LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Modaya uymama modası

En sevdiğim şarap filmlerinin başında ‘Sideways’ (2004) gelir. Çünkü başrolünde, en sevdiğim üzüm cinsi olan Pinot Noir vardır. Filmin kahramanı Miles, takıntı seviyesinde Pinot Noir seven bir şarapçı olduğundan, filmde defalarca bu üzümün adı geçer. Kendisine bu üzümü neden bu kadar sevdiğini soran kıza öyle bir tiratla cevap verir ki, sinema tarihinde bir üzüme daha özenli bir güzelleme yapılmamıştır herhalde.

“Moda insanın hoşuna giden şarabı içmesidir” diyerek, bayat bir söze bayat bir espri katmaya çalışabilirim.
Pek farkına varılmıyor ama, şarap ve diğer pek çok içki konusunda da, nereden çıktığını bilmediğimiz modalar var. 
“İyi tekilanın içinde kurt olur”, “Rakının arasında bir çay içersen ayılırsın” gibi, gerçekle hiç ama hiç alakası olmayan, içkinin yancısı modalar bile türemiş yıllar boyunca. Üstelik bu inançlar, insanoğlu için hiç de yeni değil.
“Sadece barbarlar şarabı sulandırmadan içer.” Romalılar böyle dermiş. Bu kadar kısa ve net!
Evet, Roma’da şaraba su karıştırmak çok ciddi bir modaymış. Artık hayal bile edilemeyen bu moda Roma’da o kadar yaygınmış ki, bazen şaraba deniz suyu bile kattıkları oluyormuş.
Yine Roma’da, iyi şarabı yalnızca ‘vatandaşlar’ yani seçkinler içebilirmiş. Askerlere ve kölelere ise, şarabın tortusundan yapılan, alkollü ama lezzet olarak sirkeden hallice şaraplar düşermiş.
O elitler de şarabı sulandırıp murdar ederlermiş. 
En sevdiğim şarap filmlerinin başında ‘Sideways’ (2004) gelir. Çünkü başrolünde, en sevdiğim üzüm cinsi olan Pinot Noir vardır. Filmin kahramanı Miles, takıntı seviyesinde Pinot Noir seven bir şarapçı olduğundan, filmde defalarca bu üzümün adı geçer. Kendisine bu üzümü neden bu kadar sevdiğini soran kıza öyle bir tiratla cevap verir ki, sinema tarihinde bir üzüme daha özenli bir güzelleme yapılmamıştır herhalde:
“Bilmiyorum... İnce kabuklu, erken olgunlaşan ve çok zor yetişen bir üzüm. Cabernet Sauvignon gibi her yerde yetişebilen, mücadeleci, ihmal edildiğinde bile hâlâ iyi şaraplar verebilen bir üzüm değil. Pinot Noir sürekli bakıma ve dikkate ihtiyaç duyar. Dünya üzerinde kıyıda köşede kalmış gizli bazı yerlerde iyi yetişir. Ve Pinot’nun en kırılgan, en hassas özeliklerini ortaya çıkarmayı sadece en sabırlı ve anaç bağcılar becerebilir. Pinot kendini, ancak biri potansiyelini hakikaten anlamak için zaman ayırdığında tam olarak ifade edebilir. Ve bu olduğunda, karşına gezegendeki en aklı baştan alan, mükemmel, zarif ve heyecan verici tatlar çıkar.”
Bu filmden sonra, Kaliforniya’da pek de fazla bulunmayan Pinot Noir şaraplarının satışında, kısa süre içinde %33’lük bir artış oldu. Daha çok meyveli, tanenli, yoğun şarapların alıcı bulduğu Kaliforniya için gerçekten enteresan bir gelişmeydi. Hatta filmin bir sahnesinde, Miles tam kızlarla buluşmak üzere restorana girecekken, arkadaşına “Eğer Kaliforniya Merlot’su sipariş verirlerse masadan kalkarım” bile demişti. Sırf bu repliğin bile Kaliforniya Merlot’ları için kötü bir algı oluşturduğu iddia edilir. Hatta bir ara bu önyargıyı kırmak için üreticilerin lobi faaliyeti yürütüp, Merlot için bir film çektirmek istedikleri lafları çıkmıştı.
Sadece bu tür ‘pop’ hikâyeler değil, bazen gayet avangart durumlar da şarap piyasasına yön verebiliyor. Bildik, meşhur, her yerde yetiştirilen üzümler, son yıllarda pek çok şarapsever için cazibesini kaybetti. Şarap meraklıları daha az bilinen, daha kendine has üzümlere merak sardı. Bu, özellikle Türkiye gibi 600 ile 800 üzüm cinsine sahip bir ülke için sevindirici bir haber. Pek çok gerçek şarapseverin çok iyi bildiği ve bilindikçe fiyatı yükselen şaraplar yerine, kimsenin bilmediği, özel üzümlerden yapılmış saklı hazineler daha çok ilgi çekiyor. Yani modalara uymama modası gibi bir şey yaşanıyor.
Minik bir obur tavsiyesi: Modaları boşverin, en iyi şarap en sevdiğiniz şaraptır.