OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

CHP sağa kayacakmış, neredeydi ki?

Üniversitenin birinci sınıfında siyaset bilimine giriş dersinde, hocamız, partilerin daha fazla oy alabilmek için siyasette nasıl pozisyon değiştirdiklerinden bahsediyordu. Ben de o zamanki –artık toy mu dersiniz, idealist mi– aklımla şöyle düşündüğümü çok net hatırlıyorum: “Allah Allah, siyasi partiler deterjan markası, seçmen de müşteri mi ki, ‘Beni al, beni al’ diye ortaya dökülsünler. Siyasi partilerin inandığı ilkeleri, değerleri, doğruları olur; onları elinden geldiğince halka anlatır, isteyen de oy verir.” İlerleyen zamanda, işlerin benim düşündüğüm gibi basit ve naifçe yürümediğini, politikacıların da ‘siyaset esnafı’ olduğunu, bir nevi ‘tezgâh’ açtıklarını öğrendim. Fakat, doğrusu, naifliği tamamen elden bırakmadım. Evet, partiler oylarını artırmak için söylemlerini ve icraatlarını zaman zaman değiştirebilirler ama bunun bir sınırı olmalı. Partilerin fikirleri, değerleri ‘ürün’ muamelesi görmemeli; partiler, tüketiciye istediğini sunan imalat sektöründeki şirketler gibi tasavvur edilmemeli. “Artık şu fikir/ürün satmıyor, alıcısı yok; onun yerine bu fikir/ürün rağbet görüyor. Biz de ondan veya onun benzerinden ‘siyaset piyasası’na sürelim” gibi bir düşüncenin siyasi partilerde yeri olmamalı. 

Bütün bunları bana hatırlatan, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan’ın, “Oy aldığımız ‘bizim mahalle’yi hedef alan, ‘bizim mahalle’ye hitap eden dili terk edeceğiz. Sadece kendi mahallemize seslenerek, onlardan oy isteyerek, birbirimizi gaza getiren bir çalışma üslubu yerine; ‘karşı mahalle’den oy isteyen, onlara hitap eden ve partimize oy vermeyen seçmene hitap edecek bir dil ve çalışma yöntemini benimseyeceğiz” şeklindeki sözleri oldu. Hakkını yemeyelim, bu sözlerden değişimin boyutuna, siyasi skalada ne ölçüde bir kayış olacağına, CHP’nin kendi çizgisinden ne kadar sapacağına dair bir sonuca varmak zor. Ama anlaşılan o ki, Tezcan “karşı mahalle” derken daha muhafazakâr, daha dindar, geleneksel değerlere daha yakın, kısaca daha sağ seçmene hitap etmekten bahsediyor. Bu iş sadece ‘dil’le de olmaz. Eğer niyet ciddiyse, bu kaçınılmaz olarak eylem ve tercihlerde de daha sağa yanaşmak demek olacaktır. Bu strateji yukarıda zikrettiğim açıdan tartışılabilir ama ondan önce benim anlamadığım başka bir durum var. Tezcan, bunları yeni şeyler gibi söylemiş ama CHP zaten bu yolu denemedi mi, yakın geçmişte sağ seçmene açılma girişimleri olmadı mı? ‘Ekmek için Ekmeleddin’ böyle bir hamle değil miydi? Mansur Yavaş’ın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı adaylığı sağa açılma denemesi değil miydi? Doğru veya yanlış demiyorum ama çarşaflı kadınlara törenle parti rozeti takma geleneksel dindar kesimlere bir mesaj değil miydi zaten? Bunlardan ne sonuç alındı? Parti yönetimi bunlardan alınan sonuçtan memnun olacak ki, sağa açılma stratejisine devam etme eğiliminde.

Öte yandan, CHP eleştirisinde de tutarlı olmak gerekir. Şöyle ki, kendini ‘doğal’ CHP seçmeni veya tabanı olarak gören bir kesim, ki buna bazı yorumcu-yazarlar da dahil, CHP yönetiminin bu tür ‘sağa açılım’larına çok kızıyorlar. “Daha iyi ve doğru olurdu” demiyorum (çünkü kestiremiyorum) ama Abdullah Gül’ün çatı adaylığı söz konusu olduğunda bu kesimlerin şiddetle karşı çıkması da buna bir örnektir. Fakat, aynı kesimler CHP seçim kazanamayınca da, parti yönetimine kızıyorlar. Türkiye nüfusunun ideolojik-kültürel dağılımı buyken ve öyle bir-iki kuşak içinde de değişmeyecekken, CHP’ye hem “Olduğun yerde dur” hem de “Seçimleri kazanıp, iktidara geç” demek hakkaniyetli ve tutarlı değil. Bu demografiyle bu CHP seçim kazanamaz ve bu tek başına CHP’nin kabahati değil. Ha, tarihsel olarak baktığımızda, bu demografik Frankenştayn’ın yaratılmasında kişiler olarak şu anki CHP yöneticilerinin değil ama bir kurum olarak CHP’nin payı da var elbet. Kuşaklar boyunca, gerek ‘millî eğitim’, gerek diğer yollarla devletçilik, Türkçülük, yabancı düşmanlığı, “Etrafımız düşmanlarla çevrili” söylemlerini vs. pompalamanın, ki bu açıdan CHP’de değişen pek bir şey yok, sonunda ortaya böyle içe kapanık, muhafazakâr, dışarıya karşı tepkisel bir kitle çıkmasında payı olmadığı düşünülemez.

Evet, CHP’nin planlarında İslam için düşünülen bu değildi ama zaten kitlelerin kimliklerini, ‘alakart’ menüden istediğinizi seçip istediğinizi bırakarak oluşturabileceğiniz bir olgu olarak düşünmek de bir yanılgı. CHP ‘kurucu parti’ olarak, Türklük olsun, milliyetçilik olsun, devletçilik olsun ama İslam olmasın istedi ama kitleler ilk fırsatta, zaten bin küsur yıllık tarihiyle çok güçlü olan ve söylenenlerle yani Türklük ve devletçilikle de hiçbir doku uyumu sorunu olmayan, bilakis onlarla birbirini besleyen İslam’ı bunlarla eklemleyiverdi ve CHP oyun dışı kalmadıysa da çizgi oyuncusu oldu.

CHP, devletin dini kontrol etme aracı olarak Diyanet İşleri’ni yarattı ama bugün, o bir gulyabaniye dönüştü ve tam da aşamadığınız kültürel duvarların başat tahkimcisi oldu, AKP’ye seçmen üretme makinası olarak çalışıyor. CHP ve öncülleri, Hıristiyanları ve Yahudileri hayatın her alanından, memleketin her köşesinden silmek için ellerinden geleni artlarına koymadılar ve Allah için başarılı da oldular. Bu gruplar yok mertebesinde neredeyse. 80 küsur milyonluk ülkenin belki yüzde doksanı, kuşaklar boyudur günlük hayatında Müslüman olmayan gruplarla düzenli bir sosyal ilişki içinde değil, görmemiş, bilmiyor. Hıristiyan görse müzeye haber verir – önce boğazını kesmezse tabii, çünkü bunlar düşman belletilmiş. Dolayısıyla, hem demografik hem de kültürel olarak ‘daha Müslüman’, daha muhafazakâr bir Türkiye yaratıldı ve bunda CHP, tek fail değil ama tarihsel payı da yadsınamaz. Şimdi o Türkiye’de “Biraz daha sağa yanaşsak mı?” diye düşünüyorlar. Bunlar biraz da siz zaten sağda olageldiğiniz için oldu.