Gölge yazar Süreyya’nın öyküsü

ESRA KARADOĞAN

Unutma Beni Apartmanı, Nermin Yıldırım’ın yazmış olduğu ilk roman, benim de okuduğum ilk romanı. Ardından çıkan romanlarıyla beraber, pek sevilen yazarın yazdıklarına karşı duyduğum merakla okumaya başladım ve elimden bırakmanın mümkün olmadığını itiraf etmeliyim. ‘Unutma Beni Apartmanı’, hayatını gölge yazar olarak sürdüren Süreyya’nın aldığı telefonla ve bu telefon sebebiyle yaşadığı sarsıntıyla başlıyor ve sonrası yeni baştan örülmek üzere sökülen bir kazak gibi ilerliyor, yalnız bazen baştan, bazen sondan sökülen bir kazak bu. Henüz açılışta anlatı okuru hapsediyor, Süreyya’nın bu kadar acı çekmesini sağlayan konuşmanın merakıyla kavrulup dururken, öğreniyoruz ki aslında Süreyya annesinin sesini ilk kez duyuyor, kırık üç yaşında. O bebekken, sebebini bilmeden ve bir süre sonra umursamadığı bir terk edilme hikâyesi annesi Süreyya için. Fakat aslında anne ile olan o bağın yaralanması durumunda tüm hayatı yaralanan, yarım kalan bir kadını anlatır Nermin Yıldırım.

“Mekânlar benim için önemliydi. Herkesin kendi kalesini koruması gerektiğine bütün kalbimle inandım. Ne başkalarının alanına kokumu bıraktım ne de benimkine bırakılmasına müsaade ettim. Herkesle ilişkimi ilişkinin ait olduğu yerde yaşıyor, pek çoklarının bayıldığı gibi, başka alanlara taşırmaya çabalamıyordum.” 

Kendine yetebilmek

Süreyya, çevirmenlik, radyoculuk ve son olarak yazarlık yapan, hep geçici işlerle, geçici olduğunu bildiği ve ancak geçici olabilecek ilişkilerle yaşayan bir kadın, öyle ki bir eve bile yerleşmeyi istemiyor, elinden geldiğince bu durumdan kaçıyor. Yazar, karakterin bilinç altında gizlediği her şeyle beraber yüzeyde kendi kendine yetebilen ruh halini de başarıyla aktarmış. ‘Unutma Beni Apartmanı’nda Süreyya’nın hayatı, onun zihni içerisinde dolaşırken aynı zamanda kırık üç yıllık hayatında yaşananlara da şahit oluyoruz. Türkiye’nin son kırk yıllık geçmişine, acılarına, hatalarına, vatandaşlarının yaşadığı tüm acılara bakan bir roman, Süreyya tüm bunların arasından her seferinde teğet geçmiş gibi bir yaşam sürse de aslında nasıl da tüm bunların ortasında durduğunu gösteren, depremlerin, felaketlerin, bir ülkenin değişmeyen kaderinin toplamı.

“Derinlerde yüzeysel ilişkilerdense kıyılardan çok uzaklaşmayan derin ilişkileri tercih ediyordum. Çünkü birinde boğulma ihtimaliniz vardır, diğerinde her zaman güvendesinizdir. Ama en önemlisi bir gün fazlaca açılacak olsanız bile ya kıyıya çağrılacağınızı ya da derinlerde yalnız kalmayacağınızı bilirsiniz.”

Başlarda Nermin Yıldırım’ın kullandığı dilin ağdalı geldiği, lafı neden bu kadar dolandırdığını düşündüğüm zamanlar oldu, fakat sonrasında haksızlık ettiğimi de düşündüm; Nermin Yıldırım’ın kalemi sağlatıcı ve dili, beni kendimde uzun süredir eksik bulduğum okuma hazzına ulaştırdı. Roman ilerledikçe okurun, karakterin bakış açısına hâkimiyeti artıyor, gelen telefonla tüm düğümler bir anda çözülüyor, Süreyya’nın geçmişine doğru felaketler, depremler, Türkiye’nin acılarıyla dolu bir zeminde yolculuk ederken yazar Süreyya’nın kuramadığı, gevşek bağlarla dolu hikâyesini anlatıyor. Hiçbir ayrılığın acısını çekmiyormuş gibi yaşaması bunun psikolojik alt yapısı ama bir yandan da sanki kendi hayatına dair yasını tutamadığı her şeyin acısını bir anda hissetmesi ve bunun okura aktarımı büyüleyici. 

Bazen edebiyatın insana sunması gerekenin gerçekçi bir anlatım olduğunu düşünüyorum, karakteriyle, diliyle ve karakterin yaşadığı duyguyu hissettiğim an romanın amacına ulaşmış olduğunu düşünüyorum. İşte ‘Unutma Beni Apartmanı’ bu açıdan beni kendine bağlayan bir roman oldu, okumamın üstüne geçen zamana rağmen Süreyya’nın kendisi, yaşadıkları, sesi, gölge yazarlığı aklımın bir köşesine kurulmuş durumda. Türk Edebiyatı’ndan ümidini kesmişler için söylüyorum, Nermin Yıldırım’ın kalemi bu düşünceyi değiştirebilir. 

Unutma Beni Apartmanı

Nermin Yıldırım

Hep Kitap

424 sayfa.