'Patrikhane'nin pozisyonu pekişti'

Ukrayna bağımsızlık sonrası en büyük adımı İstanbul’da attı. Rusya nüfuzundan çıkmayan çalışan ülke Fener’deki Ekümenik Patrikhane’nin öncülüğünde ‘tomos’ beratını geçtiğimiz hafta sonu düzenlenen törenlerle elde etti ve otosefal kiliseler arasına katıldı. Rusya’nın itirazları eşliğinde gerçekleşen bu gelişme dini bir görünümü olmakla birlikte siyasi açıdan yeni bir tablo doğurmakla kalmadı Ekünemik Patrikhane’nin pozisyonunun da altını çizdi. Elçin Macar ve Baskın Oran gelişmenin yansımalarını değerlendirdi.

Bartholomeos gücünü artırarak çıktı

Elçin Macar *

Bağımsız Ukrayna Kilisesi’nin İstanbul Ortodoks Patrikhanesi tarafından tanınması anlamına gelen karar (tomos), metropolit unvanlı kilisenin başı Epifaniy’e tevdi edildi.
Aslında, Ukrayna kilisesinin bağımsızlığı, ülkenin bağımsızlığından beri gündemden düşmemiş bir tartışmadır. 1990’lı yılların ikinci yarısında yoğun bir şekilde tartışılmış ancak bir sonuca ulaşmamıştı. O dönemde İstanbul Patrikhanesi, Ukrayna’daki tartışmalara benzer bir süreç yaşayan Estonya’ya 1996’da özerklik vererek kendisine bağlamıştı. Kilise özerkliği, dahili işlerine kendisi karar verirken, başındaki ruhaninin İstanbul tarafından belirlenmesi anlamına geliyor. Konuyla ilgilenen çevreler o dönemde ‘Estonya Ukrayna’nın provasıdır’ diyorlardı.
Kuşkusuz, Baltık ülkelerinin kilise bağımsızlığından anladığı şey Rus nüfuzundan kurtulmak. Bu ülkelerde Rus karşıtlığı çok yüksek ve bağımsızlıklarından sonra ülkelerindeki Rusya simgesi esas olarak Moskova’ya bağlı kilise. Ukrayna kilisesinin bağımsızlığı tartışması, İstanbul Patrikhanesi için yeni bir şey değil. 1990’lardan beri gündemde. 2000’li yıllarda böyle bir girişim son anda akamete uğramıştı. 
Ukrayna, Rus Kilisesi’ne tabi olan nüfusun üçte birini oluşturuyor. Dolayısıyla bu karar, Rus Kilisesi’nin sahip olduğu nüfusun üçte birini kaybetmesi, aynı zamanda, sahip olduğu kiliselerin ve mülklerin gelirini kaybetmesi demek. Son olarak da kuşkusuz Rusya’nın önemli bir nüfuz aracının elinden alınması anlamına geliyor. Ayrıca, Rus dış politikasının hegemonya alanı olarak belirlediği coğrafya ile Rus Kilisesi’nin ruhani hakimiyet iddiasında bulunduğu alan birbiriyle örtüşüyor.
Bu gelişme neden şimdi oldu sorusunun, Putin’in gücünün doruklarında olmasına ve anayasal düzeyde laik olduğu halde, Rus Kilisesi’nin Rus Hükümeti’nin açık desteğine sahip olmasına rağmen, belirgin iki yanıtı var. Birincisi, Kırım’ım Rusya tarafından işgalinden beri, Ukraynalı ruhbanın ve siyasetçilerin İstanbul Patrikhanesi’ne yönelik olarak bağımsızlık taleplerinde ısrarın derecesini arttırmış olmaları. İkincisi ise, 2016’da İstanbul Patrikhanesi’nin Girit’te topladığı (çünkü Rus Kilisesi, katılacağını bildirmiş ancak o sırada gergin olan Türkiye-Rusya ilişkilerini gerekçe göstererek toplantı yerinin İstanbul olmasına itiraz etmişti) Panortodoks Sinod’a Rus Kilisesi’nin son dakikada katılmaktan vazgeçip birkaç kilisenin de katılmasını engellemiş olması. O dönemde, Rus Kilisesi’nin katılmamasının bir sebebinin de, İstanbul Patrikhanesi’nin bir oldu bitti ile Ukrayna kilisesinin bağımsızlığını Sinod’da önüne getirmesinden çekinmesi olduğu söylenenler arasındaydı.
Türkiye’nin bu konuya dair politikası ‘karışmama’ şeklinde özetlenebilir. Türkiye, Rusya ile olduğu kadar Ukrayna ile de iyi ilişkilere sahip.
Patrik Bartholomeos, diğer Ortodoks kiliselerin açık desteğini alabilmiş değil. Kendisini kamuoyu önünde eleştiren kilise liderleri de var. Putin de İstanbul Patrikhanesi’ne bu karar sonrasında ‘Türk Patrikhanesi’ dedi. Ancak hem Batı’nın (özellikle ABD’nin) açık desteği hem de Ukrayna’nın büyüklüğü ve Batı ile yakınlaşma arzuları dikkate alınacak olursa, Patrik Bartholomeos’un kendisine uzun süredir ‘yukarıdan bakan’ Rus Kilisesi’ne karşı bu süreçten gücünü arttırarak çıktığını söyleyebiliriz. 

* Prof. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi, İİBF, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü

'Patrikhane, Türkiye’ye dolaylı yoldan katkı sağladı’

Ukrayna Kilisesi’nin bağımsızlık sürecinde Türkiye’nin oynadığı ‘kolaylaştırıcı’ diyebileceğimiz rolü, ‘Türkiye’nın Dış Politikası’ üzerine yaptığı kapsamlı çalışmalarıyla tanıdığımız Prof. Dr. Baskın Oran’a sorduk.

Türkiye, Ukrayna Kilisesi'nin otosefali sürecinde müttefiki Rusya'nın hoşnutsuzluğunu göze alarak sürecin önünü açan bir politika benimsemiş gibi görünüyor. Rusya ile ilişkilerin hayli sıcak olduğu bu dönemde bu politikayı nasıl değerlendirmek gerekir?

Bu soru tabii ki, birinci derecede, tarafların Suriye politikalarına ilişkin. İran’ı şimdilik bir kenara bırakırsak, Suriye’ye şu veya bu biçimde yoğun müdahalede bulunmakta olan Rusya, ABD ve Türkiye’nin amaçlarını kısaca özetlemekte soru açısından yarar var. 
Rusya’nın stratejisi, tehlike altındaki Esad’ı gözeterek Yakın Doğu’da kalıcı olmak. ABD’nin stratejisi, Suriyeli Kürtleri gözeterek Yakın Doğu’da varlığını sürdürmek ve bölgeyi Rusya’ya bırakmamak. 
Türkiye’nin, daha doğrusu R. T. Erdoğan’ın stratejisi ise bütünüyle iç politikayla ilgili. Çünkü iktidarda kalabilmesi, kurduğu dörtlü koalisyonun devamına bağlı: İslamcı-milliyetçi AKP + Türkçü MHP + Ergenekoncular + Ulusolcular. 
Bu acayip ama Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından zorunlu koalisyonun tek tutkalı, tek ortak paydası, Kürt karşıtlığı. İşte, Erdoğan, Türkiyeli Kürtlerle yakın ilişkideki Suriyeli Kürtlerin (PYD/YPG) varlığına katiyen Türkiye sınırları tehdit edildiği için değil (Barzani’yi hatırlayın!), bizzat bu koalisyonun “bekası” için ölesiye karşı duruyor. Yoksa, Türkiye’de Kürtlerle şimdiye kadar gördüğümüz tek ciddi yakınlaşmayı hapisteki Öcalan’la yoğun işbirliği içinde düzenlemiş olan bizzat kendisi. Ve sonra da Dolmabahçe Masası’nı deviren: 7 Haziran 2015 seçimlerinde çok olumsuz bir sonuç alınca. 
Bu girizgahtan sonra gelelim sorunun kendisine. Evet, Ukrayna Kilisesi’nin Rusya’dan bağımsızlaşmasını Fener üzerinden sağlayan Erdoğan, Rusya’nın hoşnutsuzluğunu (uçak düşürme olayından sonra şimdi ikinci defa) göze aldı çünkü seçimlere gidilirken koalisyon Rusya’dan daha önemli. 
Burada Erdoğan, Putin’in kendisine çok muhtaç olduğu varsayımından kalkmış olmalı. Şöyle ki Putin, Batı ittifakını bölmek ve Yakın Doğu’da kalıcı olmak için Türkiye’yi yoğun biçimde kullanıyor. Ayrıca, Batı’ya doğalgaz satmak için. İlişkiler bu sayede “sıcak”. 
Yalnız, konjonktür değişiverdi birden. Şu anda ABD, daha doğrusu Erdoğan’ın ABD’deki simetriği olan Trump, yine tamamen iç politika sebepleriyle (Bring The Boys Back Home – Çocuklarımızı Eve Geri Getirelim) Suriye’den bir biçimde çekilme politikası izlemeye başladı ve bunu da Noel’den hemen önce (19 Aralık) alelacele ilan etti. 
Bu durumda, Erdoğan’ın Trump ile Putin’i tokuşturarak Suriyeli Kürtleri vurma politikası nasıl sürebilecek? 
Bilemem ne kadar sağlam bir hesap yaptı Erdoğan. Bildiğim: Kürtlerin Esad’a yaklaştığı, Rusya’nın daha da güçlendiği bu konjonktürde “Bir gece ansızın gelebilirim” şarkısı veya en azından böyle bir “operasyon”un başarısı çok zorlaştı. Çok da Rusya’ya bağımlı hale geldi. Oysa buna girişebilmek özellikle Rusya’ya bağlı ve o da hiç hoşlanmadığı “dinsel” bir darbe yemiş vaziyette Batı’dan, Erdoğan eliyle. 
Unutmadan, önemli bir nokta daha: Bir yandan Putin’le didişirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan öbür yandan da Trump’ın yönetimine saydırıyor! Yani, Türk dış politikasının temel bir ilkesini yerle bir ediyor: Karşıt iki süperdevletin ikisiyle birden çatışmaktan kaçınmak ilkesini. 
İlginç sonuç: Ukrayna Kilisesi olayı Erdoğan’ın dış politikası değil ama Türk dış politikası açısından çok büyük olasılıkla hayırlı oldu çünkü çok tehlikeli ve çok çirkin bir Suriye macerasına atılmayı çok riskli hale getirdi. 
Bu gelişmeyle, Fener Ekümenik Patrikhanesi’nin Ortodoks dünyası içindeki “eşitler arasında birinci”lik pozisyonu pekişti. Diğer yandan Patrikhane, Erdoğan’ın politikasına değil ama Türkiye’ye dolaylı yönden ciddi bir katkı sağlayıvermiş oldu.  







Kategoriler

Güncel