BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

YSK ilan etmeden ben yazayım size

Yani özetle, AKP’ye “Doktor ne yerse yesin demiş” bir durum. İngilizcesi lazımsa: self-defeating strategy (kendi kendini bozguna uğratan yöntem).

YSK, İstanbul’daki seçim işini yarın karara bağlayacak. Ama yarını beklemeye gerek yok, kesin neticeyi ben şimdiden yazayım:

İktidarın YSK’yi bunaltması işe yaramayacak. AKP iki durumda da kaybedecek.   

Çünkü derdi, imkansız bir iş olan yeni seçimi kazanmak değil. Bütün derdi, seçmenlerini mazlum rolü oynayarak oyalamak. Anlatayım. (Benzer yorumlar için Ruşen Çakır’ın videosunu da dinleyiniz

***

Eğer YSK kararı, “Seçim yenilenemez, İmamoğlu’nun mazbatası geçerlidir” biçiminde çıkarsa, bu AKP+MHP’nin yüzüne atılmış bir “milli irade” yumruğu olacak ve büyünün bozulduğunu kalıcı biçimde tescil edecek.

Neye rağmen edecek, geçen yılın temmuz ayında Başkan Sadi Güven’in “Yıllarca sıkıntı çektik, hep horlandık. Hamdolsun bugünlere geldik. İmam hatip ruhu ayakta. İmam hatipli olmaktan mutluluk duyuyorum" demiş olmasına ve iktidarın bunca bombardımanına rağmen.

***

Eğer YSK kararı, “Seçim yenilenecektir” biçiminde çıkarsa, ki böyle çıkması bu ülkede hukukun h’si varsa im-kan-sız-dır zira en basitinden kütükler kesinleştikten sonra itiraz yapılamaz , söz konusu yumruk bir tekmeye dönüşecek.

Sadece biraz ertelenmiş bir tekme. Çünkü CHP’nin 1946’da, DP’nin de 1957’de yaptığı gibi sandıkları alıp kaçıracak hali yok; ne kadar hile yaparsa yapsın AKP-MHP koalisyonunun kaybetmemesi mümkün değil:

a) CHP’nin gözü açıldı; sandıkları terk etmez. Ayrıca, Kürt ve HDP gerçeği kafasına dank etmiş bulunuyor sonunda.

b) Oy vermeyenler de sinirinden verecek bu sefer. Özellikle de HDP’lilerden sandığa gitmemiş olanlar. Benim İstanbul’daki 87 yaşındaki bir ablam yürüyemediği için 31 Mart’ta oy vermemişti, şimdi engelli sıfatıyla “seyyar sandık” isteyecek.

c) İnsanlar genellikle güçlünün yanında yer alırlar ama, o güçlü çok açık hatalar yapmaya koyulunca korkup kaçarlar. Hatta, haksızlığı ayyuka çıkanlara artık yaklaşmazlar. İçlerinden menfaati değil de vicdanı ağır basanlar ise zaten haksıza büyük tepki duyarlar.

ç) AKP ve lideri burada sadece haksızlığı değil, geleneksel olarak CHP’nin temsil edegeldiği Baskıcı Devlet’i temsil ediyor. Halk bundan oldum olasıya nefret eder.

d) AKP ne iddia ettiyse aksi çıktı; bu kadar olur. Son olarak; kısıtlı seçmenlere, ölülere, tutuklulara, taksirli veya kasıtlı suçtan hükümlülere, yerleşim yeri cezaevi olanlara ve zihinsel engellilere usulsüz olarak oy kullandırıldığını, bunların sayısının da 46.426 olduğunu iddia edip başvurmuştu. Banu Güven şöyle yazıyor

YSK durumu inceledi. Bu sayının sadece 766 olduğunu tespit etti. Bunların arasında tutuklulardan 59’u seçimden önce tahliye olmuştu. Ölü olup da seçmen gözükenler sadece 8 kişiydi. Kavga konusu Büyükçekmece’de bu kategoriye giren seçmen sayısı ise 4’te kalmış, ilçedeki sahte seçmen iddiasına ilişkin savcılık dosyasının Kurul’da incelenmesi talebini 11 kişilik YSK'nın 10 üyesi reddetmişti.

e) AKP, kendi taleplerinin tamamen hukuk dışı olması yüzünden öyle şaşkın vaziyette ki, benim bu satırları yazdığım gün (5 Mayıs), son zamanların nevzuhur meşhuru Ali İhsan Yavuz, KHK’lilerin oy kullanma hakkı olmadığına ilişkin “ek dilekçe” vereceklerini açıkladı. Oysa YSK bu itirazı 23 Nisan’da reddetmişti! .

AKP’nin iyice tükendiğinin bir hazin göstergesi de, artık alay konusu olacak kadar klasikleşmiş bir argümana muhtaç kalışı: FETÖ . Burada bir de, Fethullah Gülen’in daha dünkü en mutemet adamı Hüseyin Gülerce’yi kullanılıyor: “İmamoğlu’nun mazbatası iptal olur ve ikinci aday olarak Binali Yıldırım’a mazbata verilir.

f) Seçim iptal edilir de yeniden yapılırsa, yandı gülüm keten helva. Böyle hukuksuz bir ülkeye yatırım filan gelmez: Döviz ve enflasyon dizginlenemez. Korkunç faiz oranlarıyla bile kredi bulamazsın.

g) Alfabenin ortasına vardık neredeyse; şunu da zikredelim bari:

AKP ve Erdoğan, 7 Haziran 2015 seçiminden beş ay sonra tekrarlatılan 1 Kasım seçiminde kazanmasına hiç güvenmemeli. Çünkü bir kere, Kürtlerin gözü açıldı ve iki seçim arasında yaptıkları hatalar yerine bu sefer batıda izledikleri fevkalade başarılı seçim taktiğiyle AKP+MHP koalisyonunu duman ettiler.

Yalnız çok dikkat, 7 Haziran'dan sonraki ortamı yaratma çabaları görülüyor.

İkincisi, Türk seçmenin gözü açıldı çünkü Şanlıurfa Ceylanpınar’da evlerinde öldürülen 2 polis olayının 9 sanığı parmak izleri tutmamak nedeniyle beraat edince, olayın Hendek Operasyonları’nı başlatmak için düzenlendiği açığa çıktı.  

***

Yani özetle, AKP’ye “Doktor ne yerse yesin demiş” bir durum. İngilizcesi lazımsa: self-defeating strategy (kendi kendini bozguna uğratan yöntem).

Bitirmek için, yaşamsal soru: Bu koşullarda neden kalkıp böyle yapıyor AKP ve Erdoğan?

Çünkü tamamen iç tribünlere oynuyor; yani kendi seçmenlerine İstanbul’u mücadele etmeden terk etmediğini, çarpıştığını, bütün kabahatin YSK’de olduğunu telkin etmek istiyor. Özetle, büyünün bozulmadığını söylemek istiyor. Oysa, insanlar böyle panikleri deriden hisseder.

İç tribünlere oynamanın da tek sebebi var: Erdoğan öyle panikledi ki, kendi menfaati açısından asla yapmaması gereken şeyleri dizi halinde yapmaya koyuldu. Bu şartlarda YSK’yi bunaltma olayı da bu dizinin son halkası.

***

Ama biraz daha düşünürseniz, aslında başka çaresi de yok. Çünkü teslim olmak yani bozgunu itiraf ve kabul etmek kendisi için bir seçenek değil. Yapamıyor. Elinden gelmiyor. İktidardan düşmemesi lazım.

Onun yerine, mücadeleyi sürdürmek için, kendisini iktidara getiren psikolojik ortamı yaratmaya çalışıyor: Mağduriyet. Ama burada mağduriyetin yerine zulüm geçmiş durumda ve bunun AKP’liler bile farkında.

Ama kendisi farkında değil ki, Efes’li hemşerimiz Herakleitos’un ünlü tabiriyle, “Aynı Irmakta İki Kere Yıkanılmaz”.