YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Bağcıya bir şey diyemeyip üzümleri ezmek

İktidar böylece bir taşla iki kuş vurmak istiyor muhtemelen. Hem içeriye dönüp “Fırat’ın doğusuna girdik” denecek, hem de göçmenler muhtemelen zorla oralara yerleştirilip hem bölgenin demografik yapısı değiştirilecek, hem de “Bakın, Suriyelileri gönderiyoruz” denecek.

Suriyeliler konusu, bilhassa 23 Haziran seçimlerinden sonra iktidarın da dışlayıcı bir tavra kapılarını açmasıyla bir kez daha gündeme oturdu. Ve ne yazık ki bu konuda dışlayıcı ve ‘güçsüz olanı ezici’ bir ton, daha güçlü bir biçimde hâkim olmaya başladı. 
Bu konu aslında yıllardır gündemde. Milliyetçi ve popülist kesim sık sık kışkırtıcı bir tutumla Suriyeli göçmenlerin geri gönderilmesi gerektiğini savunuyor, sık sık da –çoğu gerçek olmayan– provoke edici haberler yayıyordu. Bu, bir yandan da toplumun bir kesimindeki Suriyeli düşmanlığını köpürtmek ve iktidarı sıkıştırmak maksadını taşıyordu. Böylece bu meseleler birbirini besleyerek bir döngüye girmiş, bu haber ve açıklamalar çoğaldıkça Suriyelilere yönelik negatif algı da yaygınlaşmaya başlamış, bu algı yaygınlaştıkça haber ve açıklamalar da artmıştı. Bu dalgada bazı CHP’li belediyelerin ve CHP’ye yakın kimi kesimlerin de payı oluğunu hatırlamalıyız.
Tüm bu süreç içinde iktidar ve AKP bu dalganın yanından geçiyor, konuyu geçiştirmeye çalışıyordu. Konunun müsebbibi olarak görülmelerinden kaynaklanan bir durumdu bu, ve göçmen dalgasını kabul ederken uluslararası mülteci haklarına riayet etme gibi insani bir saikle değil, savaş sonrası Suriyesi’nde söz sahibi olma niyetiyle hareket ettikleri için de, aslında doğru bir pozisyon alamıyorlardı.
Ancak ne zaman ki 23 Haziran’da İstanbul’da tekrarlanan yerel seçimi büyük bir farkla kaybettiler, iktidar da bu konuda ‘negatif’ pozisyon almaya karar verdi. Çünkü yaptıkları analizlere göre göçmenler konusu bilhassa İstanbul’da kendilerine oy kaybettirmişti. 
Seçimlerin hemen ardından, gerek resmî makamlarca, gerek hükümet sözcülerince “Geri gönderilecekler” açıklamaları peş peşe gelmeye başladı ve birçok göçmenin insanlık dışı koşullarda geri gönderilmeye başlandığını duyduk, gördük.
Meseleye ‘oy’ penceresinden bakarsanız böyle olur. Oysa esas alınması gereken, göçmenlerin insani haklarıydı ve hâlâ öyle olması gerekir. Türkiye’nin bu konuda imzaladığı uluslararası anlaşmalar da var. Özetle, ‘zorla geri gönderme’, evrensel anlamda insan ve göçmen haklarına aykırı bir uygulama.
Ancak iktidar açısından mesele zaten bu değildi. Suriye’de iç savaş başladığında iktidar büyük oranda savaş sonrası Suriyesi’nde söz sahibi olmak için göçmenlere kapılarını açmıştı. Bir diğer niyet de belli ki bu göçmenleri Suriye’de ‘tampon bölge’ yaratmak için kullanmaktı. Yani göçmen sayısı belli bir seviyeye gelince, Türkiye sınırın Suriye tarafında bazı cepler oluşturacak ve buralara göçmenleri yerleştirecekti. Kalabalık bir Suriyeli nüfusu barındırarak hem Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olacak, hem de yeni ‘bölgeler’ elde edecekti. AKP elbette bunu böyle sunmadı ve “Din kardeşlerimize kapılarımızı açıyoruz” argümanını seçti. 
Ancak bu politika tutmadı. Öncelikle Türkiye Suriye’de hayal ettiği bölgeleri –Rusya ve ABD’nin frenlemesiyle– istediği gibi oluşturamadı ve göçmen konusundaki bu dağınık ve plansız program, başta bahsettiğimiz milliyetçi kışkırtmalarla bir gündem konusu haline geldi. 
Bundan sonra ne olacağını ise, AKP’nin İstanbul Belediye Başkan adayı Binali Yıldırım, Ekrem İmamoğlu’yla katıldığı televizyon programında bir anlamda ağzından kaçırdı. Yıldırım, göçmenlerin Suriye’nin kuzeyinde oluşturulacak güvenli bölgelere yerleştirileceğini söyledi. Yani AKP bu planından hâlâ vazgeçmiş değil.
İktidar böylece bir taşla iki kuş vurmak istiyor muhtemelen. Hem içeriye dönüp “Fırat’ın doğusuna girdik” denecek, hem de göçmenler muhtemelen zorla oralara yerleştirilip hem bölgenin demografik yapısı değiştirilecek, hem de “Bakın, Suriyelileri gönderiyoruz” denecek. ABD’li askeri ve sivil çevrelerle bugünlerde yürütülen görüşmelerde de muhtemelen ana gündem maddesi bu.
Tablo böyle iken, ülke içinde bu politikaya ses çıkaramayan kesimler ise, güçsüz gördükleri Suriyelileri parmaklarına dolayarak ayrımcılık yapmaktan neredeyse zevk alıyorlar. Konunun uluslararası esaslara ve insan/mülteci haklarına dayalı biçimde insanca ele alınması gerektiğini savunanlar öyle az ki... 
Oysa bu konuda tutumuz şöyle olmalı: Bir gün hepimiz mülteci olabiliriz.