kronik sorunların olduğu dönemde farklı siyasi partilerde üç Ermeni vekil vardı. Bir görüş birliği sağlanamaz mıydı? Çözüm konusunda adım atılamaz mıydı?  

Meclis'te HDP dışındaki partilerde de birçok Kürt vekil var, ama Kürt sorunu çözüldü mü? Mesele, AKP’nin çözüm iradesinden kopmasıyla başladı. Siz MHP’yle ortak olursanız, MHP’nin ideolojisini AKP’ye yüklerseniz, adım atamazsınız.  Üç yıl öncesine kadar soykırım dediğimde sorun olmuyordu. Düşmanlıkla söylemiyorum, çözelim diye söylüyorum. MHP’liler bağırdığında, AKP’liler susturuyordu. Şimdi soykırım dediğim için Meclis’ten atıldım. Esas mesele siyasi iktidarın hangi yolda yürüdüğüyle ilgilidir. Demokratik bir yolda yürürseniz, hiç Ermeni milletvekili olmasa da haklarımız savunulabilir. Eğer demokratik bir yolda yürümüyorsanız, 50 Ermeni milletvekili de olsa sorunlar çözülemez.

Seçim sonrasında da sorunlar hemen çözülmeyecek. Bizi seçim sonrası daha zorlu bir dönem mi bekliyor?

Benim çok kara gözlükler taktığım zamanlar oldu. Şimdi de çok karanlık bir dönem ama umutluyum. Toplum, tek adam rejiminin fragmanını gördü. O filmin başlamasına izin vermeyeceğini düşünüyorum. Parlamento en önemli kurumdur. HDP’nin de olduğu, çoğulcu, bir parlamento olabilirse, başkan kim olursa olsun, Demirtaş bile olsa, onu dengeleme ve denetleme görevini görecektir. Birbiriyle buluşan, uzlaşan partiler olacaktır. Hızla düzlüğe çıkarız. Ekonomik anlamda da çıkarız. Bunu yakaladığımızda toplumsal barışı da yakalayacağız. Enseyi karatmayalım. Yeter ki gidip oy verelim.

HDP’nin parlamento dışında olduğu bir tablo nasıl olur?  

Biz mücadeleye devam ederiz ama çok daha zor olur. Ben bu seçimi Almanya’nın 1933 seçimlerine benzetiyorum. Orada muhalefet birlik olmayıp, Hitler’i iktidara taşıdı. Meclis’i kapattı, yargıyı emrine aldı, basını tamamen susturdu. Bütün dünyaya büyük bir felaket yaşattı. Şimdi durdurma şansımız var. Ya burada durduracağız ya da daha zor olacak. Kolay yol tek adam rejimini durdurmaktır.

HDP baraj sınırında. Seçim güvenliği ve seçim sonuçlarıyle ilgili öngörüleriniz neler?  

Erdoğan, AKP’nin anketlerde yüzde 40’lara düştüğünü, Meclis’teki çoğunluğu kaybedeceğini gördü. Şimdi yeniden 7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasındaki dönemi hatırladı. Kutuplaştırıcı bir dil kullanmaya karar verdi. HDP eğer barajı geçemezse en az 70 milletvekili ve Meclisin çoğunluğu AKP’ye geçecek. Erdoğan'ın siyasi hedefi HDP’yi baraj altında tutmak. Demirtaş’ı bu yüzden hedef alıyor. Tek adam diktatörlüğünü yaratmanın da tek yolu budur. Diyarbakır'da gözlerimle gördüm bir kaymakam yanında onlarca özel tim ve AKP’li milletvekili adaylarıyla bildiri dağıtıyor. Kampanyayı kamu görevlileri yapıyor. Tehdit ediyorlar.  200 bin seçmenin sandığını taşıyorlar. Tüm bunlar yüzde 1'e yakın oyumuzu riske atıyor.. Bu da HDP için barajın yüzde 11 olduğunu gösteriyor. Halkımızın bu oyuna pabuç bırakmayacağını umut ediyorum. Çünkü adil bir seçime gitmiyoruz. Bu yüzden Türkiye toplumunun geri kalanın yüzde 1-2’lik destek vermesi gerekiyor ki barajı geçelim.

‘Geçmişe saygı gösteren bir iktidar anlayışına ihtiyacımız var’

Diyarbakır’daki seçim kampanyası sürecinde neler yaşadınız?

Surp Giragos abluka altında. Gidip görmek istedim. Diyarbakır Valisi telefonlarıma çıkmıyor. Ülkenin seçilmiş milletvekiline bir atanmışın saygı duyması gerekiyor. Diyarbakır’daki ruhani mekanımız, çatışmalarda zarar görmedi. Çatışmalardan sonra tahrip edildi. Kilisenin koruma altına alınması lazım. Sur’da kepçelerle yıkım yapılıyor. Bu büyük saygısızlığın durdurulması lazım. Betonarme binalar yapıp, üzerine taş yapıştırıyorlar. İnşa ediyoruz diyorlar. Tarihi evler inşa edilmez, restore edilir. Bu beton kafası işte ülkeyi mahvediyor. Şunu da görüm; Sur’daki evlerin bodrum katları yoktur. Ama kepçe önce yıkıyor sonra gece gelip kazmaya devam ediyorlar. Detektörlerle kazıyorlar. Altın arıyorlar. Geçmişe ve geleceğe saygı gösteren bir iktidara ihtiyacımız var. Anadolu’nun her yerinde kiliselerin, çeşmelerin kalıntıları var. Bunları ayağa kaldırmak için son fırsat. 20 yıl sonra imkansız olacak. 


Kategoriler

Genel Güncel Türkiye



Yazar Hakkında

1985 doğumlu. Güncel politika, insan hakları, azınlık mülkleri ve Kürt meselesi üzerine haberler yapıyor. Musa Anter Gazetecilik Ödülleri 2008 yılı en iyi haber ödülü sahibi.