Ağır yaşanmışlık

BİLGEHAN UÇAK

Agos’a ilk gelişim, Yetvart Danzikyan’la söyleşi yapmak içindi. Keyifli, sıcak bir söyleşi olmuştu. Buna dayanarak ve de kendimce eski sayılabilecek bir Agos okuru olduğum için “Nazar Büyüm neden yazmıyor artık?” dedim. “Büyük keyifle okurdum, bir anda kayboldu.” Sonra, işte siz de biliyorsunuz geçenlerde, Nazar Büyüm yeniden yazmaya başladı. İyi ki de başladı! Agos Kitap’ın Haziran sayısında gazete yazılarının tamamının derlendiğini ve köşesinin adının kitaba verdiğini gördüm. Agos’tan kitabı gönderdiler; ben de hemen okumaya başladım. Hiç acele etmeden, bayram rehavetiyle, kâh demli bir kahve kâh -Levon Bağış uygun bulacaktır sanıyorum- buğulu şişede bir beyaz şarap eşliğinde okuyorum.

Seeger’dan…

Zaten ben bu yazıların hepsini daha önce okumuştum. Ama bu sefer, hepsi arka arkaya, her yazı bu bütünlük içinde daha güzel. Nazar Büyüm’ün yazılarında siyaset var, edebiyat var, müzik var, dil var, şiir var, arkadaşlık var, dedikodu var, hepsinden önemlisi benzersiz bir samimiyet var. Mesela, Nazar Bey, Pete Seeger’dan bahsediyor, ben hemen Seeger’dan bir şarkı açıyorum. Ama şarkı da şarkı hani, Nazar Büyüm’e Murat Belge söylemiş, sonra ikisi de severek dinlemişler. (Asaf Savaş Akat, sevgili hocam Murat Belge’yle eskiden İngilizce şarkılar söylediklerini anlatmıştı. Acaba Pete Seeger da söylerler miydi?)

Bir kadeh daha, sesi açıyorum, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük yayıncılarından Nazar Büyüm’ün birkaç okka çeken kitabı kucağımda. Bu okka meselesi de ciddi, tamam kitap ince değil ama boyuna göre aşırı bir ağırlığa sahip. Yazılardan bazıları çok acı. Birinin adını vereyim: ‘Gavur olmak kolay değil’.

“Babam İkinci Savaş başladıktan sonra tüm öteki gayrımüslim erkekler gibi ihtiyat askerliğine çağrılır. Meşhur 20 Kur’a Nafia askerliği... Geride kalan 7 nüfusun geçimi, 13 yaşındaki abim Hamparsum’a kalır. 40 yaşındaki babamın bu ikinci askerliğidir. Onlara silah verilmez, başlarında silahlı nöbetçiler, yol köprü inşaatı gibi işlerde çalıştırılırlar. (Bu, elbet, yaygın bilinen bir gerçektir.) Sovyet halkları Stalingrad’ı saldırgan Hitler güçlerine teslim etmeyince, devletimizin esir aldığı bu vatandaşların canı kurtulur, evlerine dönerler. (Bu da çok benimsenen bir yorumdur.)

Eve dönüşten hemen sonra Varlık Vergisi salınır. Ailenin kışlık yiyeceği olan zahireyi ambarda sakladığı gerekçesiyle komşusu tarafından ihbar edilip kışlık yiyeceğimiz de elden gidince o yılı ailem çok zor geçirir. Daha ben yokum. Anadolu’yu kasıp kavuran o insan yangınında annem yetim, babam hem yetim hem öksüz kalmıştır. Böyle üstüste gelen yıkımlar, ustaların ustası da olsa, demircilikle, nalbantlıkla geçinen babamı, ailemizi çok zor durumlarda bırakır. Diyeceğim, yok-yoksul değiliz ama, kıt kanaat geçinen bir aileyiz.

Ben işte böyle bir ortama doğdum. Okula başladım. Dumlupınar İlkokulu.  Başarılı, ama çok başarılıyım. Yalnız benim okulumda değil, bütün kasabada parmakla gösteriliyorum. İlkokulu bitirdim. Ne yapacağım? Okumak istiyorum. Talas’ta Amerikan koleji var, var ama, aklımdan bile geçmiyor, zengin yeri.”

Talas dipnotu

Nazar Bey, Talas deyince dipnotu atmış hemen: “Yıllar sonra, Şile’de bizim evde bir Cumartesi yemeğindeyiz. Pek çok arkadaşım gelmiş, aralarında Cengiz Çandar’la Oral Çalışlar da var, ikisi de kolejli, akranız. Kayseri’den, Talas’tan söz açıldı, ‘Ben de isterdim ama, nerde, orası zengin yeriydi,’ dedim, Cengiz, ‘Yok canım, Talas’ta bir gayrımüslim kontenjanı vardı, burslu, parasız,’ dedi, ilk kez duyuyordum, hayıflandım önce, sonra, ‘İyi ki gitmemişim Talas’a, yoksa sizin gibi bişi olurdum,’ dedim çıktım işin içinden.”

Bu yazı da, kitabın ruhuna uygun, bol isimli, bol dedikodulu oldu. Olsun, ayrıca bu yazılanlar dedikodu değil. Çetin Altan’ın tabiriyle “objektif karakter tahlili” ki, epey mühim bir mesele. Bir arkadaşlık anısı bitirelim. Bu anı, aynı zamanda “Türkiye’de gavur olmanın” ne kadar zor olduğuyla da yakından ilgili.

“Üniversitenin ilk yılında Fikret Adanır ve Murat Belge ile tanıştım. Hemen arkadaş olduk. Bu dostluk halen olanca sıcaklığıyla sürer. Murat’ın başını çektiği bir grup, kızlar oğlanlar, ama daha çok kızlar, İngiliz Filolojisi Bölümü’nün koridorunda bir şeyler yapıyor, anlaşılmaz bir dilde şarkıya yakarıya benzer birşeyler söyleyerek vakur, ağır adımlarla yürüyor, sonra hep birden gülüşüyor, gülerken gene ırlamaya dırlamaya başlıyor, sonra gene kahkahalarla gülüyorlar. Sonra bir gün Murat, Fikret’le ötekilere, ‘Yahu, Nazar galiba Ermeni, bu koridorda yaptığımız kilise ayini parodisinden alınıyor olabilir, eyvah!’ demiş. Kulağıma geldi, ‘Behey kerevizler, alınmıyorum da, anlamadım kilise ayini peşinde olduğunuzu, yaptıklarınızın hepsi yalan-yanlış, gelin size doğrusunu öğreteyim,’ dedim, yüce gönüllülükle... Hatta bir ara Murat’la Fikret’i Kumkapı’ya Meryem Ana Kilisesi’ne bir yortu ayinine de götürdüğümü hatırlarım.”

Sevgili hocam ‘daha çok kızlar’ ile Filoloji koridorlarında ‘bir şeyler yapıyor’muydu bilemem ama ‘kereviz’ de dedirtmem!

Dönüp Baktığımda…

Nazar Büyüm

Agos

484 sayfa.