İki çocuk kitabında iki ayrı dünya

BÜRKEM CEVHER

Hep söylüyorum, son zamanlarda çocuk edebiyatı beni yetişkin edebiyatından daha fazla etkiliyor. Bunun nedenini geçen gün dinlediğim bir programda Behiç Ak’ın sözlerinde buldum. “Biz çocukken çocuk kitabı çok yoktu,” diyordu Behiç Ak. İşte o anda hatırladım; Gelibolu’daki tek kitapçıda satılan kitapların hemen hepsini okumuştum çocukken; bazı kitapları iki üç kere okumamın sebebi buydu büyük olasılıkla. Şimdi ne zaman bir kitapevine gitsem kendimi çocuk kitapları bölümünde bulmam da, hatta kitaplarım hemen bitiverecek ve okuyacak kitap bulamayacakmışım gibi bol bol kitap almam da hep bu yüzden. Önceki yıllarda kızımı bahane edebiliyordum; şimdi çocuk kitaplarının yüzüne bile bakmıyor kızım, artık çok büyüdü çünkü, 12 yaşında! Ne ki, asla utanmıyorum ve kendi başıma da olsam çocuk kitaplarının arasında kaybolmaya devam ediyorum.

Kelimelerin peşinde 

Geçen gün tam binadan çıkarken gelen postayı eve bırakamadım, yanıma kitap almayı da unutmuşum, attım kitapları çantama. Uzun metro yolculuğunda yanımdaki gençlerin alaycı bakışlarını umursamadan Can Çocuk’un iki yeni kitabını büyük bir keyifle okudum. İki kitabı da o kadar beğendim ki hangisi hakkında yazacağıma bir türlü karar veremedim. 

Her iki kitap da bir tutkunun peşinden gidiyordu, her ikisi de beni daha ilk sayfadan yakalamayı başarmıştı. Üstelik her iki kitabın ana odağında dil vardı. İlk kitabımız ‘Gizemli Sözcük: açimpa’da çok eskilerden kalmış bir kelimenin gün ışığına çıkması ile başlıyordu hikâye. Bu sözcüğün bırakın anlamını ne tür bir kelime olduğu bile bilinmiyordu. Ama kelime bir şekilde günlük dile karışıveriyordu. 

İkinci kitabımız ‘Anneannemin Güzel Çiçekleri’nde ise bir anneannenin gizli serasındaki çiçekler başroldeydi. Çiçek türlerine böylesine uzakta yaşadığımız, çiçek türlerini saymaya kalksak çoğumuzun bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda çiçeği tanıdığı bir zamanda, yaşlı bir kadının zengin bir sera kurduğunu, üstelik her çiçeğe bir isim taktığını ve her birine bir öykü yazdığını görmek öylesine etkileyiciydi ki. Bir yanda artık kullanılmayan, tamamıyla unutulmuş bir kelime vardı diğer yanda görmeye kullanmaya unutulan, bilinmeyen koca bir dünya. Unutulan bir sözcüğün tekrar hatırlanmak için kendini göstermesine karşılık yok edilen doğa ve dört duvara kapanan yaşamlarımızın bize unutturmaya çalıştığı koskoca bir lügat. 

İşte, bu yüzden bugün size bu iki kitabı da anlatmaya karar verdim. 

Açimpalayalım!

Bir gün bir araştırmacı çok eski bir sözlükte yepyeni bir sözcüğü gün yüzüne çıkarır: ‘açimpa’. Ancak kelimenin ne anlamını bilen vardır ne de ne tür sözcük olduğunu. Bilse bilse bunu 137 yaşındaki Zulmira Nine bilir, diyerek ona sorarlar. Zulmira Nine bunun bir fiil olduğunu ve “açimpalamak” şeklinde kullanılması gerektiğini söyler ama anlamına ilişkin bir yanıt vermez. O günden sonra herkes bu yeni kelimeyi kullanmaya başlar. Sonra başka bir dilbilimci çıkar ve ‘açimpa’nın aslında bir isim olduğunu söyler, bir başkası yurtdışında bir açimpa gördüğünü. Araştırmacılar ‘açimpa’nın anlamını aramaya devam eder. Önce sıfat olduğu söylenir, sonra zamir, sonra edat ve zarf. Sonunda herkes istediği gibi kullanmaya başlar ‘açimpa’yı. 

İlk etapta kapağı ile kalbimi kazandı ‘Gizemli Sözcük: açimpa’. Catarina Sobral kitabı hem yazmış hem de resimlemiş. Kitabın çevirmeni Deniz Koç’u ise ayrıca kutlamak lazım; kitabı sadece çevirmekle kalmamış aynı zamanda Türkçeye de çok güzel uyarlamış çünkü bu kitabı birebir çevirmek neredeyse imkansız. Her dilin yapısı farklı olduğundan, ‘açimpa’yı Türkçedeki sözcük türlerinin yapısına uygun olarak uyarlamak gerekiyor. 

Can Çocuk Yayınları kitabı 5, 6, 7 yaş için etiketlemiş. Ancak o yaştaki çocuklar edat nedir, zamir nedir bilemezler. Yeni bir sözcük elbette ilgilerini çeker ama bence daha büyük çocukların daha da keyifle okuyacakları bir kitap ‘Açimpa’. Üstelik sözcük türlerinin ne olduğunu, nasıl kullanılacaklarını öğrenmek ve pekiştirmek açısından da harika bir vesile. Böylesine ‘açimpa’ bir kitabı sadece çocuklara değil, yetişkinlere de kesinlikle tavsiye ederim. “Bir dilbilimci nasıl çalışır,” “Yepyeni bir sözcüğün türü ve manası nasıl bulunur,” sorularının yanıtlarına dair pek çok ipucu var kitapta. Çizimler ise öylesine güzel ki kitabı her incelediğimde başka ayrıntılar keşfettim, her seferinde daha da fazla keyif aldım kitaptan. 

Tatlı anılar 

Alp Gökalp’in yazdığı Duygu Topçu’nun resimlediği ‘Anneannemin Güzel Çiçekleri’ni ise görür görmez babaannemin bahçesi düştü aklıma. Her akşam üzeri ikindi ezanından sonra sulardı bahçesini babaannem, en çok da ortancalarını severdi. O yüzden ismini bildiğim nadir çiçek türlerinden biridir ortancalar. Şehirde büyüyen çocuklar bilmezler çiçek isimlerini. Sorsanız hepsine “çiçek” der geçerler. Benzer şekilde, kuş türlerini veya ağaçları da tanımıyoruz; kelime dağarcığımızın böylesine kısıtlanmasının ana nedeni doğanın elimizden hızla alınması, aynı zamanda bizim de doğadan yavaş yavaş uzaklaşmamız. 

Bu öyküde her şey küçük bir kızın bir yaz sabahı anneannesine bırakılması ile başlar. Anneannesi eşini kaybettiğinden beri fazla dışarı çıkmayan, kalabalıklardan hoşlanmayan bir insan olmuştur. Ama bu onun huysuz, aksi, sinirli biri olduğu anlamına gelmez, sadece yalnızlığa alışmıştır artık. Her öğleden sonra arkadaşları anneanneyi ziyaret eder, dostları ile hoşça vakit geçirir anneanne. Bir de anneannesinin gizli bir odası vardır ki bu oda küçük kızı sürekli cezbeder. Anneanne o odada yalnız olmayı tercih eder, odasını kilitler, torununun odaya girmesini yasaklar ama yasaklar hangi çocuğu durdurmuştur ki! Sonunda gizli odasına torununu da davet eder. Bu odada pek çok çiçek vardır ve bir seraya açılır. O serada neler yoktur ki! Birbirinden güzel kelebekler, çeşit çeşit çiçekler. Her çiçeğin bir adı, geçmişi ve öyküsü vardır. 

Krizantem Kâzım Bey, mesela, bir devlet dairesinde çalışır. Oldukça rutine dönüşmüş bir hayatı vardır, hatta sıkıcıdır o hayat. Ama Kâzım Bey kocaman bir ponponu andıran, çok uzaklardan bile kendini belli eden bir şapka takar. Şapkasını takınca o sıkıcı adam gider, yerine yüzünde kocaman bir gülümsemeyle yolda arz-ı endam eden, yanından geçen herkesin dikkatini çeken ilginç bir insan gelir. Anneanne, her çiçeğin hikâyesiyle dış dünyaya açılır ve her çiçeğin hikâyesiyle birlikte torunu ile sımsıkı bir bağ kurar. Onların ortak sırrı, ortak dünyasıdır çiçek serası. 

Beni babaannemle tekrar buluşturan, o kocaman ortancaların ortasında rengarenk başka bir dünya keşfetmemi sağlayan Alp Gökalp’e ne kadar teşekkür etsem az. Bu güzel kitabı özellikle ilkokul çağındaki çocuklarınızla birlikte okuyun; sonra alın çocuklarınızı önce bir çiçekçiye götürün. Krizantem nedir, kurdele bitkisi nasıldır, devetabanına nasıl bakılır, öğrensinler. İmkanınız varsa İstanbul’da Atatürk Arboretumu’na gidin çocuklarınızla. Farklı bitkileri görsünler, kuş seslerini dinlesinler, ördeklerin fotoğraflarını çeksinler. Ben kızımı ve içimdeki çocuğu alıp gideceğim Arboretuma, çoktan göçmüş her iki büyükannemi ve bahçelerini anımsayacağım tekrar. Kim bilir belki bu mevsimde kendini unutup da açmış bir ortancaya rastlarım...

Gizemli Sözcük: açimpa

Catarina Sobral

Çeviren: Deniz Koç

Can Çocuk 

40 sayfa.

Anneannemin
Güzel Çiçekleri

Alp Gökalp

Resimleyen: Duygu Topçu

Can Çocuk 

84 sayfa.