YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Sivil toplumdan ne isteniyor?

Siyasetin, daha doğrusu tek bir kişinin kendini yargı yerine koyduğu, daha ortada bile olmayan davalar için hüküm verdiği, insanların tüm televizyonlardan yayınlanan konuşmalarla ağır biçimde itham edildiği, bunun içine bir de anti-semitizmin boca edildiği bir dönemden geçiyoruz.

16 Kasım Cuma gününe yine bir gözaltı dalgasıyla başladık. Çok sayıda akademisyen ve sivil toplum çalışanı sabaha karşı düzenlenen bir operasyonla gözaltına alındı. Gözaltıların, bir yıldır tutuklu bulunan Osman Kavala dosyasıyla ilgili olduğu yazıldı haber sitelerinde. Zaten kısa süre sonra, Emniyet, bir hukuk devletinde pek yeri olmayacak bir ‘bilgi notu’ yayımladı. Bu notta, gözaltına alınanların Kavala ile, “Gezi olayları” vesilesiyle hiyerarşik bir ilişki içinde oldukları öne sürülüyordu. 
Gözaltına alınanlardan, Bilgi Üniversitesi’nden Turgut Tarhanlı ve Boğaziçi Üniversitesi’inden Betül Tanbay hızla sorgulanıp serbest bırakıldı. Diğer sivil toplum çalışanları da sonraki gün, yine sorgularının ardından, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldılar. Bir kişi hariç. Yiğit Aksakoğlu. Aksakoğlu, her ne hikmetse, tutuklandı. 
Gözaltına alınan 13 kişiden 12’si bırakıldı ancak bundan önceki vakalarda gördüğümüz gibi, gerek iktidar medyası, gerek iktidardın kendisi, bu kişileri suçlamaya, karalamaya devam etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan gözaltı dalgası sonrasında AB ve ABD’den gelen tepki açıklamalarını ima ederek “Neden rahatsız oluyorsunuz?” dedi: “Gezi Parkı olaylarında bu olayları yapanların finansörü konumunda olan ve şu anda cezaevinde olan bu kişiyle iltisaklı birçok malum kişi, bunların içerisinde akademisyenler de var, geçenlerde gözaltına alındı. Malum çevreler, hatta hatta Batı dünyasından birileri de açıklamalar yapıyor. Dünyada bu işlerin finansörü durumunda olan kişiler olduğu gibi Türkiye’de de bu işlerin finansörü durumunda olan kişiler var. Bu içeri alınınca niye rahatsız oluyorsunuz?”
Kavala hakkında henüz bir iddianame dahi olmadığı gibi, gözaltına alınanlar da aynı gün ve sonraki gün serbest bırakıldı. Burada bir grup insanın, hükümet tarafından ısrarla hedef gösterilmesine tanık oluyoruz. Gezi, Emniyet raporuna göre milyonlarca insanın katıldığı bir protesto, bir direnişti. Aradan beş yıl geçti. Ancak hükümet beş yıldır bundan bir suç üretmeye ve anlaşılmaz bir şekilde hedef aldığı bir kesimi kriminalize etmeye çalışıyor. Burada amaç belli ki sadece Gezi’yi karalamak değil. Bir tür –anlaşılmaz– intikam operasyonu yürütülüyor, Gezi’nin tarihinin iktidar açısından başka türlü yazılması için hukuk sonuna kadar zorlanıyor ve insanların hayatları karartılıyor. 
Hukuk sonuna kadar zorlanıyor derken, kibarca konuşuyoruz tabii. Bakın, sivil toplum alanında, bilhassa da çocuklar için çalışmalar yapmaktan başka bir faaliyeti olmayan Yiğit Aksakoğlu neden tutuklanmış: “Her ne kadar [katıldığı] toplantıların içeriğine ulaşılamamış ve karanlıkta kalan yönleri olsa da iletişimin tespiti tutanaklarında bu toplantıların Gezi’den sonra tekrar sivil itaatsizlik ve şiddetsiz eylem adı altında yeniden çeşitli gösteri ve eylemlerin yapılmasına yönelik birtakım eğitimler ve konuşmalar düzenlendiği kanaatine ulaşıldığı...”
Ne toplantısına katıldığı bilinmiyor. Tutun ki Gezi kabahat olsun, ki değil, Gezi’den sonra düzenlenmiş herhangi bir eylem yok, öyleyse Aksakoğlu neden tutuklandı? 
Bu atmosfer haftanın ilk günlerinde de devam etti. AİHM’nin “Demirtaş serbest bırakılmalı” kararından sonra, yine Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bizi bağlamaz” deyip Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerini inkâr ederken, bir gün sonra iktidar medyasında, bu kez Hasan Cemal hakkında bir yakalama kararı olduğu yazıldı ve yine Kavala dosyası açılarak, Kavala’nın Avrupa’dan fon almaya çalıştığı ya da insanları fon almaya yönlendirdiği, beş yıl önceki telefon konuşmaları servis edildi. Hükümet sanki AB’den fon almıyormuş, AB’den fon almak kabahatmiş gibi... Bununla da bitmedi. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun, yazının başında bahsettiğimiz gözaltıları eleştirmesi üzerine, yine Erdoğan işe bu sefer Türkiye’de İslamcıların bulaşmadan duramadığı ‘Yahudilik” vurgusunu da katarak şunları söyledi: 
“Dün, yine bu partinin başındaki zat çıkmış, gezi olaylarını öven, Gezici vandalları yücelten, bunun üzerinden bizi itham eden zırvalar beyan etmiş. Düşünebiliyor musunuz, Gezi olaylarında teröristlerin finans kaynağı olan bir kişi şu anda içeride. Onun arkasında kim var? Meşhur Macar Yahudisi Soros. Bu adam dünyada milletleri bölmek, parçalamakla adeta birilerini görevlendiren, parası bol ve bu paraları da bu şekilde tüketen birisidir. Türkiye’deki temsilcisi de aynı şekilde babadan zengin ve bu imkânlarını da bu ülkeyi parçalayıp bölen, işte bu özellikle terör eylemlerine karşı her türlü bu noktada desteği veren kişi. Şimdi içeride.”
Siyasetin, daha doğrusu tek bir kişinin kendini yargı yerine koyduğu, daha ortada bile olmayan davalar için hüküm verdiği, insanların tüm televizyonlardan yayınlanan konuşmalarla ağır biçimde itham edildiği, bunun içine bir de antisemitizmin boca edildiği bir dönemden geçiyoruz, özetle. Hava hâlâ kurşun gibi ağır.