Tsdesutyun (Hoşçakal) Anahide

Kardeşi Kegham Kévonian, ablası Anahide’le vedalaşırken şunları söyledi : "Kuyriğim hayatı çok severdi. Hayata bağlıydı. Onun ve büyük dedelerinin elinden çalınan hayatlarına inat yaşamı ve yaşatmayı arzuladı."

NAZLI TEMİR

(temirnazli@gmail.com) 

Ermeni tarihçi Anahide Ter Minassian, iki Anadolu kökenli Ermeninin Fransa’da doğmak zorunda kalmış kızıydı. Sivaslı Levon Kévonian ile Muşlu Armenuhi Der Garabetyan’nın kızı Anahide… O da pek çok Ermeninin kaderini yaşamış ve kendisini  ait olduğu topraklardan çok uzak, sonrasında ‘diaspora’ olarak tanımlanacak ve bizzat üzerine makaleler yazacağı, ‘yabancı’ bir vatanda bulmuştu. Ama her zaman kökleriyle koparılan bağlarını tekrar tekrar örmeye çalışmış ve Anadolulu Ermeni kimliğini içinde yaşatmıştı. Yıllar sonra, ailesinden  dinlediği Anadolu’yu görmek isteyecek, oraya, ait olduğu topraklara gidip, yıkılan, yok olan Ermeni medeniyetine, kendi tarihinin silinmişliğine tanıklık edecek ve bunu birçok kez gözyaşlarıyla anlatacaktı. 

Mücadele ruhu

Anneannesi, Muşlu Gülizar’ın Kürd aşireti ağası Musa Bey tarafından kaçırılıp, çektiği zulmün hikâyesini, kardeşi Kegham Kevonian ile birlikte, annesi Armenuhi’nin ağzından dinleyip kaleme almıştı. (Gülizar’ın Kara Günlüğü, Aras Yayınları). Mücadeleci bir aileden geliyordu. Bir yanda bir Kürt aşireti mensubu tarafından zorla kaçırılmış ama asla mücadeleyi bırakmamış, sonunda zulümden kurtulmayı başarmış anneanne Gülizar ve öte yanda Gülizar’ın eşi, Ermeni halkı için mücadele vermiş, Muş Mebusu Keğam Der Garabedyan… 
Ermeni tarihinin, Soykırım’ın tanıkları, özneleri olan ailesi bu gerçek tarihi Anahide’e aktarmışlardı ve o da bizlere aktarmıştı. Anahide Ter Minassain’ın tarihçi olması hatta direnişçi bir tarihçi olması tesadüf değildi. O bizlere aktardığı, anlattığı hakikatin, tarihin bizzat içine doğmuştu. Sürgün ninelerinin, dedelerinin zulüm ve direniş hikâyelerini dinlemek, anlamak ileride çocuklarına, torunlarına anlatmak, önce bir sürgün çocuğu olarak görevi, sonra ise bir tarihçi olarak, hakikatin izini sürmek ve bunu bizlere aktarmak, hafızalarımızı uyandırmak temel amaçlarından biri haline gelecekti. O, sıradan bir tarihçi değil, bir hafıza taşıyıcısıydı. Anadolu’ya, Ermenistan’a, Ermenilere, Kürtlere, farklı medeniyetlere ait keşfettiği her yeni nesneyi, bilgiyi, birikimi, bilimsel kimliğini ve yüreğini içine katarak işlemiş ve bizlere aktarmıştı.  

Eşinin anıları

Annesi Armenuhi Kevonian’in Muş’a ait ninni ve bestelerine sahip çıkacak ve unutmuş olduğumuz eski Ermenice diyalektleri, o yörenin tarihini, kültürünü bize hatıralatacaktı. Eşi, (Birinci) Ermenistan Cumhuriyeti bakanlarından, Rupen Ter Minassian’ın hatıralarını, Sovyet Ermenistan Tarihini, Ermeni siyasi hareketlerini de ondan dinleyecektik. Uzun yıllar Paris’te Sorbonne Üniversitesi Tarih Kürsüsü’nde ve EHESS’te Rus-Türk Araştırmaları Bölümü’nde Ermenistan ve Ermeni tarihi dersleri verecekti. Özellikle Osmanlı, Rus ve Pers imparatorluklarındaki Ermenilerin devrimci hareketleri ve ideolojileri, siyasi, sosyal ve kültürel tarihine dair araştırmalar yapacaktı. 
Hakikat arayışının, önemli mücadele veren tarihçilerinden oldu, Anahide Ter Minassian. Bir tarihçi, bir hafıza taşıyıcısı ve aynı zamanda bir direnişçi, bir kadın direnişçiydi, Anahide… Çünkü o gerçek bir hakikat düşünürüydü. Hakikati ayyuka çıkarmak ise cesaret isterdi; bedel ödemek gerektirirdi. Bunu da en iyi bilenlerden biriydi. Bedel ödenmeliydi, hatta demokrasinin beşiği sayılan toplumlarda bile bu maalesef böyleydi. O yaşadığı toplumda, hakikati günışığına çıkarmak için mücadele edenlerden oldu. İnkâra karşı savaştı. Belki yalnız değildi ama bir kadın olarak evet yalnızdı. Birtakım Fransız tarihçilerin inkârcı tavırlarına karşı yılmadan, bir kadın olarak tek başına direndi ve bedelini de ödedi.  O hakikate ışık tuttuğu için, Paris’te ders verdiği kürsüden uzaklaştırılmak zorunda kalacaktı.
1990’ların başında Sorbonne Üniversitesi’nde, tarih dersleri verdiği sırada, Ermeni Soykırımı’nın hararetli  tartışıldığı dönemlerden geçiliyordu. Bu bir Soykırım mıydı,  değil miydi? Meşhur L’Histoire dergisi, Birinci Dünya Savaşı için ayırdığı sayısında, önde gelen tarihçilerle röportajlar yapıyor ve bunu sorguluyordu. Fransız tarihçilerin birçoğu konunun ‘Ermeni versiyonu’nu görmezden geliyor, hatta onu yok sayıyorlardı. Akabinde söz alacak olan Ermeni tarihçilerden biri de Anahide Ter Minassian’dı. Le Monde gazetesinde, bildiği hakikati gözler önüne seren uzun bir cevap yazarak, hakikati inkâr eden Fransız tarihçilere hakikatli bir cevap vermişti. 

Hedef oldu 

Önemli Fransız tarihçilerinin, inkârcı söylemlerine karşı direndiği için de EHESS’te Rus-Türk Araştırmaları Bölümü’nde verdiği semineri, hemen ertesi gün iptal edilecek, Fransız toplumunda soykırım gerçekliğini  görünür kıldığı için, bazılarının hedefi olacaktı. Oysa ki, o, Ermeni meselesinin öğrenilmesi ve tanınması için önemli adımlardan birini atmıştı. Henüz Fransa toplumu Ermeni gerçekliğiyle yüzleşmemişken, Le Monde gazetesinde, o kendi doğru bildiği tarihi, hakikati anlatmıştı. Tarihin bir de Ermeni versiyonu vardı ve bunu söylemeliydi. 1915 gerçekliğini günışığına çıkarmak ve tarihine sahip çıkmak Anahide için hem bir sürgün çocuğu olarak hem de tarihçi olarak  temel vazifeydi. Pek çok Fransız tarihçi bu gerçekliğin ayyuka çıkması için gözlerini yummuş, kulaklarını tıkamışken,  o ne bildigi hakikatten ödün vermişti ne de mücadelesinden; aksine meydan okumuştu hepsine. O tarihçilerin, Anahide’in savunduklarını anlamaları için ise en az 20 yıl geçmesi gerekecek ve onun gözünde somut bir hakikatten ibaret olan tarih, onların gözünde sonradan öğrenilmiş, geç kalınmış ama kabul edilmiş bir tarihi bilgiden öteye geçmeyecekti. Öyle ya, bir Fransız tarihçinin soykırım hakikati algısıyla Fransa’da doğmuş ama Anadolu hikâyeleriyle büyümüş, tarihi gerçekleri ilk ağızdan dinlemiş bir Ermeni tarihçininki bir olamazdı. Anahide’in ezbere bildiği, içine doğduğu o tarihi, ötekilerin anlayabilmesi için üzerinden neredeyse yüz yıl geçmesi gerekecekti. 

Adalet arayışı

Bugün Fransa’nın önde gelen üniversitelerinin tarih kürsülerinde sadece son birkaç on yılda Ermeni tarihi, hakikatin bir parçası haline geldi ve anlatılmaya başlandı.  Anahide Ter Minassian ise bunun için bedel ödeyenlerden oldu çünkü bunu yapmak kendi yayalarına, dedelerine ve onların hatıralarına, gerçekliğe sahip çıkmaktı; bir adalet arayışıydı. Ermeni toplumu ve özellikle Ermeni diasporası, kendi tarihlerinin ortaya çıkmasında ve özellikle bilim dünyasında görünür kılınmasında ve bazı toplumlarda tanınmasında Anahide Ter Minassian’ın bu mücadeleci ruhuna ve çalışmalarına çok şey borçlu.
Geçtigimiz hafta cumartesi günü Ermeni toplumu bu kıymetli tarihçisini, hakikat elçisini, bir direnişçiyi, Parisli bir Anadolu kadınını toprağa verdi. O ‘medz mayrig’lerinin, dedelerinin yanına, kendi ailesine, hasretini çektiği Anadolu insanlarının yanına, sonsuzluğa uğurlandı. Paris’te Surp Hovhannes Mıgırdiç Kilisesi’nde yapılan törende ise kardeşi ve çocukları onu kalabalıklar içinde son yolculuğuna uğurlarken, bize tekrar onun çalışma azmini, hakikatin ifşası için verdiği  mücadeleyi ve hayata nasıl sımsıkı sarılan bir kadın direnişçi olduğunu hatırlattılar. Kardeşi Kegham Kévonian, ablası Anahide’le vedalaşırken şunları söyledi :
"Kuyriğim hayatı çok severdi. Hayata bağlıydı. Onun ve büyük dedelerinin elinden çalınan hayatlarına inat yaşamı ve yaşatmayı arzuladı. Bunun için de dört çocuk sahibi oldu. Üretmekten asla vazgeçmedi çünkü o Ermeni milletinin ayakta kalabilmesi için üretmek gerektiğini düşünüyordu." 

‘Ayaktayım, sağım’

Evet, kardeşinin dediği gibi, hastalığının son zamanlarında bile, hatırını sorduğumuzda, "Hâlâ  ayaktayım, hâlâ sağım" derdi. O son güne kadar yaşamın içindeydi. O günlerde de mücadelesini sürdürdü, asla yılmadı, her zaman direndi. Son anlarında da üretti, sorguladı, araştırdı. Son sabahlarında her kalktığında, elini kaldırıp kitap tutabilmesi bir hayli güçken, azimle direndi ve başardı, okumaktan, yazmaktan ve üretmekten  vazgeçmedi. Hayattan kopmadı, hayatın kendisine inat, meydan okudu hayata ve arkasında koca bir miras bıraktı.
Sadece yazdıkları, yaptığı araştırmalar değil, bu mücadeleci ruhu, hakikatin peşinden gitme tutkusu bize bıraktığı en kıymetli değerler. Bizlere düşense buna sahip çıkmak ve onun yolundan gitmek. Başta onu anlayarak, yazdıklarını özümseyerek, onun açtığı yolda yürümek, mücadeleyi sürdürmek. Anısının önünde saygıyla eğilerek, kardesi Kegham’ın dediği gibi: "Tsdesutyun* Anahide, oradan bizi seyret ve bizleri sorgulamaya devam et, bizlerden nasihatlarını esirgeme.*
*Hoşçakal