Duvarın arkasında yalnız bir yaşam

ESRA KARADOĞAN

Aslında anlatılan her şey ‘hikâye’dir. Bazen hikâye anlatıcı ağzımıza bir parmak bal çalar; hikâyenin yaşanmış olduğuna, olabileceğine dair bir ipucu verir. Tüm okuduklarımızda buna tutunuruz zaten; okuduğumuz romanın kurgu olduğunu bilsek de bizi en çok bu sarsar, ‘gerçek gibiydi’ deriz çoğu zaman ya da şiddetli bir şekilde öyle olmasını dileriz. ‘Unutmanın Genel Teorisi’nde yazar José Eduardo Agualusa da böyle yapıyor. Ludovica 

Fernandes Mano’nun 5 Ekim 2010’da, seksen beş yaşında vefat etmiş yani bir zamanlar yaşamış bir karakter olduğunu söylüyor ve roman bunun ihtişamıyla açılıyor. Gerçek olmasını dilemeyeceğimiz ama yine de gerçekliğiyle büyülendiğimiz bir hikâye bu.

Ludo’nun dünyası 

Ludo, daha küçük yaşlarda dışarıda kendini rahat hissetmeyen bir kızdır; bu öylesine ciddi bir rahatsızlıktır ki sadece siyah bir şemsiyenin altındayken dolaşabilir. Bunun sebebini bir kazaya bağlar yazar ancak bu kazanın ne olduğu çok sonra aydınlanır. Henüz ilk satırlarda hemen Ludo’nun iç dünyasına sızmak isteyebilirsiniz ama yazar bunu büyük bir ustalıkla yavaşlatır ve sakince, sayfalar ilerledikçe Ludo’nun hayatına sızan insanlarla beraber bu konuda tam anlamıyla başarılı olabilirsiniz. Çünkü Ludovica, hayatının otuz yılını bir evde, kimseyle konuşmadan görüşmeden yaşar, sadece aynı kitapları tekrar okuyarak, kısıtlı bir şekilde beslenerek, mümkün olduğunca müzik ya da radyo dinleyerek ve yazarak.  İşte, Yazar Jose Eduardo Agualusa kitabın girişinde Ludo’nun notlarından ve duvarlara kömürle yazdıklarının fotoğraflarından yararlandığı söyler, fakat ‘Unutmanın Genel Teorisi’nin bir kurgu olduğunu da ilave eder.

Başlangıçta yalnız yaşayan bir kadının hikâyesi gibi gözükse de ‘Unutmanın Genel Teorisi’, çok daha derin bir roman. Portekiz’den Angola’ya artık tek yakını olan ablası Odete ve aşık olduğu Orlando’nun Angola’da yaşaması sebebiyle, evliliklerinin bir sonucu olarak taşınırlar. Ludovica gibi biri için taşınmak hele başka bir ülkeye, ne kadar zordur tahmin edersinizdir ama kabul eder, tek bir isteği vardır; tüm yardımcıları çıkartmak, gereken ne varsa kendi yapacaktır. Gün ışığına çıkamadığı gibi etrafındaki insanlarla da iletişimi kısıtlıdır. Bu yüzden Orlando, Ludovica’ya ona benzediğini düşündüğü albino bir köpek hediye eder, Fantasma. Fantasma çok uzun bir süre Ludo’nun tek arkadaşı olacaktır.

Angola’da yaşanan karışıklık Odete’yi korkutur, insanlar ülkeyi birer birer terk eder fakat Odete’in tüm ısrarlarına rağmen Angola’daki konumunu ve zenginliğini korumak isteyen Orlando buna karşı çıkar, sonra bir anda Ludovica’yı Angola’da tek başına bırakırlar. Ludo terk edilmiştir ama bundan daha büyük dertleri vardır. Dışarıda büyük bir karmaşa vardır ve insanlar bu zengin muhitteki konutlara girip, yağmalamak isterler. İşte Ludo, böyle bir olay sonucunda, içeri bir daha kimse giremesin diye bir duvar örer. Fantasma ve Ludo artık tek başınadır, bir anda bahçelerindeki muz ağacı, evde kalan tüm erzak ve eşyalar Ludo’nun tek varlığı olur. Bunun ne kadar süreceğini bilmez, ne kadar yaşayacağını da, sadece yaşamaya devam eder.  

Değişen Angola

Angola değişiyordur, bağımsızlığını kazanması, önce yükselen komünizm sesleri, sonra kapitalizmin Angola’yı da ele geçirişi, çatışmalar, polisten kaçanlar, insan canının hiçe sayılması da vardır. Uzak olduğumuz bir coğrafyada geçen bu romanda anlatılanların bize çok da yabancı olmadığını acı bir şekilde anlıyoruz. Dışarıdaki bu karmaşa, Ludo’nun o evde, kapalı bir hayat sürmesine sebep olur, elektrik kesintisi olduğunda ya da evde yiyecek kalmadığında bile dışarıya çıkmayı hiç düşünmez. Anlatı Ludo’nun bir gün ayağına not bağlı bulduğu bir güvercinle genişler. Roman bu noktadan sonra gerçek ve büyülü gerçeklik arasında gidip geliyor. Daha sonra karakterler, yeni sesler dâhil oluyor romana, Küçük Şef, Madalena, kayıp koleksiyoncusu Daniel Benchimol ve Maria. Fakat artık Ludo’nun durumu hiç iyi değildir. Açlık kapıya dayanmıştır. Kitaplar, plaklar, mobilyalar yakılmış, Fantasma ölmüş ve Ludo yaşlanmıştır. Bir anda Subalu girer Ludo’nun hayatına ve romanda yeni bir perde açılır. Subalu henüz bir çocuk da olsa yaşlı, gözleri iyi görmeyen, yaralı Ludo’nun yanındadır. 

Özellikle kitabın başında bahsedilen kazanın aydınlanmasıyla aslında sembolize de edilebilecek olan Ludo’nun ördüğü duvarın anlamı insanı daha çok sarsıyor. Bir kadının, hayatın belirtileri içeriye sızdığında, komşular günlük yaşamlarına döndüğünde, çocukların oyun sesleri geldiğinde bile etrafına ördüğü o duvarı aşmak istememesinin sebebini anlıyorsunuz, bunun tek sebebi Angola’da yaşanan karışıklık değil.

“Güvercinin yolunu gözleyen kadını düşünüyorum. Postaya güvenmiyor mu ya da artık posta yok mu? Telefona güvenmiyor mu ya da artık telefonlar çalışmıyor mu? İnsanlara güvenmiyor, orası kesin. İnsanlık hiçbir zaman iyi olmayı beceremedi.”

Ludo’nun unutmaya çalıştıkları kitabın ilerlemesiyle açığa çıkarken, onun yaşadıklarının basit bir fobiden ibaret olmadığını görmek, kitabın etkisini arttırıyor ve sadece bu yönüyle bile oldukça sarsıcı, etkileyici bir kitap Unutmanın Genel Teorisi, kömürle duvarlara karalananlardan, fotoğraflardan, bir ülkenin geçmişinden ilham alan çok kuvvetli bir roman. 

“Eğer hâlâ yer, kömür ve yeterince duvar olsaydı, unutmak üzerine muhteşem bir eser yaratabilirdim burada: ‘Unutmanın Genel Teorisi’.

Bütün evi muazzam bir kitaba dönüştürdüğümü fark ettim. Kütüphane yandıktan sonra, ben öldükten sonra, artakalanlar benim sesim olacak.

Bu ev, bütün duvarlar benim sesim.”

Unutmanın
Genel Teorisi

Jose Eduardo Agualusa

Çeviri: Sevcan Şahin

272 sayfa.