Belli kelimelerin zamanında yaşarken

BİLGEHAN UÇAK

Tanıl Bora’nın son kitabını çıkar çıkmaz okuyamadığım için, bitirdikten sonra, Tanıl Bora ile yapılmış söyleşileri ve yazıları da okuma şansım oldu. Martta, Hürriyet’ten Banu Tuna’ya verdiği söyleşide, kitaptaki kelimelerin hiçbirinin son 15 yılda icat edilmediği ama hepsinin kendisi tarafından “Yeni Türkiye’nin kelimeleri” olarak alındığını sorulunca, “birçoğunun evveliyatı var” deyip ekliyor:

“Birçoğu, konjonktüre bağlı olarak farklı ağırlıklar veya imalar kazanabiliyorlar. ‘Hayırlı olsun’, mesela öyle, evet. Ayrıca politik-ideolojik manalarından öte, gayet gündelik bir dolaşımı var. Bazı laflar öyle. Kelimeler, özellikle bu çağda, sosyal medyasıyla, reklamlarıyla, dört bir yandan yağan laf sağanağıyla, çok daha çabuk değişip dönüşebiliyorlar. Ama bu kitapta ele aldığım bazısının da gayet sabit ve sağlam bir geleneği var. ‘Benim esnafım’ gibi... Her zaman tıpatıp bugünkü tınıyı taşımıyordu belki, ama en azından Demirel’e kadar giden, süreklilik arz eden bir geleneğe de oturuyor.”

‘Marjinal’ 

Tanıl Bora, ellidokuz lafın “yerleşik kullanımları sorgulamaya odaklandığı” bu yazılarda müthiş tespitlerde de bulunuyor. Mesela, “marjinal”i ele alırken şu çok çarpıcı tespitleri yapıyor: “Carl Schmitt’in ünlü iktidar formülünü uygularsak, iktidar, kimin marjinal olduğuna karar verendir. Marjinalize etmek, iktidar etmektir. ‘Marjinal’i hesaptan düşülebilecek kadar az, ihmal edilebilecek kadar önemsiz olarak anlamlandırmakla, onu fiilen yok saymaya kapı aralarsınız. İmhası bile hak olur. (…) ‘Marjinal’ lâfında, yönetici sınıfların ceberutluğu vardır. (…) ‘Marjinallerin’ faydası büyüktür. Onların varlığı, çoğunluğa kendini iyicene çoğunluk hissettirir. (…) İktidarın kimseyi marjinal ila etmeye hakkı yoktur. Herkesin marjinalliğe hakkı vardır.”

Gündelik dilde sıklıkla ve pek de düşünülmeden kullanılan “marjinal” kelimesini yatırdığı teşrih masasında çok önemli sonuçlara varıyor. Ama, kitabın ilk yazısı olan ‘Yeni Türkiye’ gibi bazı maddelerde biraz aşırıya kaçtığını düşünüyorum.

BBC muhabiri Chris Morris’in 2005’te ‘The New Turkey’ (Yeni Türkiye) adında bir kitap yayımlandığını söyledikten sonra Batı’nın “AKP iktidarının turfanda zamanı” için bu tabiri sıklıkla telaffuz ettiğini, AKP iktidarının kendisinin ise “aslında 2014’te, Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı kampanyasında” kullandığını hatırlatıyor. İktidar cenahında kullanım sıklaşmasını örneklerle gösterip Mehmet Barlas ile Yıldıray Oğur’dan alıntılar yaparak genişletiyor. ‘Yeni Türkiye’ henüz inşa ediliyormuş, şimdiye kadar yapılan gecekonduyu yıkarak araziyi temizlemekten ibaretmiş. Bunlar, Oğur’un sözleri. Ama Yıldıray Oğur, “Yeni Türkiye yolunda önemli bir durak olarak, ‘yeni neslin Osmanlıca öğrenecek olmasının’ geçmişle kopuşu tamir edeceğini söylemiş. Buradan hemen, Yeni Türkiye söyleminin başka bir hattına bağlanabiliriz. Restorasyoncu-muhafazakâr diyebileceğimiz bu hatta Yeni Türkiye aşağı yukarı Yeni Osmanlı’dır.”

Tanıl Bora’nın katılmadığım yargılarının başında bu geliyor. ‘Yeni Türkiye’ için ‘aşağı yukarı Yeni Osmanlı’ dediğimizde, özellikle Tanıl Bora’dan hiç beklemediğimiz bir kolaycılığa sapmış olmuyor muyuz?

Bu maddeden devam edelim: “Yeni Türkiye’nin Eski Türkiye’den temizlenen arazi üzerinde ‘daha’ inşa edileceğini söylüyorlar ya… Birkaç gün önce gözümüze perde gibi inen, harabe halindeki Nusaybin’in tankla topla ‘temizlenmiş’ manzarası, herhalde bu Yeni Türkiyecilerin gönlüne göredir. Eski ve yeni Türkiye’lerin en sağlam müştereği de bu galiba: fıkradaki gibi, son arzusu sorulan Kürt idam mahkûmu anasını görmeyi istese, onların son arzusu ‘Kürt anasını görmesin’ olacak…”

Mehmet Altan -sizi çok özlemiştik sevgili hocam!-, 2008 yılında çıkan İkinci Cumhuriyet’in Yol Hikâyesi’ adlı kitabında Oğur’unkine benzer, yanlış hatırlamıyorsam, “ömrünün, futbol oynamak için sahayı temizlemeye çalışmakla geçtiğinden” yakınır. Ayrıca, Ergun Özbudun’a anayasa yazdırılan, Çözüm Süreci tohumlarının ekildiği yıllardayız. Bunları üst üste okuduğumuzda “Yeni Türkiye”nin “Kürt anasını görmesin” diye bir gayesi olduğunu nasıl iddia edebiliriz?

Mehmet Altan’ın sözündeki ‘alanı açmak’ ile Kürt şehirlerinin top ateşini tutulmasını, üstelik aradaki zaman ve yaklaşım farkını da göz etmeden birarada okumak ne kadar doğru?

Buradaki kasıt, pek tabii ki, başta asker olmak üzere “demokrasi dışı unsurların temizlenmesinden” başka bir şey değil. Muhtıra verilmiş, 367 kararı alınmış, kapatma davası açılmış… Yeni Türkiye, bir ölçüde “Yeni Osmanlı”dır, ama “Osmanlı”yı nasıl anlayacağımız da belirleyici olsa gerek. Kriterimiz Davutoğlu mu olacak? Evetse, şimdi nerede? Benim anladığım “Yeni Türkiye”, Altan’ın numaralandırdığı “demokratik cumhuriyet”e giden yolun “liberal muhafazakâr” söylemiydi. Bu söylemdeki liberallik ile muhafazakârlık dengesi değişince “Yeni Türkiye”nin uygulaması da değişmiş oldu. Ama “Yeni Türkiye”nin, yolun başında, 2005’le 2014 arasında, kimse kusura bakmasın, “Kürt anasını görmesin” diye bir hedef içerdiğine hiç katılmıyor, bu lafın samimiyetle herkesi kucaklama amacını taşıdığını düşünüyorum. Yalnız şunu eklemem lazım. Tanıl Bora’nın bu kitabı da, tıpkı diğerleri gibi, olağanüstü. Bu dönemi anlamak için, yıllar sonra bile, dönüp başvurulacak çok değerli bir kaynak.

Zamanın Kelimeleri

Tanıl Bora

İletişim Yayınları

278 sayfa.