Şiddetsiz bir gelecek düşün

MELİS SOLAKOĞLU

Bu hafta tanık olduğunuz ya da medya aracılığıyla gördüğünüz şiddet vakaları neydi? Şiddet vakaları oldu mu diye soramıyorum çünkü eminim birine denk gelmişsinizdir. Ben kendi hatıramda düşününce ilk anda insan adı verilen canavarın maalesef şekil benzerliğinden yine aynı adla seslendirdiğimiz insana ve genelde aşağılama sıfatı olarak kullanılan hayvana çektirdiği acıları sıralayabilirim: tarlada kendi halinde avının peşinde koşan şahinin kafasına inen kürek, hastanede olay çıkaracağı şüphesiyle gözaltına alınma sırasında canı alınan 82 yaşında bir adam, günlerce güneş altında bekletilen atlar, metrobüste bir koltuk uğruna birbirine giren kadınlar, zaten kafes ardında duran bir kanguruya yapılan türlü türlü anlamsız hareketler. 

Biraz daha düşünsem eminim kadına yönelik şiddetin her hali ve çocuk istismarına dair de birçok şey sıralayabilirim ama midem kabarmaya başladı bile o yüzden benden bu kadar. 

Bu kadar çok şiddet olayına maruz kalmak da maruz kaldığımız şeyin şiddet olup olmadığını anlamak da güç. Ama ben önce şu yukarda yaptığım sıralamanın önemine değinmek istiyorum. Gerçekten yaşandığını kabullenmek istemediğimiz bu olayların sıralamasını yapmak önemli çünkü bu sıralama hafızayla ilişkili. İtiraf etmek gerekirse böyle sıcağı sıcağına yazmaya başlamasaydım bu yazıyı bu hafta mı yaşandı iki hafta önce mi büyük ihtimalle karıştırırdım. Ama beni korkutan yapacağım karıştırma değil bunun bir ileri boyutu, ne yaşandığını da unutmam.

Medya ve hafıza

“Hafızanın ve hafızanın eleştirel düşünceyi şekillendirme kapasitesinin ciddi bir saldırıya maruz kaldığı ya da toplumumuzdaki pek çok güç tarafından değersizleştirildiği bir dönemde yaşıyoruz” der, Henry A. Giroux. Cep telefonlarımızdan her an son dakika haberleri tek parmak hareketiyle kaydırışımız bence bu sav için yeterli bir örnek. Bazen haberlerin çok kısa açıklamalarına bakıp içeriğini bile okumuyoruz, basılı gazete takibini ise bence çoktan bıraktık. Bunun yanı sıra sadece bir hafta aralıksız ana akım medyayı takip edersek yönümüzü nasıl belirlediğini fark ederiz (ya da vahim olan fark edemeyiz). Ana akım medya unutmamızı istediğini hiç göstermez, aklımızı meşgul etmesini istediğini ise sürekli döndürür. Ve unutmayalım ki bu döngünün içinde olan sadece tek başımıza biz değiliz artık “örgütlü unutuş” söz konusu olur. “Bu durum otoriterliğin gittikçe arttığı günümüzde bireyin de aktif katılımına bir saldırıdır.” İşte ilk şiddete maruz kaldık bile.  Şiddet için illa fiziksel bir darbeye gerek yoktur. “Normatif şiddet, kısıtlama yoluyla yaşanan bir şiddetti…” Bu şiddete maruz kalan yani hafızası elinden alınıp siyasi katılımı engellenen “toplum ise kolay şekillenebilen, fark etmeksizin şiddet gören ya da şiddetin uygulayıcısı haline getirilen güruh olur.”  

‘Şiddetin Eleştirel Tarihi’inin önsözünde Giroux’un yukarda da alıntı yaptığım açıcı açıklamalarından sonra Brad Evans’ın şiddet ve medya ilişkisine baktığımızda “şiddetin medyada nüfuz etmediği bir yer kalmadığı” iddia edilir. Bu şiddet farklı suretlerde bize yansır, bu suretler aracılığıyla ya özne ya şahit olabiliriz. Örneğin Musul operasyonunun internet üzerinden canlı yayını yapılmış ertesi günü ise bu görüntülerin üzerinde emojilerin gezisi tartışma yaratmıştı. İşte Evans’a göre teknolojinin aracı olduğu bu şahitlik “şiddetin insanileşmesi”yle birlikte “insanın gözden çıkarılması”dır. 

Video ve fotoğraf

Bahsettiğim bu örnek, bir video üzerindendi ancak fotoğraflar da amaca ulaşmada etkili bir araçtır. Susan Sontag’a göre savaş fotoğrafları yorumlanmaya ve manipüle edilmeye çok açıktır çünkü Chomsky’nin de belirttiği gibi “medya, seçkinlerin tahakkümünü sürdürmek için kitlesel bir uzlaşı yaratmaktadır”. Kimdir bu seçkinler diye düşündüğümüze neoliberal dünyamızda herhalde aklımıza ilk önce akademisyenler, zanaatkârlar, sanatçılar gelmez. Elbette bu seçkinler sermaye ya da dümdüz bir deyişle para sahipleridir. Toplumumuzun seçkini eğer silah şirketi sahibiyse elbette bir savaş, medyada seçkinin istediği yönden anlatılacaktır. Chomsky’e göre bu, entelektüel şiddet sorunudur.
“Entelektüel şiddet sorunu, güçlü seçkinlerin entelektüel vasıflarımıza ve merakımıza şiddetle saldırmasıdır.” 

Peki bunca şiddet saldırılarından nasıl kendimizi koruyacağız? ‘Şiddetin Eleştirel Tarihi’nde yukarıda değindiğim düşünürlerin yanı sıra Frantz Fanon, Michel Foucault, Edward Said, Hannah Arendt, Judith Butler ve Giorgio Agamben görüşleri doğrultusunda da şiddet biçimleri ele alınır.  Ancak benim için bu şiddetten kurtuluş için verilen öneriler arasında Eleştirel Pedagoji kitabının yazarlarından ve bu kitapta da değinilen Paulo Freire ile Henry A. Giroux’un önerileri önde geliyor.  

Bu öneriler benim en büyük kale olarak nitelendirdiğim eğitimle ilgili. Umarım değişmiştir ama bana bir sene önce bellettikleri haliyle eğitim, “çevre düzenlemesi yoluyla bireyde istendik davranış değişikliği oluşturma süreci” olarak tanımlanmıştı. Bu tanımı azıcık irdelersek beyin yıkamanın tanımının da böyle yapılabileceğini bence fark edebiliriz. İşte bu noktada Freire’nin sözünü dinlemede fayda var. 

“Eğitim ya genç nesilleri var olan sistemin mantığıyla bütünleştirip bir uyma davranışı yaratmaya yarar… Ya da… Bir özgürlük pratiği haline gelir. Burada amaç, içinde yaşadığımız dünyayı değiştirmeye nasıl bir katkı sunabileceğimizi keşfetmek ve bunu yaratıcı ve eleştirel bir biçimde yapabilmektir.” 

Benim istediğim elbette ikincisi. Sizin içinde öyleyse ama yöntem problemi yaşıyorsanız çözümü yine Freire verir: Eleştirel Pedagoji. “Eleştirel pedagoji, öğrencileri soru sormaya ve bskın inanç ile pratikleri sorgulamaya sevk eder, basit ama radikal sonuçları olan bir amaçtır bu.”   

Eleştirel pedagojiyi uygulamak epey bir zahmet gerektirir öğretmen için. Daima kendini yenileyen, öğrenen, bilmediğini kabul eden öğretmenler gerektirir. Son Pisa Testi sonuçlarıyla başlayan ve bu yılki üniversite sınavlarında kaydedilen “başarısızlık”la beraber sistem eleştirileri sağanak yağmaya başladı. Tamamen haksızlar diyemeyeceğim ama kaç öğretmen kapısını kapattıktan sonra eleştirel pedagojiye yer veriyor ki derslerinde. Sabahtan akşama kadar konuştuğu dili anlamayan öğrencinin yetişmesine bu yöntemi kullanmayan öğretmenler ön ayak olmuyor mu sizce de?

Şiddetin bir zorunluluk olmadığı, alternatif bir gelecek olduğu düşüncesi geleceği kuracak gençlere ancak eğitim yoluyla verilebilir. Bu yüzden eğitimi ve pedagojiyi ciddiye almalı, gençlerin, çocukların hayal güçlerine inanmalı ve onları cesaretlendirmeliyiz. Şiddetsiz bir geleceği düşünebiliriz.

Şiddetin Eleştirel Tarihi

Brad Evans,
Sean Micheal Wilson

Çeviri: 

Dipnot Yayıncılık

135 sayfa.