LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Bozkırın ortasında bir şarap vahası

Aslında onlar şarap üretmiyor. Şarabın anavatanlarından biri olan Anadolu’nun ortasında, binlerce yıllık bir tarihi koruyorlar. Şarabı, günümüzden 8000 yıl önce nasıl üretiliyorsa öyle üretiyorlar. Gelveri’nin mahzeninde, şarapları fermente etmek için kullandıkları küplerden biri 1200 yaşında. Udo, Tokat’ta bulduğu bu küpü her sene içine girerek temizliyor.

Denizi ilk gördüğüm zamanı hatırlamak isterdim. Kim bilir nasıl bir etki yaratmıştır... Büyük bir mavi, bitmeyecek bir hareket ve tüm kavramların dışında bir büyüklük... Denizi görüp de ondan etkilenmemek mümkün değildir herhalde. Yaşı ilerlemişken denizi ilk defa gören birinden dinlemek isterdim bıraktığı hissi.
Denizden etkilenmek kolaydır. Deniz kıyısında yaşayanlar için deniz görmek zamanla bir ihtiyaç haline gelir. Ama bozkırı sevmeyi öğrenmek gerekir. Herhalde, bozkırı sevdiğimi anladığım ilk an, şoför koltuğunda, Nevşehir’den Kayseri’ye gittiğim gündü. Berbat bir cenaze haberiyle eve dönmeye çalışıyordum. Pastel tonların, dinginliğin devamlılığı ve büyük bir sessizlik durdurmuştu beni. Durma ihtiyacı hissetmiştim. Durup bozkırın ancak ona sayı gösterene çıkardığı yüzünü görmüştüm. Toprağın üzerindeki ekinlerin tembel hareketlerle nasıl da güzel salındığını görmüştüm. Zaman binlerce yıllık bir tortuyla yavaşlamıştı sanki.
O günden beri bozkıra başka gözle bakarım. Ufak tefek, bazısı insan yapısı tepecikler, suyun can vermesiyle kendine bir hat çizmiş ağaç sıraları ve insana tapınma hissi veren uhrevi dağlarıyla, bozkır bambaşka bir dünyadır.
Biz deniz insanlarının ancak zamanla kazanabileceği bozkırı anlama hissini, oralarda doğanlar belki de hep damarlarında taşırlar. Oralarda doğanlar, belki bu yüzden bozkıra benzerler.
Bozkırın ortasında yükselen Hasan Dağı’nın gölgesinde, kadim üzümlerin arasında bir bağda tembel tembel otururken bunları düşünüyordum. Nevşehir’den Aksaray’a giderken birden ortaya çıkan Hasan Dağı, en yakışıklı dağlardan biridir ve her türlü iltifatı hak eder.
Gelveri şaraplarının sahipleri Udo ve Hacer, Aksaray’ın Kargın Köyü'nde etrafı daha dün kraterden fırlamış gibi duran simsiyah taşlarla örülmüş bağlarda, bölgenin 12 yerel üzümünü hiçbir ilaç ya da pestisit (bağ zararlılarından korunmak için kullanılan kimyasallar) kullanmadan yetiştirmeye çalışıyorlar. Bununla yetinmiyor, üzüm aldıkları bağları da bu şekilde üretim yapmaya yönlendiriyorlar. Koku üzümü, taş üzümü, it üzümü gibi, çok meraklılarının dışında kimsenin adını duymadığı üzümlerden, eski adı Gelveri, yeni adı Güzelyurt olan kasabalarında alışılmışın çok dışında şaraplar üretiyorlar.
Tıpkı bağda yaptıkları gibi şaraplarda da enzim maya, vitamin gibi herhangi bir katkı maddesi kullanmadan, bazen üzümün saplarını da kullanarak ürettikleri naturel (doğal) şaraplara ‘alışılmamış’ demek ise, aslında çok garip. Bu şaraplara dışarıdan hiç müdahale edilmiyor, belirli bir lezzete ya da tarza ulaşmak için çaba harcanmıyor. Genelde toprağa gömülü küplere konan üzümler, nasıl bir şarap olacaklarına kendileri karar veriyorlar. Üretici bu şaraplara ne bir şey ekliyor, ne de onlardan bir şey çıkarıyor.
Aslında onlar şarap üretmiyor. Şarabın anavatanlarından biri olan Anadolu’nun ortasında, binlerce yıllık bir tarihi koruyorlar. Şarabı, günümüzden 8000 yıl önce nasıl üretiliyorsa öyle üretiyorlar.
Gelveri’nin mahzeninde, şarapları fermente etmek için kullandıkları küplerden biri 1200 yaşında. Udo, Tokat’ta bulduğu bu küpü her sene içine girerek temizliyor.
Seramik sanatçısı Hacer’in yaptığı tabaklar, küplerin arkasından, toprağın nelere kadir olduğunu gösteriyor.
Gelveri’de, ‘Taş Mahal’ adını verdikleri şarapları ürettikleri eski Rum konağı, geçmişin zenginliğini ve tutkunun neleri başarabileceğini gösteriyor.
Hasan Dağı’nın eteklerine o yemyeşil capcanlı bağlar, Gelveri’nin ortasına da Taş Mahal çok yakışıyor...