OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

‘Olmaz’ diye bir şey yok

Geçen haftaki Agos’ta Setrak Davuthan’ın, cemaat vakıflarının ortak hareket etme konusunu ele alan, önemli bir yazısı yayımlandı. Böylesi önemli bir konuda sağlıklı bir tartışma açmak için ilk adım olabilecek bu yazıdan yola çıkarak, kendimce bazı noktalara dikkat çekmek istiyorum. 

İlk olarak 1863 Nizamnamesi’ne dair bir-iki söz söyleyelim. Benim açımdan, gerek içinde bulunduğumuz patrik seçimi krizinde gerek Ermeni toplumunun genel işlerinin düzenlenmesinde, bu nizamname ne ilk ne de tek referans noktasıdır. Kendi zamanı için önemli bir belge olmakla birlikte, üzerinden 150 yıldan fazla geçmiş bir metin, doğaldır ki güncel demokratik değer ve ölçütlerin gerisindedir. Şüphesiz, örnek ve feyz alacağımız düzenlemeleri vardır ama bugün artık anlamsızlaşmış hükümleri de vardır. Dolayısıyla bugün birebir uygulanması ne mümkün, ne de mantıklıdır. Demokratik değer ve uygulamalar, insan hak ve özgürlükleri, azınlık kültürlerinin ve varlığının korunmasına dair uluslararası ölçütler ve mantık, gerek patrik seçimini gerek diğer işlerimizi düzenlememiz için bize temel prensipleri sağlıyor zaten. Nizamnameyi örnek alalım ama ona takılıp kalmayalım.

Gelelim esasa. Davuthan’ın yazısında her ne kadar açıkça ayrılmış olmasa da, cemaat vakıflarının ortak hareketi üç başlıkta ele alınabilir: yönetim, denetim ve mali kaynaklar. Zaten o da bunlara gönderme yapmış. Yönetimden kasıt, bir vakıf bünyesinde bulunan okul, kilise, mezarlık gibi kurumların yönetimi ve bununla ilgili günlük kararlar. Nizamname, Eğitim Komisyonu, Hastane Komisyonu, Gelirler Komisyonu gibi organlarla yönetimi önemli ölçüde merkezîleştiriyordu. Bugün buna ihtiyaç var mıdır, iyi mi olur soruları bir yana, Davuthan’ın da dediği gibi, vakıflar üzerinde yaptırımı olacak bu gibi organları tesis etmek ve çalıştırmak bugün zordur. İyi olacağını kabul etsek bile, bugün bunu gerçekleştirecek enerjimiz var mı, tartışılır.

Dolayısıyla, hastane, okul gibi kurumların genel çalışma esasları ve misyonları, toplum içindeki tartışmalarla belirlendikten sonra, günlük idare inisiyatifini yönetim kurullarına bırakmak daha uygun olur. Çalışma esasları derken de, bunların mümkün olduğu kadar somutlaştırılması gerekir. Örneğin, “Okullar Ermeni kültürünün gelişmesi için gayret gösterir” türünden, kimsenin reddetmeyeceği, soyut esaslardan ziyade pratiğe yönelik somut ilkeler belirlenmelidir. Aynı şekilde hastane(ler) için de, sağlıkla ilgili teknik konulardan ziyade, hastanenin Ermeni toplumuyla ilişkilerini düzenleyen genel esaslar ortak biçimde tartışılmalı ve belirlenmelidir. Onun ötesinde, şu öğretmeni mi, şu doktoru mu işe alacaksın, okula şu dersi mi koyacaksın, hastaneye şu aleti mi alacaksın türü kararlar yönetim kurullarının hakkı ve sorumluluğu olmalı. Nihayetinde, uzun süredir yapılamasa da, yönetim kurulları seçimlerde icraatlarının hesabını verirler. (Tabii, seçim şu anda bir sorun ama konumuz o olmadığından bu soruya girmiyorum.)

Bugün, birincil amacımız nizamnamedekine benzer, dört başı mamur bir idari sistem kurmak yerine daha acil ve yakıcı meselemiz olan mali kaynakların ortak yönetimine odaklanmak daha mantıklıdır. Denetim de bununla ilgili olarak konuşulmalıdır. Burada işin özü, bir vakıftan diğer bir vakfa kaynak aktarılmasıdır. Davuthan’ın aktardığına göre, 5737 sayılı kanunun 2008’de çıkmasından sonra bunun önünde yasal bir engel kalmamıştır. Buradaki sorun, bu kaynak aktarımının hangi şartlarda, hangi objektif ölçütlere göre yapılacağıdır. Kaynak aktarımı parası olanın keyfiliğine bırakılamayacağı gibi, hiçbir vakıf da istediği kadar paranın, kendi istediği anda sorgusuz sualsiz verilmesini bekleyemez. Büyüğüyle, küçüğüyle bütün vakıflar kendilerini mali denetime açacak, icabında bazı kararları sorgulanacak. Dolayısıyla, ilk iş kendi aramızda, kişiye göre, vakfa göre değişmeyecek bu ölçütleri tartışmak ve kararlaştırmaktır.

Sorunun bir diğer boyutu ise, yasal bir zorunluluğun olmadığı yerde, özellikle geliri görece yüksek vakıfların, ortak mali idare konusunda nasıl ikna edileceği ve kararlaştırılan ilkelere ve ölçütlere uymayan vakıfların nasıl bir yaptırımla karşılaşacağıdır. Bunun bir cevabı, yukarıda belirttiğim gibi seçimlerse, bir diğeri de toplum baskısıdır ki bunda da basına önemli iş düşer. Varılacak genel mutabakata uymayacak yöneticileri afişe etmek de boynumuzun borcudur.

Bir yönetici veya herhangi biri, mali kaynakların belli ölçütlere göre olsa dahi ortak paylaşımının doğru olmadığını, bunun Ermeni toplumuna genel fayda getirmeyeceğini düşünebilir ve çıkıp bunu savunabilir. Bunda gayrimeşru bir taraf yoktur. Eğer argümanları sağlamsa ve diğerlerini de belli ölçüde ikna edebiliyorsa, ortak mali havuz projesinden vazgeçilir, her vakıf bildiği gibi hareket etmeye devam eder. Ben buradan çağrı yapıyorum, Ermeni vakıfları arasında kaynak aktarımının doğru ve gerekli olmadığını düşünenler varsa, çıksınlar, neden böyle düşündüklerini herkese anlatsınlar. Ben kendi adıma dinlemeye ve ikna olmaya hazırım. Ama kimse bunu yapmadan, kapalı kapılar ardında yola taş koymasın. Yok, herkes kaynak aktarımının gerekli olduğunda hemfikirse bunu nasıl yapacağımızı konuşalım artık. Gerekli yasaların çıkması için sesimizi duyuralım, lobi yapalım ama yasa çıkmasını bekleyecek vaktimiz yok. İş isten geçer. Mevcut yasalar dahilinde ne yapabileceğimizi konuşalım. Avukatımız, mali müşavirimiz, bankacımız, yöneticimiz, kısaca hepimiz bu işin neden olmayacağına değil nasıl olacağına kafa yoralım. Biz kendi aramızda anlaştıktan sonra, ‘olmaz’ diye bir şey yoktur.