Hem modern hem Japon

MURAT CANKARA

Türk muhafazakârlarının en sevdiği cümlelerden biridir: “(Abi bak,) Japonlar hem geleneklerine bağlı hem de modern”. Altı endişe verici ölçüde zayıf dolgulu bu iddia muhtemelen Avram Galanti’nin 1925-1926’da, yani tarihimizle köprülerin atılıverdiği, gecesinde cahilleştiğimiz, 1928’deki o meşum güne giden yolda dile getirdiği karşılaştırmaya dayanıyor: Eğer ilerlememize engel olan şey Arap elifbası ise ve bu nedenle Latin harflerine geçmek istiyorsak, bakınız Japonların yazı sistemlerinin karmaşıklığı ve medeniyet seviyeleri. İşin hem ilginç hem de hiç şaşırtıcı olmayan yanı, Selçuk Esenbel’in çalışmaları olmasa (adını bilmediğim için anamadıklarım affetsin), Japon modernleşmesine, kültürel iktidara talip olup “on yılda gelecek bin yılın tohumlarını ekmek” isteyenlerin elde bir buçuk türkücüyle kalakalmaları gibi bakaduracağız. Neyse ki son yıllarda bu konuyla ilişkilendirebileceğimiz, en azından edebiyat ve eleştiri alanındaki tercümelerde bir kıpırdanma var. Örneğin Kojin Karatani’nin ‘Derinliğin Keşfi: Modern Japon Edebiyatı’nın Kökenleri’ (Metis Yay.) başlıklı incelemesini ya da Natsume Soseki’nin ‘Ben Bir Kediyim’ (Panama Yay.) romanını Türkçe okuyabiliyoruz. Kimbilir, belki buradan bir damar açılır da şu Japonların hem modernleşip hem de nasıl kendileri olmayı/kalmayı başardıklarını Allah’ın hayırsever bir kulu biz fakirlere gösterir. 

Yeni fırsat

Neyse ne. Şimdi bu meseleleri biraz daha kurcalamak için Türkiyeli okurun önünde yeni bir fırsat var. Ezelden modernmişcesine kendisi olmaya gayret eden memleketimizde daha ziyade Remzi Kitabevi’nin o meşhur Çilek serisinden çıkan ‘Kutu Adam’ıyla tanınan Kobo Abe’nin (1924-1993) başyapıtı sayılan ‘Kumların Kadını’ romanı Japonca aslından Türkçeye ikinci kez (ilki Turkuvaz Yay.) taşındı. Yayıncılık standartlarımızın epey üzerinde işler çıkaran Monokl Yayınları’nın yazarın ‘Başkasının Yüzü’ (okumaya üşenen olursa filmi de var) ve ‘Kanguru Defteri’ romanlarını da okurun ilgisizliğine sunduğunu es geçmeyelim.  

‘Kumların Kadını’, 1962’de yayınlandığında epey ses getirmiş, o günden beri yirmiden fazla dile çevrilmiş, 1964’te Hisroshi Teshigahara tarafından filme çekilmiş ve yönetmenine En İyi Yönetmen dalında Oscar adaylığı kazandırmış. Yüzeysel ve yansıtma özelliğine sahip bazı yüzeyler gibi haklılık payı da olan algı, Abe’yi Kafka’nın Japonya’daki temsilcisi (bizdeki hâlâ Ferit Edgü mü acaba?) görmeye teşne. Bizceye tercüme edersek, “Adam hem Kafkalaşmış hem de kendisi kalmış”. Elbette, adı Sartre ve Varoluşçuluk’la ya da Beckett ve Absürd’le birlikte de anılan Abe’yi (Yukio Mişima gibi temsilcilerle karşılaştırıldığında) Japonya’nın en gayr-ı Japon yazarı addedenler de var. Güzel tartışma.  

Romanda kurgu ve dil cambazlığı yok, çarpıcı benzetmeler bol, çeviri (Barış Bayıksel) çok temiz. Öğretmen ve amatör böcekbilimci Cumpei Niki, bir ağustos günü, kimseye haber vermeden, çalıştığı şehirden ayrılarak trenle yarım günlük mesafedeki sahile doğru yola çıkar. Böcek peşinde dolaşırken yolu kum tepelerinin ardındaki bir köye düşer ve geceyi orada, köylü bir kadının kumlar içindeki bir kuyunun dibinde yer alan evinde geçirmek zorunda kalır. Bundan sonrası Niki, Kadın, köylüler ve kum arasındaki Sisifosyen mücadeleden ibaret. Kafka benzetmeleri boşuna değil. Bir karabasan atmosferi içerisinde kum metaforu üzerinden “değişim”i kurcalıyor ‘Kumların Kadını’. Şu alıntı bir fikir verecektir: “Şüphesiz, kum yaşam için elverişli değildi. Peki durağan hâl varlık için vazgeçilmez miydi? O tiksindirici rekabeti başlatan da sabit kalmaktaki ısrarımız değil miydi? Sabit kalmayı bırakıp kendimizi kumun akışına bırakıversek rekabet de ortadan kalkacaktı.” İşe su karışınca, gündelik rutin ve zaman algısı girince, aşk ve cinsellik köşeden sırıtınca, bu sopsoyut zaman ve mekânda tüm bunlar üzerinden varlığın anlamı sorgulanınca yazar hâliyle “Japon temalar”ın epey dışına çıkmış oluyor. Zira bir Japon, tıpkı bir Türk gibi, varlıktan darlanmaz. Öte yandan, örneğin David Pollack, romanı kapitalist Japonya’da geleneksel köy hayatının akıbetine yönelik bir eleştiri olarak okumuş.   

Sorular, sorular…

‘Kumları Kadını’ çok soru sor(dur)uyor. Gitmek mi kalmak mı, tekrar mı yenilik mi, burası mı orası mı, bırakmak mı sarılmak mı, başkasının güneşi mi kendininki mi? Bana kalırsa, felsefeden ve varoluş meselelerinden hazzetmeyen eleştirmen için daha kocaman sorulara da müsait. Misal, Allah her yazara bir sabah uyandığında kendini devcileyin bir Kafka olarak buluvermeyi mi yoksa mütevazı da olsa kendisi olarak uyanmayı mı nasip eylesin? 

Kumların Kadını 

Kobo Abe

Çeviri: Barış Bayıksel

Monokl Yayınları

184 sayfa.