Tuhaf ama gerçek insanlar

ESRA KARADOĞAN

"Acaba bizler Tuhaflıklar Fabrikamız tarafından mı çıldırtılıyorduk yoksa Tuhaflıklar Fabrikamıza girebilmek için çıldırmış olmak bir önkoşul muydu?”

Her kurgu içinde gerçeklikten bir parça taşır. Öyle ya da böyle en fantastik kurguların içinde bile gerçeklere yer vardır; hatta çoğu zaman kuvvetli gerçeklik olgusu okuru kitaba bağlar. İşte Eyüp Aygün Tayşir’in yazmış olduğu ‘Tuhaflıklar Fabrikası’ da, gerçek olmayan bir mekânda, ‘Tuhaflık Fabrikası’ adı verilen ama akademilere fazlasıyla benzeyen bir kurumda geçen, tamamen gerçek olduğunu düşündüğüm karakterleriyle dolu, her sayfada beni saran bir roman. Ölmeden önce hatıratını hazırlayan bir hoca, dosyasını asistanına emanet ediyor, asistan ise hocasına verdiği sözü biraz geç hatırlıyor ve bir yazarla anlaşıyor. Yazarın, kendi ağzıyla karmaşık bulduğunu ve zorlandığını itiraf ettiği bu anlatıya çeki düzen vermesi de biraz zaman alıyor. Sonuç olarak geç de olsa, gerçekliği arttıran, önsöz diyebileceğimiz üç açılış yazısından sonra hocanın hatıratına kavuşuyoruz.

Büyük Âlim’in peşinde

Peki bu hatıratı ilginç kılan nedir? Bu sorunun cevabı her okur için değişebilir, mesela benim için cevap, yazarın özenle oluşturduğu karakterler olsa da, asıl cevap ‘Büyük Âlim’ ismi verilen eski bir hocanın, efsanevi bir el yazmasına dair uzayıp giden arayışı ya da yazarın kullandığı dil ile bu arayışı ustalıkla buluşturması da olabilir. Anlatıcımız genç bir asistanken danışman hocası tarafından ona verilen görev üzerine Büyük Âlim’in hep bahsedilen ama kimsenin varlığından emin olmadığı el yazmasının peşine düşüyor. Bu onun kariyeri için önemli bir basamak; bu kitabı bulamazsa asla o ilk basamağı çıkamayacak. Romanın sadece bu kısmı bile aslında akademinin içler acısı halini ortaya koyuyor. Bir insanın hayatının büyük kısmını bir araştırmaya harcaması ulvi bir görev iken, yine bir insanın danışman hocasının talebi üzerine hatta büyük ihtimal onun kişisel hırsının bir parçası olarak, ne yapacağını, nasıl okuyacağını bile bilmediği bir el yazmasının peşine düşmesi bana biraz üzücü geldi.

İçindeki tüm absürtlüklerle beraber romanın eğlenceli kurgusu kitabın sonuna kadar okuru anlatıcının peşinde sürüklese de, ben bir süre sonra bahsedilen el yazmasının varlığını sorgulamayı bıraktım. Çünkü okuduğum her satırda yazarın ifade gücüne, dilinin kuvvetine hayran kaldım. Her bölümün başındaki epigrafların o bölüme dair çağrışımlarını sevdiysem de bazen fazla açık buldum. Yine de son bölümde Italo Calvino’nun Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu’dan parça görmek beni gülümsetti. Zaman zaman anlatı kendi içinde bir sarmala dönüşüp, yazarın tüm bunları nereye bağlayacağını, sonunda ne olacağını merak etsem de, Tayşir’in kuvvetli anlatımı beni sadece o ana, okuduğum sayfalara bağladı. 

“Düşününce, hem çoğunluk hem de muhalefet, kendi menfaatleri uğruna giriştikleri her mücadeleyi toplumsal faydayı azamileştirmek adına girişilen bir mücadele gibi göstermede ne denli mahirdi. Ve ne kadar da birbirlerine benziyorlardı! Sözleri farklı sazları aynı...”

Anlatıcı kendisinin de ifade ettiği üzere bazen sadece olanı, gördüğünü, bildiğini aktarsa da olanların çarpıklığı gözler önünde. Bazen yazar karakterleriyle üstü kapalı bir biçimde dalga geçiyor, bazen karakterler kendilerini o acınası durumlara sokuyorlar, her şekilde yazar akademinin her geçen gün biriken ve çeşitli yerlerde daha hızlı büyüyen o hantal, irinli yapısına temas ediyor. Bunu diğerleriyle paylaşmıyor ama içinde bulunduğu bu dünyanın sağlıklı olmadığının da farkında. Asistan olabilmek için başka hiçbir şey yapmadan hocaların kapısında bekleyenler, kendi hoca olduktan sonra bu durumu başkalarının aleyhine çevirenler, başkalarının üstüne basarak kariyer basamaklarını hızla çıkanlar, okuma yazma bilmeden sadece birilerini tanıyor diye profesör olanlar, burada bahsederek romanı okuyanların ilgisini azaltmaktan korktuğum türlü türlü rengârenk karakterler ve pek tabii dedikodular var bu romanda. Yazarın akademisyen olmasının tüm bunları bu derece çarpıcı bir şekilde anlatmasında etkisi vardır diye düşünüyorum.

‘Tuhaflıklar Fabrikası’ kuvvetli bir hiciv; bu karakterlerin çoğu hayatlarımızın içinden seçilip alınmış, bizim de eleştirdiğimiz, bazen kabullenmekte zorlandığımız insanlar. Bazı romanları sadece bir roman olduğunun bilinciyle okumak gerekiyor ama ben bunu Tuhaflıklar Fabrikası için yapamadım. Tuhaflıklar Fabrikası bana göre pek çok kurumun, dününü, bugününü ve maalesef yarınını da bir roman formatında anlatıyor. Sadece akademilere değil genel olarak toplumumuza da eleştirel bir bakış sunan bu kuvvetli romandan sonra yazarın çıkan ilk romanı, ‘4 Hane 1 Teslim’i de okunacaklar listeme ekledim.

Tuhaflıklar Fabrikası

Eyüp Aygün Tayşir

İletişim Yayınları

201 sayfa.