Aşk mı, ya tutku?

KEREM GÖRKEM

En son, hayli cüsseli bir roman olan ‘Körburun’la karşımıza çıkan yazar Hikmet Hükümenoğlu’nun son kitabı ‘Aşka İnanmayanlar İçin Aşk Öyküleri’ okurla buluştu. Altısı ‘mini’ olmak üzere toplam on üç öyküden oluşan kitaptan haberdar olduğumda, aşkın tarihi üzerine düşünmüş ve bir çabuk, cevaplanmayı bekleyen birkaç soru çıkarmıştım. Yazıyı, bu soruları teker teker açarak, yarattığım karşılıkları üzerine konuşarak sürdürme niyetinde değilim. Fakat zihnimde yarattığım havuzda, ‘aşk’ ile birlikte su üzerinde kalan diğer kavramın ‘tutku’ olduğunu söylemeliyim. Kaldırma kuvvetlerine yazı içerisinde yer yer değineceğim.

Yalnızca mimikler…

Önceleyin, kitapta yer alan altı mini öyküden bahsetmek yararlı olacak; zira iyi okur, kimi bir çırpıda yaşanıp biten birer ‘an’ı, kimi günler boyu kurulup kurulup yeniden bozulmuş cümlelerden çıkan o tek kelimeyi düşündüren bu altı kısa metnin, öykü toplamını baştan sona diri tuttuğunu ve deyim yerindeyse değinilen aşkların can suyu olduğunu hemen anlayacaktır. Yazar, toplama dahil ettiği yedi ‘aşk öyküsüne’ sanki bir ‘es verdiği’ bu metinlerde, kurduğu hikâyeleri son derece konsantre bir biçimde sunuyor. Sanki, ballandıra ballandıra anlattığı, anlatmaktan yorulduğu öykülerin arasına iliştirdiği bu metinlerde yalnızca mimiklerini kullanıyor. Kaşını kaldırıyor, dudağını büküyor, burnunu çekiyor ama kendini çok iyi ifade ediyor. 

“Kaçalım buradan uzaklara gidelim, sadece ikimiz, dedi. Olmaz, dedim, öyle olmaz ama ayaklarım yerden kesildi, yalan yok. Anneme sordum, aşk bu mu diye. Evet bu işte, dedi. Daha ne olacak sanıyorsun.”

Toplamın ‘asıl’ öyküleri: ‘Arıların Yön Duygusu’, ‘Mercedes 80’, ‘Aşka İnanmayanlar İçin Aşk Öyküleri’, ‘Sumru’, ‘Cemre ve Ben’, ‘İki Kişi Bir Bavula Sığmak Zor’, ‘Hudut ve Siyah Atlarla Geldiler’. Bu yedi öykünün her birinde aşk olgusuna ‘dışarıdan’ ve ‘daha da dışarıdan’ bakmayı başaran yazar, ilk paragrafta sözünü ettiğim üzere tutkuya yaklaşmış oluyor. Örnekse, beni en çok vuran iki öyküden biri olan ‘Mercedes 80’de bir araba sevdası üzerinden protagonistin hayata kök salma çabası işleniyor. Sorunlu aile ve gün geçtikçe daha kıymetli hale gelen şoförlük işi, birinci tekili büyütüyor. Başta ‘şiir gibi’ ile tavsir edilen krem Mercedes’in kaybıyla yerden rastgele taşlar bulunuyor, tutkulu anlatıcı gözünü üçüncü katın penceresine diken bir hırs küpüne dönüşüyor.

“Anahtarı teslim ettim etmesine ama kafamın içinde kurtlar uluyordu. Eve dönmedim, kafamda kurtlar, peşimde itler, yürüdüm durdum. Meselenin ne olduğunu bir çözsem belki göğsümdeki acı azıcık hafiflerdi ama kafam bir türlü basmıyordu.”

Yazar, tematik bir taşrada hikâye edilen ‘Siyah Atlarla Geldiler’de ise saf çocukluğu ve karşılıksız sevgiyi düşündürüyor. Bir süredir kaçak vaziyette bodrum katında yaşayan babanın atlılardan gizlenmesi ailenin en büyük misyonu olarak sunuluyor. Öyle ki, bu uğurda, büyük kardeş ufak olanını pataklayıp konuşamasını engellemekten çekinmiyor. Bu öyküde aşk-tutku bağlamında daha karmaşık bir durum söz konusu: Babanın davaya, çocuğun babaya, atlıların siyah atlara duyduğunun adını koymak hiç kolay değil. Öyle görünüyor ki, zihnimizde bir başkası canlanmaksızın aşığın tarafını tuttuğumuz diğer öykülerin aksine burada yazar, çok katmanlı bir okur-karakter ilişkisi inşa etmiş durumda.

“Abim dönünce babamın çorbasını, ekmeğini indirecekti, elinden aldım, ben indiririm dedim. Sakın söyleme dedi. Duymasın daha iyi. Babama çorbasını ekmeğini bıraktım. Burnuna ne oldu dedi. Siyah atlarla geldiler dedim.”

Sözün özü, Hükümenoğlu mini öyküler ile bir yandan, söz gelimi Eduardo Galeano’nun ‘Kadınlar’da ya da ‘Hikâye Avcısı’nda uyguladığı gibi, ‘eşittir’den sonrasını okura bırakan formüller kurarken, öte yandan sayfalar boyu süren ve gücünü işlem hatalarından alan detaylı bir çözümü aktarıyor. Bunu yaparken hiç şaşmıyor, teklemiyor, eğreti bırakmıyor. 

Aynı elbiseye sığan iki beden demek bu! Elbise bol değil, aksine, sanki ne giyse yakışıyor... 

Aşka İnanmayanlar İçin Aşk Öyküleri

Hikmet Hükümenoğlu

Can Yayınları

136 sayfa.