İyi de bizi kim dövüyor?

Hükümetin bütçe görüşmelerindeki açıklamalarına göre, 2019 yılına “Dünyanın en önde gelen finans kesimlerinin parmak ısırdığı, inanamadığı bir performansı her daim sergileyerek" giriyoruz. "Yaşanılan tüm saldırılara, spekülatif ataklara rağmen, Türkiye ekonomisi büyümeye devam ediyor." İyi de, o zaman bizi kim dövüyor?

ERCÜMENT C. BARS - LONDRA


Hükümetin yeni yıla girerken çizdiği toz pembe ekonomik tablo aklıma bir fıkrayı getirdi. Genç boksör ringe çıkınca ne görsün? Rakibi kendisinin iki katı. Bakışları bile acıtıyor. İster istemez, dizleri titremeye başlamış. Antrenörü bakmış genç boksör yaprak gibi sallanıyor, moral desteğini bolca tutmuş: “Sen bunun iri gözüktüğüne bakma, koftur bu. Hem de yavaş. Solundan sağına dönene kadar, sen dört dönersin etrafında. Merak etme, bir vursan devrilir. Senin yanına bile yaklaşamaz bu. Haydi göreyim seni.” Maç başlamış. Başladığı gibi de bizim genç boksör sağlı sollu yumruklara maruz kalmış. Ayakta duracak mecali kalmamış ki imdadına gong yetişmiş. Köşesine geldiğinde yüzü gözü çarşamba pazarı gibi… Antrenör hiç oralı değil. Bizim boksörün sırtını sıvazlıyor. “Aferin aslanım. Bitirdin adamı. Mahvettin. Aynen devam, durmak yok. Haydi, göreyim seni.” İkinci raunt, birinciden farklı değil. Gonga kadar zor dayanmış genç boksör. Havlu atmayı düşünürken, antrenör yine oralı olmuyor. “Perişan ettin adamı. Kaçacak yer arıyor, üstüne gitmeye devam et. Bu maç bizim.” Üç, beş raunt derken, genç boksör dayak yemeye, antrenör de aynı minvalde moral vermeye devam etmiş. Fakat genç boksörün de takatı kalmamış artık. Antrenör, “bitirdin mahvettin adamı” derken, genç boksör artık zorlukla açabildiği tek gözüyle etrafı şöyle bir kolaçan edip, “İyi de hocam” deyip sözünü kesmiş. “Ben söyledigin gibi bu adamı dövüp, perişan ediyorum da biri de arada beni çok fena dövüyor. Buna bir çare bulmamız lazım.”   

Kazanan kim?

Hükümetin bütçe görüşmelerindeki açıklamalarına göre, 2019 yılına “Bugün dünyanın en önde gelen finans kesimlerinin parmak ısırdığı, inanamadığı bir performansı her daim sergileyerek giriyoruz. Yaşanılan tüm saldırılara, spekülatif ataklara rağmen, Türkiye ekonomisi büyümeye devam ediyor. Bu ekonomik bağımsızlık mücadelesinin kazananı millet olacak.” 
İyi de, o zaman bizi kim dövüyor? Temmuz-Eylül dönemi itibariyle, Türkiye ekonomisi reel olarak küçülmeye başladı (yıllıklandırılmış olarak yüzde 4.3 daraldı). Kuvvetle muhtemel, hükümetin “Ne krizi? Saldırı vardı ama yendik, mahvettik” beyanlarını yaptığı yılın son üç aylık döneminde de bu daralma hızlanarak devam etti. En son 2008 finansal krizinde gördüğümüz, ekonomideki çift haneli küçülme rakamlarının vehametini 2019 yılının ilerleyen aylarında açıklandıkça daha net göreceğiz. Bu başarı hikâyeleri yazılırken, dolar bazında kişi başına düşen milli gelir bu sene sonu itibariyle muhtemelen 2007 seviyesine geriledi.  

Ekonomi yönetimi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, enflasyonu düşürmek için yapılması gereken nispeten küçük faiz artışına büyümeyi yavaşlatacağı gerekçesiyle karşı çıkarken, yaşanan türbülans sonucu büyümenin 2008 krizi ölçeğinde küçüldüğü, TL’nin aşırı değer kaybettiği, faizlerin şirketler kesimini boğacak seviyede yükseldiği ve yüzde 20’nin üzerine çıkan enflasyonun hane halkı alım gücünü ciddi ölçüde vurduğu bir duruma geldik

Seçime doğru

Hükümetin 31 Mart yerel seçimlerine kadar, birşey olmamış gibi davranmaya devam etmesi sürpriz olmaz. Hatta, son zamanlarda ekonomi yönetiminin önceliği, yılsonu bilançoları için dolar kuru ve faizi düşürmek gibi görünüyor. Zaman zaman, bunu bize 1994 krizine giden süreci hatırlatır şekilde, kamu borçlanma ihalelerini iptal ederek, merkezi bütçe dışı kaynakları kullanarak, faizleri suni olarak bastırarak ve zararları kamu bankaları ve KİT’lerde halının altına süpürerek yapıyorlar.
Oysa bizi şu anki sıkıntılı duruma bu palyatif yaklaşımların getirdiğini hatırlamakta fayda var. Türkiye piyasaları için ‘Annus Horribilis’in (Felaket Yılı) başlangıcı, bu yıl Mayıs ayı ortasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Londra’da Bloomberg’e verdiği röportaj olmuştu. Bu röportajda Erdoğan daha önce yurtiçinde pek çok kez tekrarladığı enflasyon ve faize yönelik iktisadi gerçeklerden kopuk görüşlerini yineledi.  
Bu yorumların yurtiçine yönelik, çok üzerinde durulmaması gereken bir seçim söyleminden ziyade, başkanlık seçimi sonrası önemli bir değişimin habercisi olduğunu gören uluslararası yatırımcılar, Türkiye pozisyonlarınI hızla azaltmaya başladılar. Seçim sonrası açıklanan kabine ve ekonomik program bu değişimi destekler şekilde olup, bir de ABD ile yaşanan siyasi gerginlik işin içine girince, TL ve piyasalar da başaşağı inişe geçti.  

Enflasyon sorunu

Ekonomi yönetimi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, enflasyonu düşürmek için yapılması gereken nispeten küçük faiz artışına büyümeyi yavaşlatacağı gerekçesiyle karşı çıkarken, yaşanan türbülans sonucu büyümenin 2008 krizi ölçeğinde küçüldüğü, TL’nin aşırı değer kaybettiği, faizlerin şirketler kesimini boğacak seviyede yükseldiği ve yüzde 20’nin üzerine çıkan enflasyonun hane halkı alım gücünü ciddi ölçüde vurduğu bir duruma geldik. TL’ye destek olmak için faiz artırmak yerine, “kuru bırakalım gitsin” diyen ekonomi yönetimi danışmanlarının bu sıralar çok ortalarda görülmemesi anlaşılır. Fakat, dış dengesi kırılgan, döviz rezervleri borcuna nispeten az ve sermaye girişlerine bağımlı bir ekonomik modele dayalı Türkiye ekonomisinde böyle bir deneyin yapılması hâlâ anlaşılmaz. 
Hükümet, uçurumun kenarından dönmemizi bir başarı olarak sunsa da oluşan zararı bertaraf etmek zaman alacak. Üstelik 2019 yılı dış konjonktürün oldukça zorlu olacağı bir yıl. Bir yandan ABD-Çin arasındaki ekonomik bilek güreşi dünya ticaret hacmini azaltırken, öte yandan artan dolar faizleri ve azalan dolar likiditesi gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarını zayıflatıyor. En büyük ticari partnerimiz olan Avrupa Birliği’nde ekonomi hızla yavaşlıyor. Önümüzdeki 18 ay içinde ABD’de ve küresel ölçekte GSYİH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) büyüme oranlarının negatife dönme ihtimali artıyor. 
Böylesi zor bir dış konjonktüre karşılık, Türkiye’nin vakit kaybetmeden sorunun özüne inmesi gerekiyor. Tüketim ağırlıklı, sırtını inşaata yaslayan ve borca dayalı büyüme modelini geride bırakmanın zamanı çoktan geldi. Yaşanan türbülans bu anlamda bir fırsata dönüştürülebilir. Nitekim, finansal piyasalarda çalkantının yükseldiği Ağustos-Eylül döneminde ekonomi yönetimi de benzer fikirleri dile getiriyordu. Sıkı para ve maliye politikalarıyla kısa vadede istikrar sağlanacaktı. Ekonomi politikaları orta ve uzun vadede ihracata ve üretime dayalı bir büyüme modeli kurmaya yönelik olarak tasarlanacaktı. Bankalar için ciddi stres testleri yapılarak bilançolardaki potansiyel hasarın boyutu ortaya çıkarılıp çözüm alternatifleri çalışılacaktı. Özel sektörün borcunu azaltmak için çalışmalar yapılacaktı. Büyük kamu projeleri için fizibilite çalışmaları da devredeydi vs…

Değişen söylem

Ancak döviz kuru ve borçlanma faizinin bir miktar aşağı inmesiyle bu olumlu söylem yakın zamanda 180 derece değişti. Türkiye’nin büyüme modelinde herhangi bir yanlış yoktu. Spekülatif atak gelmiş, piyasalar çalkalanmış, onun bertaraf edilmesiyle de normale dönüş başlamıştı. Hükümet tüketim odaklı büyümeyi yeniden canlandırmak için mobilya, otomobil, beyaz eşya gibi ithal girdiye dayalı yurtiçi tüketim mallarında vergi indirimine gitti. İnşaat sektörüne destek çıkıldı. Kamu bankaları önderliğinde faizlerin düşürülmesi ve kredi kanalının tekrar işlemesi için tam saha pres devam ediyor. Borcun yeniden yapılandırılması ve sorunlu kredilerin yüzdürülmesi için BDDK hızla devreye girdi. Kanal İstanbul tekrar gündemimize döndü. Kalkınma Bankası ve kamu kesimi aracılığıyla, finansal mühendislik operasyonlarıyla banka bilançolarında yeni kredi verilebilmesi için alan açma uğraşları dolu dizgin devam ediyor. Sırada Merkez Bankası’nın faiz indirimi, seçim öncesi yüksek maaş artışları ve artan kamu harcamaları olacak.
Türkiye’nin büyüme modelinin miadı doldu. Uluslararası yatırımcılar bunun uzun süredir farkında. Fakat yaşanan mini krizin bir değişim getirebileceği beklentisi de henüz korunuyor. Şayet hükümet ve ekonomi yönetimi, yapısal bir dönüşüm planından ziyade günü kurtarmaya yönelik adımlarla yola devam etme tercihinde bulunursa, Türkiye de yurtdışı konjonktürün zayıfladığı önümüzdeki dönemde kendi yağıyla kavrulmak zorunda kalır. Bu da düşük büyüme, değersiz TL, artan dolarizasyon, yüksek enflasyon, bozulan kamu maliyesi ve artan faizler anlamına geliyor.  

Kategoriler

Güncel