Sevgiyle yüreğimizde saklayacağız

Beraber Yedikule zindanlarında film çekmeyi düşünmeye başladılar, her bir sahneyi tartışıyorlardı. Zannedersin aylarca masa başında çalışmış, şimdi de mekânda tartışıyorlardı.

YETVART TOMASYAN

Sonbahar geldi ama Ekim ayı bizlere hiç iyi gelmedi. Ayın ilk günü Charles Aznavour Paris’te bu dünyadan 94 yaşında göçüp gitti. Üzerinden 17 gün geldi geçti bu kez İstanbul’da başka bir usta Ara Güler 90 yaşında göçüp gitti. İkisi de kendi konularında uluslararası üne sahip, Ermeni halkının iki kıymetli insanı, biri müziği ile Fransa’yı evrensel bir dünyaya, bir diğeri fotoğraflarıyla, foto muhabirliğiyle Türkiye’yi uluslararası bir dünyaya taşıdı, işleriyle yerellikten çıkıp dünyaya mal oldular. Ermeni halkı elbette bu tepe yapmış iki büyük insanıyla gururlanıyor, seviniyor. Her iki insanın da sosyal konumları bu kadar birbirine benzer mi…!?

Ben Ara Abi’yle 60’lı yılların sonunda tanıştım, üniversite öğrencisiydim, Marmara gazetesinde gönüllü olarak çalışıyor, gidip geliyordum. Bir gün Ara Abi geldi, gazetenin genel yayın müdürü Rober Haddeciyan’ın Mıhitaryan okulundan yakın arkadaşıydı, yardım istedi, ben boştaydım gittim. Yurt dışından bir çekim ekibi gelmiş Park Otel’de kalıyorlardı, onların çekim malzemelerini, ki epeyce fazlaydı, araçlara yükledik. Tanış olduk. 

Tek kişiye temsil
Tıbrevank Okulundan Yetişenler Derneği’nde halk dansları ve müziği ile ilgileniyordum, bir gün Rober bey Ara Abi’ye döndü dedi ki ‘Sen bu çocukları sahnede seyrettin mi?’ O da ‘Yok’ dedi. Övücü sözlerle seyretmesini hararetle tavsiye etti. Yıl 1972. Gösteri programımız bitmiş 6 kez Şan Sineması’nda sahne almış, seneyi kapatmıştık. Ama öyle olmadı… Şan Sineması’nda 10 matinesi başlamadan provalarımızı sabah saat 6’da yapıyorduk. Takip eden hafta da sabah 6’da tek seyirciye, Ara Abi’ye oynadık.. Kesintisiz alkış aldık ve sezonu 7 gösteri ile kapatmış olduk. Olacak iş değildi… Ara Abi istedi, biz de istedik, akan sular durdu. Olağanüstü resimler çekti… Halk danslarında böyle derinlikli, anlamlı fotoğraflar ben bir daha rast gelmedim dersem, inanın…

Dostluğumuz, ilişkimiz hiç eksilmedi çoğaldı, benim için en anlamlı ve heyecanlı olanı Sergei Parajanov’la hikayemizdir. Ara Abi’nin ofisinde Salvador Dali ve Pablo Picasso’nun portrelerinin hemen yanında Sergei Parajanov’un portresi asılıdır. Demem o ki Ara Abi için diğerleri kadar Sergei Parajanov da kıymetli, değerliydi. Ara Abi Parajanov’un portresini kâğıda basmış Parajanov da kara kalemle üzerine desenler çizmiş, Rusça şöyle notlar düşmüştü: “Ara! Hüneriniz ve iyi yürekliliğiniz karşısında afallamış durumdayım! Tanrı sizi korusun! Amin!” “Büyük usta Ara Güler… Hapishaneden çıktıktan sonra 1989 yazında İstanbul’u ziyaret eden Sergey Paracanyan”

Parajanov ve Ara Güler ile İstanbul
1989 İstanbul Uluslararası Film Festivali’ne, 1988 yapımı Aşuğ Garib filmi ile katılan Sergei Parajanov, festivale bizzat geldi, bulundu... 
Filmin gösterimden önce, kendine özgün kılık kıyafet ve davranışlarıyla, söyleşi ve röportajlarıyla dikkatleri üzerine toplamıştı… Ara Abi ‘Gel seni İstanbul’u gezdireyim’ dedi… Parajanov da kabul etti, bana da döndü ‘Arabam yok, sen götürüp getirir misin?’ dedi… Zaten her gün varbed Parajanov’u götürüp getiriyordum… Dört gün, Orhan Veli’nin dediği gibi “Gökyüzünü boyayan” “Yırtılan denizleri diken” iki “çılgın” iki “deli” insanla beraber oldum. Ara Abi Topkapı Sarayı, Ayasofya Müzesi, Yedikule Zindanları/Surları, Kapalıçarşı, İç Bedesten’de onlarca makara boşalttı. İnanılmaz fotoğraflar çekti. Beraber Yedikule Zindanları’nda film çekmeyi düşünmeye başladılar, her bir sahneyi tartışıyorlardı. Zannedersin aylarca masa başında çalışmış, şimdi de mekânda tartışıyorlardı. Hele Topkapı Sarayı’nda Harem dairesindeki muhabbetlerini dinlemek bir ömre bedeldi… Parajanov, ‘En kısa zamanda İstanbul’a gelmem gerekir’ diyordu…

Babil’den Sonra  Yaşayacağız
Aras Yayıncılık olarak ne istedikse bize karşılıksız verdi, yayınladığımız kitapların kimi kapaklarını Ara Abi’nin fotoğrafları süsledi. Ermeni yazarların portrelerini hep Ara Abi’den temin ettik. 25 sene önce ilk yayınladığımız kitapların arasında Ara Güler’in “Papelonen Verç Bidi Abrink”  Ermenice öykü kitabı da vardı, akabinde Türkçeye çevirdik: ‘Babil’den Sonra Yaşayacağız’. Ara Abi’nin 1950’li yıllardaki öykücülüğü görünür bilinir oldu, Ara’nın fotoğraf dünyasına başka bir pencereden de bakılması gerektiğini gösterdi. Foto muhabirliği dediği ilk iş Ermeniceydi, 1952’de Jamanak gazetesinde tefrika edilen ‘Kumkapı Ermeni Balıkçıları’ yazı dizisi, 2010’da 70’e yakın fotoğrafla kitap halinde üç dilde yayınlandı… Aras Yayıncılık Ara Abi’nin yaşam hikayesine bir not daha düşmüş oldu.

Daha üç ay önce Doğuş Grubu 16 Ağustos’ta 90. yaş gününü Ara Güler Müzesi’nin açılışıyla kutlarken Aras Yayıncılık da, ‘Babil’den Sonra Yaşayacağız’ kitabını bu kez üç dilde yeniden basarak ve görsel malzemeyle zenginleştirerek 90. yaş günü kutlamalarına katıldı.

Ara abi öte tarafa göçüp gitti… Hatırladıkça hep yüzümüzü bir gülücük kaplıyor… Paylin’in dediği gibi, sevgili Ara Abi, bize ettiğin küfürleri sevgiyle yüreğimizde saklayacağız… Hoşçakal… Sergei Parajanov‘a selam söyle…