Türkiye Tiyatrosu’nda geleneğin taşıyıcısı Şahinyanlar

FIRAT GÜLLÜ

Oyuncuya… 

Ressama hiç olmazsa bir bez hatıra kalır.

Seninle ise deha da görünüş de yok olur.

Yem olursun toprağın kara böceklerine.

Tarih lütfederse bir gün, seni anar gelecekte.

 

Bedros Atamyan

Küçük yaşlardan itibaren tiyatroya ve tiyatroculara olan ilgi ve merakım, babamdan kalan bir fotoğraf albümünü karıştırırken rastladığım birkaç Türk-Ermeni tiyatro emekçisinin fotoğrafları ile karşı konulmaz bir hal aldı. Onları birer mücevhermiş gibi özenle yerlerinden çıkarıp cebime yerleştirdim. Tanıdığım herkese o resimleri göstermekten büyük bir mutluluk ve gurur duyuyordum. Çevremdeki insanların da yardımıyla bu fotoğrafları çoğaltmaya ve o insanlar hakkında inanılmaz ilginç bilgiler toplamaya başladım. Bir süre sonra artık oldukça geniş kapsamlı ve ciddi bir koleksiyonun sahibiydim. Ama zamanla bu fotoğraflar bendeki eski tazeliklerini ve ilginçliklerini kaybetmeye başladı. Sonuçta hepsi basit birer fotoğraftı. Araştırmalarımı genişletmeye ve o insanların yaşamlarını, çektikleri güçlükleri ve devrin Türk-Ermeni tiyatrosunu incelemeye karar verdim. Böylece elinizdeki bu küçük araştırma yazısı ortaya çıktı.”

Türkiye’de oldukça kısır bir alan olan gösteri sanatları tarihçiliğinin öncü isimlerinden birisi olarak kabul edilen Sarkis Tütüncüyan’ın (Şarasan), 1908 yılında yayınlanan ‘Türkiye Ermenileri Sahnesi ve Çalışanları’ adlı eserinin giriş bölümünden alınan yukarıdaki pasaj, bu ülkede tiyatro tarihi alanında çalışanların nasıl bir ruh haliyle işe giriştiklerinin çok güzel bir özetini sunar bize. Geçmişin hayaletleri gibi üzerimize çöken siyah beyaz fotoğraflar rüyalarımıza girer, uyuyamaz olur ve onların hikayelerini anlatma isteği duyarız. Bu karşı konulamayan arzunun son kurbanlarından birisi de Nesim Ovadya İzrail oldu. BGST Yayınları’ndan çıkan son kitabı ‘Osmanlı ve Türkiye Tiyatrosunda Şahinyanlar’da İzrail, mensubu olduğu ailenin kişisel tarihinde bilinmeyeni keşfetmek için bir yolculuğa çıkıyor. Ve ilginçtir ki bu yolculuk da geçmişte yarım kalan bir projenin parçaları olan dede yadigârı fotoğraflarla başlıyor. 

1870’lerin başında

İzrail’in, eşi Alis’in büyük anne ve babası Kamelya ve Oksan Şahinyan’ın izini sürmek için çıktığı yolculuk 1870’lerin başında kadar uzanıyor. Aile tarihi ve ülke tarihinin kesiştiği ilk noktalardan birisi bu. Osmanlı tiyatrosunun modernleşme serüveninde, Türkçe ya da Ermenice icra edilen oyunların yoğunluğuna ve niteliğine bakarak, 1870-1880 aralığından bir ‘golden age’ olarak bahsetmek mümkündür. Osmanlı tiyatrosunun modernleşme sürecinde, Hagop Vartovyan (Güllü Agop) yönetimindeki Tiyatro-i Osmani Kumpanyası’nın en aktif dönemi olarak görülebilecek bu tarih aralığının önemli bir yeri vardır. Amatör, yarı-profesyonel ya da profesyonel onlarca girişimin meyveleri bu dönemde alınmış, modern tiyatro faaliyetleri nitelik ve nicelik açısından bu dönemde önemli bir ilerleme kaydetmiştir. 

Şahinyan ailesinin tiyatro ile iştigal ettiğini öğrendiğimiz ilk önemli üyesi Vahan Şahinyan da bu dönemin hemen başında dünyaya gelir. Çocukluğunu bizzat bu tiyatral altın çağa tanıklık ederek geçirir ve genç yaşta sahne hayatına atılır. Ancak onun sahnelere adım attığı 1890’lı yılların başında Osmanlı’da tiyatronun altın yılları artık sona ermiş, 1892 yılında kaleme aldığı bir eleştiri yazısında Krikor Zohrab Osmanlı Ermeni tiyatrosunun öldüğünü ilan etmişti. Zohrab’ın tespiti temelde iki olguya dayanıyordu: Bu tarihlerde Ermeni tiyatro kumpanyaları, Osmanlı yönetimlerinin desteğini kaybetmişler ve üzerlerindeki siyasi baskı, Ermenice oyun oynamanın yasaklanması düzeyine varacak derecede artmıştı; buna ek olarak, Ermeni tiyatro toplulukları seyircinin desteğini de ciddi biçimde kaybetmiş durumdaydılar ve mali zorluklar içerisinde yaşam mücadelesi vermekteydiler.

Tüm bu zorluklara rağmen Vahan Şahinyan, eski güzel günlerin baş karakterleri olan iki büyük ustanın, Mınakyan ve Fasulyacıyan gibi iki önemli tiyatro adamının öğrencisi olarak İstanbul sahnelerine giriş yapar. Bu andan itibaren tüm ömrünü geleneğin sonraki kuşaklara aktarımı için mücadeleye adayacaktır. Üstelik bu ömür, siyasi konjönktür nedeniyle ne yazık ki doğup büyüdüğü, tiyatroyu öğrendiği topraklarda değil, 1940’lı yıllarda Bulgaristan’da son bulacaktır. Ama Şahiyan ailesinin tiyatro tarihindeki önemli rolü Vahan’la sınırlı kalmayacaktır. Yeğen Şahinyan, Oksen, Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında amcasından devraldığı tiyatro meşalesini 1960’lı yıllara kadar en önde taşımaya devam edecektir. 

Üç kuşak 

İşte Nesim Ovadya İzrail’in çalışması üç kuşak boyunca yılmadan aktif tiyatro hayatını sürdürmüş, kökenleri bir yüzyıl öncesinin başlarına giden bir geleneğin Cumhuriyet Türkiye’sine ulaşmasını sağlamış bu emektar ailenin serüvenine odaklanan önemli bir monografi çalışması. Metin And’ın “Osmanlı Tiyatrosu” veya Özdemir Nutku’nun “Darülbedai”si gibi akla ilk gelen çalışmaları bir yana bırakırsak, Türkiye’de gösteri sanatları tarihçiliği alanında monografi olma niteliği taşıyan çalışmalarının sayısı oldukça düşüktür. İzaril’in çalışması bu anlamda monografi çalışmalarının uzun süredir örneğine rastlamadığımız zengin ve başarılı bir örneği olma niteliğini taşıyor.  Zenginlik büyük oranda literatüre ilk kez kazandırılan arşiv malzemesinin çeşitliliğinden kaynaklanıyor. Şahinyanların günümüzdeki temsilcilerinin aile arşivlerinin yanı sıra 2006 yılında kaybettiğimiz Hagop Ayvaz’ın Hrant Dink Vakfı’nda bulunan ve tiyatro araştırmacıları tarafından fazlaca bilinmeyen kişisel arşivi ve önemli koleksiyoncu Orlando Carlo Columeno’nun daha önce pek gün yüzüne çıkmamış arşiv ve belgeleri bu çalışma sayesinde İzrail’in perspektifinden süzülerek literatüre kazandırılıyor. Döneme ait Türkçe kaynakların Ermenice gazete ve dergilerle beraber okunması da çalışmaya ayrı bir derinlik katıyor. 

Ancak İzrail’in çalışmasının asıl başarısı, seçtiği konuyu mercek altına alırken bir monografinin sınırlarının çok ötesine geçecek biçimde ülke tarihini de gündemde tutmasından kaynaklanıyor. Şahinyan’ların hikayesi üzerinden, Osmanlı ve Türkiye Ermeni Tiyatrosu’nun, aynı zamanda Osmanlı’da ve Türkiye’de tiyatronun ve en geniş anlamda Osmanlı ve Türkiye’nin tarihine dair de birçok önemli tespitte bulunuluyor: “Tiyatrocu Şahinyanların yaşam çizgilerine bakıldığında, Millet-i Sadıka olduklarına dair hiçbir tereddüt yoktur. Doğup büyüdükleri topraklarda, özel olarak İstanbul’da severek yaptıkları tiyatro ile hayatlarını mutlu bir şekilde sürdürmekten başka bir amaçları olmadığı çok açıktır. Ancak…” Nesim Ovadya İzrail’i, Şahinyanların tiyatro serüvenini kaleme almaya iten en temel motivasyon bu güçlü “ancak”da yatıyor gibi gözüküyor. 

‘Makbul vatandaş’

Vahan Şahinyan’ın, Birinci Dünya Savaşı’nın en lanetli günlerinde, ‘Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin tesisinin 677. seneyi devriyesinde’ kutlamalara katkı vermek için kendisinin yazıp yönettiği ‘İstiklal-i Osmani’ piyesinde sahne almasının ya da  Oksen Şahinyan’ın ‘makbul bir vatandaş’ olarak 1939 referandumunda, bir süredir yaşamakta olduğu İskenderun’un Türkiye’ye katılması yönünde oy kullandığı için ‘hüsnü hizmet’ mazbatası almasının onların bu ülkedeki geleceklerini çok da değiştirmediği açıktır: “Yukarıda fotoğrafı yapışık Oksen Şahin Türklüğe ve partimize bağlı temiz bir yurddaştır. Milletler cemiyetine göre Hatay’da yapılan tescilde Türk listesine yazılmış ve kendisine verilen vazifeleri seve seve yapmış olan Şahin’e iş bu hüsnü hizmet mazbatası verildi.” 

Mütareke yılları olarak bilinen 1918-1922 yılları arasında, işgal altındaki İstanbul’da oldukça haraketli yıllar yaşayan Ermeni sanatçılar, İstanbul’un Ankara hükümetinin eline geçmesiyle yaşamın kendileri için güçleşeceğinden korkarak bir gün dönmek üzere komşu ülkelere göç ederler. Vahan Şahinyan ve ailesi Bulgaristan’ı seçerler, fakat geri dönme şansını bulamayacaklardır. Bir süre Fransız yönetimindeki İskenderun’da yaşayan yeğen Oksen ise 1939 referandumu ile İstanbul’a dönme şansını yakalayacaktır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında vefat eden amcasının aksine o savaş sonrasının liberalleşme yıllarında İstanbul’da Ermeni tiyatrosunun son büyük uyanışına bizzat katkı verme şansına sahip oldu. Ancak 6-7 Eylül olaylarıyla başlayan yeni milliyetçi dalga bu son büyük uyanışı da yutunca Ermeni tiyatrosu dernek ve okullara sığınmak zorunda kalacaktı. 

Nesim Ovadya İzrail, Şahinyanların üç kuşak önceye giden tarihlerini yazarken trajik bir hikayeyle karşılaşacağının bilincindedir. 1915’te yaşanan büyük felaketin Osmanlı Ermenilerinin İstanbul’da yaşayan son temsilcileri üzerinde etki bırakmayacağını düşünmenin saflık olacağı kanaatindedir. Karşılaştığı tablo onu çok da şaşırtmaz. Gerçekte yazılanlar sadece Vahan ya da Oksen Şahinyan’ın hikayesi değildir. Karanlık ve politik çalkantılarla dolu zor bir döneme tanıklık eden çok sayıda tiyatrocunun anısına da bir saygıdır. Belki de bu yüzden kitabını, bir dönem İstanbul sahnelerinin en gözde sanatçılarından birisi olan ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında ülkeyi terk etmek zorunda kalan Eliza Binemeciyan’ın, yıllar sonra Refik Ahmet Sevengil’in bir sorusuna verdiği yanıtla bitirmeyi tercih eder: “Bütün hayatım olan tiyatroyu bıraktığım için yaslıyım dersem çok az şey söylemiş olurum. Uzun bir süre bu ayrılığın acısını çektim. Beklenmedik birçok olaylarla karşılaşmasaydım sevgili vatanıma büyük sevinçle dönerdim.”

Şahinyanlar

Nesim Ovadya İzrail

bgst Yayınları

271 sayfa.