Ana akım gazetecilik, aktivizm ve “Duvardaki Sinek”

Popülizm ve post-gerçeğin yükselişi insanlığı ve moderniteyi uyanışa çağırıyor: Bilgi üretimi ve gazeteciliğin (ve hayatın kendisinin) değer yargılarıyla dolu, dolayısıyla özünde siyasi olduğunu kabullenmemiz gerek. Gazetecilik ve aktivizm arasındaki ilişkiyi gözden geçirmeliyiz. 21. Yüzyılda gazeteciliği, demokrasiyi ve dünya barışını tehdit eden şeyin siyaset değil, siyaseti yok sayma ve kontrolsüz insan gücü olduğunu ayırt etmeliyiz.

Vural Özdemir / TORONTO


Gazetecilik camiasında geçtiğimiz haftalarda ilginç bir tartışma boy gösterdi: Konu, ‘gerçek’ gazeteciliğin, içinde bulunduğumuz post-gerçek ve popülizm çağında, nerede  ve nasıl icra edilebileceği ve gazetecilikle aktivizmin bir arada var olup olamayacağı idi. *
Güvenilir bir gazetecilik sadece ana akım medyada mı yapılabilir? Peki ya ana akım dışında çalışan serbest zamanlı, aktivist veya muhalif gazeteciler hakkında ne düşüneceğiz?  
Gazetecinin ‘duvardaki sinek’ misali tarafsız ve bağımsız bir gözlemci olduğu inancı, kolektif bilinçaltımıza sinmiş durumda ve bugün 21. yüzyılda güvenilir gazeteciliğin nasıl yapılabileceği tartışmalarının altında gizlenmeye devam ediyor. 
Fakat bu sözde ‘aktivist-olmayan’ ana akım gazeteciliğin, yeterli basın özgürlüğünün sağlandığı bir ortamda bile, ekonomik ve politik çıkarlardan etkilenmemesi mümkün müdür?
Bu tartışmaları, hem kavramsal hem de pratik düzeyde, bilgi üretiminin tarihi, yöntemleri ve epistemolojisi bağlamında daha geniş bir düzleme çekmekte yarar var. 
O zaman öncelikle bildiğimiz şeyleri nasıl bildiğimize bir göz atalım:

Eski alışkanlıklar inatçıdır 

Bilim insanları veya gazeteciler gibi ‘bilgi işçileri’ hakkında onlarca yıldır yapılan araştırmalar gösteriyor ki, bilginin üretimi ve iletişimi doğası itibarıyla politik (yani değer yargısı içeren) eylemlerdir ve bunun başka türlü olması da mümkün değildir. Bilgiyi bilenden ve onun toplumsal - politik bağlamından ayrıştırmak imkansızdır.  
Gazeteciliğin en temel veri sağlama aracı olan 5N + 1K (Ne? Nerede? Ne zaman? Neden? Nasıl? Kim?) kuralını ele alalım: ‘Ne’ ve ‘nerede’ye cevap vermek üzere çekilen son derece teknik bir fotoğraf bile politik değerlerle yüklüdür. Hangi kamera açısı kullanılmıştır, neler çerçeveye dahil edilmiş, neler dışında bırakılmıştır? Bunun yanında, bir haberin beşinci sayfadan mı yoksa birinci sayfadan mı verildiği, başlıkta soru işaretinin kullanılması gibi sayısız örnek, değer yargısı içeren politik tercihlere işaret eder. 
Yine de, bilginin değer yargılarından muaf olduğu dogması sürüyor. Ne diyelim? Eski alışkanlıklar inatçı oluyor. 
Şu an gündemdeki ana akım – alternatif medya tartışmasının kökenleri, aslında kısmen 17. yüzyıla dayanıyor. Aydınlanma projesinin ilk önderleri (Francis Bacon, gibi) ve halefleri 400 yıldır değer yargısız, apolitik bilgi üretimi varsayımını sorgusuz sualsiz savundular.  Oysa gündelik hayatın kendisi, bizatihi politiktir. Yeri geldiğinde hoş bir tebessüm bile – şayet sosyal sermaye ve etki yaratmak için bir araç olarak kullanılıyorsa -  politik olabilir. 
Bu dogmanın varoluşsal bir yanı da var. ‘Çizgisel, değer yargısız bilgi’ indirgemeciliğinin cazibesi homo sapiens’e kısacık hayatı üzerinde bir kontrol hissi veriyor. İnsan hayatının ve tarihinin dağınık, süreksiz, parçalı ve karmaşık doğası karşısında hoş bir teselli… 

Gazetecilik ve aktivizm
E.H. Carr’ın 1939’daki isabetli tespitiyle, "siyaset bilimi sadece ne olduğunun değil, ne olması gerektiğinin de bilimidir.” Gazetecilik de öyledir, özellikle de küresel popülizm, otoriter yönetimler ve post-gerçek zamanlarında. Bu gerçeği inkâr etmek, gazeteciliğin kamusal alanda hesap verilebilirlik işlevini yitirmesine yol açabilir. 
Kamuyla ve politik olanla haşır neşir olmak bilgiyi apolitik durumundan  çıkarıp politik yapmaz. Bilgi zaten politiktir. 
Bunun yanında, aktivizmin ne olduğunu da tartışmamız gerekir. Bunun bir tanımı, dünyayı sadece ‘olduğu haliyle’ değil, aynı zamanda ‘olması gerektiği haliyle’ de görebilmektir. Bu da kamusal olanla uğraşmayı, insan eylemlerinin altında yatan değerleri ve iktidar ilişkilerini açığa çıkarmayı, ya da Foucault’yu hatırlayarak, arka planı kazmayı gerektirir.
Dünyanın mevcut hali, demokrasi ve insan haklarına tehdit veya bilginin neoliberal çıkarlar doğrultusunda çarpıtılması ise, aktivizmi sürdürülebilir bir gezegen ve sosyal tarihin güvenilir bir kaydını tutmak için kamusal bir sorumluluk ve dayanışma olarak yeniden düşünmemiz  gerekir. Ki, taraf tutmanın hizmet ettiği şeyler de bunlardır.
Yani aktivizm gizli amaçlara hizmet eden lobi faaliyetleri, görecelik veya propaganda değildir.  
Ancak burada alternatif medyanın demokrasi taraftarları kadar karşıtlarını da içinde barındırabileceğini göz önünde bulundurmakta yarar var. 
Demek ki siyaset ve aktivizmle uğraşmak önce kendinden sorumlu olmakla başlıyor; bilgi üreticileri olarak düşünümsel gazetecilik yapmak için kendi değerlerimizin farkında olmamız gerekiyor. 

21. yüzyılda gazeteciliği yeniden düşünmek 
Gazetecinin duvardaki sinek gibi olduğu benzetmesinden artık kurtulmamız gerek. Bilginin değer yargısı içermediği ve apolitik olduğu görüşünde diretmenin zamanı çoktan geçti. Tehlike, bilginin yapısı gereği politik olmasında değil, politikayı halı altına süpürme eğiliminde yatmaktadır.  Politika ve iktidarı görünür kılamazsak, güvenilmezliğin hüküm sürdüğü alanlar olarak kalmaya devam edeceklerdir. 
Medyayı ana akım ve alternatif olarak ayırmak basın özgürlüğünü güvenceye almadığı gibi, yankı odalarını da engellemiyor. Popülizm çağında güvenilir gazetecilik faaliyetinin yolu, gazetecinin yerleşik ekonomik ve politik çıkarları açığa çıkarma azminden, derin merak duygusundan, alt metinleri okuma ve otoriteyi sorgulama becerisinden ve bilginin politik inşasını şeffaflaştırma gücünden geçiyor. Bağımsız bir ana akım medyaya giden yol, şayet merkezde basın özgürlüğü yok ise, çoğu zaman çevreden başlar. Ayrıca vurgunculuk ve neoliberal kısa-vadeciliğin ana akım medyada nefes alınması mümkün olmayan yankı odaları yaratabileceğini unutmayalım. 
Şayet uygulamada bağımsız ve etik bir gazetecilik inşa etmek istiyorsak, bilgi üretiminde somut veriler ile politika ve iktidarı birbirinden ayırt etmeye yönelik yeni profesyonel becerilere odaklanalım. Bu gazeteciler kadar okurların da sorumluluğudur. 

Bağımsız gazetecilik için kitlesel fonlama 
Nihayet, biraz da çözümlerden bahsedelim. Güvenilir gazetecilik herkesin hakkıdır; bu sayede gelecek kuşakların da güvenilir tarihsel sosyal kayıtlara erişim hakkı olur. Ancak gazetecilerin ve medyanın özgür olabilmek için ekonomik bağımsızlığa, bunun için de yenilikçi fikirlere ihtiyaçları var. Kitlesel fonlama bu olasılıklardan bir tanesi. Bu başka bir yazının konusu olsa da, şimdi gelin, bunun hakkında biraz düşünelim. 
Bir gazeteci veya medya kuruluşunun yüz bin sosyal medya takipçisi olsa, bunların yalnızca yüzde beşi düzenli olarak bağışta bulunsa - ayda 1 Amerikan doları diyelim - bu, aylık 5 bin ABD doları gelir demektir. Bu da bir insanın bağımsız ve onurlu bir şekilde yaşayabilmesi, yazabilmesi ve seyahat edebilmesi; bunun yanı sıra gazeteciliğin geleceğine dair yenilikçi, bağımsız platformlar yaratabilmesi anlamına gelir. Ayrıca hiyerarşisiz kitlesel fonlama sayesinde gazetecilik tek bir bağışçının veya finansal destekçinin politik çıkarlarının etkisinden uzak olacaktır. 
Bana göre gazeteciliğe dair güncel tartışmaları aktivizm veya ana akım – alternatif medya konularıyla sınırlanmak yerine daha geniş bir çerçevede ele almalı: 21. yüzyılda demokrasi için yenilikçi kolektif kaynakların oluşturulması ve bilgi üreticileriyle dayanışmak için neler yapılması gerektiği daha kilit sorunlar. 

*link: http://platform24.org/yazarlar/3450/yeniden-ekmek-gibi-ihtiyaca-donusmek

(Kanada Toronto’da yaşayan tıp doktoru, yaşam bilimcisi ve editör Vural Özdemir, çeşitli mecralarda eleştirel yönetişim, inovasyon politikaları ve bilgi üretimi, demokrasi ve çeşitlilik üzerine yazılar yazıyor. Çeviri: Gürçim Yılmaz)

Kategoriler

Güncel